MERKEZ ADANA ŞUBE ANKARA ŞUBE ANTALYA ŞUBE BURSA ŞUBE DENİZLİ ŞUBE DİYARBAKIR ŞUBE ESKİŞEHİR ŞUBE GAZİANTEP ŞUBE İSTANBUL ŞUBE İZMİR ŞUBE KOCAELİ ŞUBE MERSİN ŞUBE SAMSUN ŞUBE TRABZON ŞUBE

· 

GENEL

· 

SMM

· 

ÜYELİK İŞLEMLERİ

· 

MİSEM

· 

EMO E-POSTA

· 

FERDİ KAZA SİG.

· 

İMZA YETKİSİ

· 

ENERJİ VERİMLİLİĞİ

· 

SORUN SÖYLEYELİM

· 

ENERJİ KİMLİK BELG.

· 

ENAZ (ASGARİ) ÜCRETLER

· 

YAPI DENETİM

· 

E-İMZA

· 

MESLEKİ SORUMLULUK SİGORTASI

· 

LPG SORUMLU MÜDÜRLÜK

· 

EMBK

· 

KVKK

“15-16 HAZİRAN IŞIĞINDA KIDEM TAZMİNATI MÜCADELESİ” PANELİ DÜZENLENDİ


 
15-16 Haziran 1970 yılında devlet eliyle sendikal bürokrasinin güçlendirilmesine karşı isyana geçen ve 150 bini aşkın işçinin katıldığı Türkiye’yi Sarsan En Uzun 2 gün olan 15-16 Haziran direnişinin yıldönümünde, EMO Ankara Şubesi tarafından “15-16 Haziran Işığında Kıdem Tazminatı Mücadelesi” paneli 14 Haziran 2017 Çarşamba günü EMO Konferans Salonu’nda düzenlendi.
 

Panelin moderatörlüğünü  EMO Yönetim Kurulu eski Başkanı Ali Yiğit`in yaparken, panele Arzu Çerkezoğlu (DİSK Genel Sekreteri) , Metin Çulhaoğlu (Araştırmacı-Yazar), Kamil Ateşoğulları (18.Dönem Ankara Milletvekili) konuşmacı olarak katıldılar.

Panelin açılışını EMO Ankara Şubesi Yönetim Kurulu Üyesi Şule Arslan yaptı. Arslan şöyle konuştu; "Hepiniz hoş geldiniz. 15-16 Haziran şanlı direnişin yıl dönümüne denk gelen panelimizin moderatörlüğünü Ali Yiğit yapacak. Önce belgesel gösterimi olacak daha sonra konuşmacılar söz alacak. Çalışma yaşamında hiçbir güvencemizin kalmadığı bu ortamda kıdem tazminatı bizim güvencemizdi, hakkımızdan vazgeçmiş değiliz. Kıdem tazminatının sürecini neler yapılabileceğini hep beraber tartışacağız."

Şule Arslan`ın açılış konuşmasının ardından 18.Dönem Milletvekilliği yapan Kamil Ateşoğulları`nın hazırlamış olduğu 15-16 Haziran işçi direnişini anlatan belgeselin gösterimi yapıldı.

Belgesel gösteriminin ardından panelin yöneticiliğini yapan eski EMO Yönetim Kurulu Başkanı Ali Yiğit söz aldı. Ali Yiğit şunları söyledi; " Bilinen ilk işçi hareketi 1650 yılında İngiltere`de kapitalizmin ilk yeşerdiği yer olan İngiltere`de yapıldı, ilk resmi sendika yine İngiltere`de1820`de kurulmuş.Osmanlı`da ilk işçi hareketi 1830 yılında tarım işçilerinin başkaldırısı şeklindedir, doğal olarak sanayi işçisi olmadığı için ilk hareket bu. İlk resmi olmayan grev 1872`de Kasımpaşa tersanesi ve Beyoğlu telgrafhanesi grevidir. İlk işçi birliği 1871 yılında kurulan Amele Perver Cemiyetidir: Osmanlı`da ilk 1 Mayıs 1909 yılındadır. 31 Mart vakasından sonra bugünkü adıyla örfi idare ilan edilmiş ama 1909 Bulgar İşçi Kıvılcım gazetesinin İstanbul muhabiri ve matbaa işçisi, öğretmen gazetecisi bir kişi ve Hüseyin Hilmi Kağıthane`de gezi düzenleyerek Osmanlı`da ilk 1 Mayıs`ı kutlamıştır. Cumhuriyetten sonra da ciddi işçi örgütlenmesi söz konusu değildir ilk olarak 9 Temmuz 1946 tarihinde Türkiye İşçi Derneği kurulmuş 1947 yılında işçi işveren sendika birlikleri hakkında yasa çıkartılmış. Ağustos 1946`da da DİSK`i kuracak olan İstanbul İşçi Sendikaları Birliği kurulmuş 1952 yılında devletin tepeden organizasyonu ile Türk İş kurulmuş, 13 Şubat 1961`de de İstanbul İşçi Sendikaları Birliği`ne bağlı 13 sendika Mimarlar Odası İstanbul Şubesi`nde TİP`in kurulduğunu ilân etmişler. 1961 Anayasası Türkiye`de resmi olarak grev hakkını tanımlamış, 1967`de DİSK kurulmuş, 1976`da ilk resmi 1 Mayıs kutlanmış.  1909`dan 1925`e kadar sembolik olarak 1 Mayıs`lar kutlanmış ama 1976 1 Mayıs`ına kadar Türkiye`de 1 Mayıs kutlaması olmamış. Bugün buraya toplanma gerekçemiz Meclis`te görüşülmekte olan kıdem tazminatı yasası tarihsel olarak 15-16 Haziran direnişinin 47 yıl öncesinde yaşanan direnişin bir şekilde o dönemdeki siyasi konjonktürü değerlendirip bugünkü kıdem tazminatı konusunda konuşmacılarımız bizi aydınlatacak. O dönemin siyasal dönemi Metin Çulhaoğlu anlatacak bugün için kıdem tazminatı ne anlama geldiğine yönelik Arzu Çerkezoğlu düşüncelerini bizimle paylaşacak ve genel olarak Kamil Ateşoğulları`nı dinleyeceğiz."

"Saray rejimine karşı yükselen genel toplumsal dalga işçi sınıfı hareketini tetikleyecektir"

Panelde ilk olarak Araştırmacı-Yazar Metin Çulhaoğlu söz aldı. Metin Çulhaoğlu özetle şunları söyledi, " 15-16 Haziran direnişine hangi yasal düzenlemelerin yol açtığı konusunda izlediğimiz belgeselde yeterince bilgi var. Kendimce geçmişi değerlendirme hem de geleceği değerlendirme sağlama açısından bir model üzerinde duracağım. Model de diyebiliriz örüntü de diyebiliriz. Türkiye`de ve Türkiye`deki cumhuriyet tarihi gelişim evrelerine baktığımızda toplumsal muhalefet diye bir hareketlilik tanımlayabiliriz. İçinde değişik sınıflar katmanlar olabiliri ama baktığımızda sınıfsal tanım yapamayız. Söz gelimi Gezi direnişi gibi. Bir toplumsal muhalefet vardır ikincisi çok net bir şekilde sınıf hareketidir. Türkiye`de acaba hangisi hangisinden türüyor, hangisi diğerinin önünü açıyor diye bir model üzerinde durabiliriz. Özellikle 1961 Anayasası`nın getirdiği bazı olanaklardan yararlanılmasıyla Türkiye`de genel anlamda toplumsal muhalefetin yükseliş dönemini görüyoruz. Ama bu toplumsal muhalefet içinde daha 1961`de Saraçhane mitinginden başlamak üzere o muhalefetten etkilenmekle birlikte işçi sınıfının da yavaş yavaş toplumsal muhalefete damgasını vurmaya başladığını görüyoruz. 15-16 Haziran9`a kadar genel toplumsal muhalefet dalgası egemendi işçi sınıfı bu dalganın bir bileşeni olarak 15-16 Haziran ile birlikte toplumsal muhalefete kendi sınıfsal damgasını vurmuştur. 12 Mart aralığının ardından 1972-73`de başlatabiliriz 12 Eylül dönemine kadar Türkiye`deki genel toplumsal muhalefet dalgası doğrudan doğruya işçi sınıfının hareketini damgasını taşımıştır 60`tan sonra genel muhalefet yükseliyor işçi sınıfı 15-16 Haziran`da çok net çıkış yapıyor, 12 Eyül`e kadar toplumsal muhalefette işçi sınıfının damgasını görürüz. Acaba bundan sonra önümüzdeki dönemde ne olacak? Bu örüntünün evreleri nasıl ocak? Yükselen toplumsal dalgaya tanıklık edip işçi sınıfını mı öne çıkartacak yoksa işçi sınıfı silkinip yaşayıp genel muhalefet dalgasını mı belirleyecek. Bunu hiçbirimiz peşinen bilemeyiz. Sınıf mücadelesi ile sınıf hareketinin birbirinden ayrı olgular olarak görüyoruz. Sınıf mücadelesi ortalık sakin görünürken bile vardır, bir emekçi çalışma koşullarına adapte olmak onlarla mücadele etmek isterken sınıf mücadelesi veriyordur kesintiye uğramaz her an vardır. Sınıf hareketinin durgun olduğu dönemler de vardır. Önümüzdeki mesele, tartışmamız gereken şey Türkiye`deki önümüzdeki dönem neyi bekliyoruz. Biranda silkinen işçi hareketi toplumsal muhalefeti mi peşinden sürükleyecek günümüz koşullarında daha da biriken toplumsal muhalefet dalgası işçi sınıfını mı tetikleyecek. Ben bunlardan ikincisinin daha olası olduğunu düşünüyorum. Saray rejimine karşı yükselen genel toplumsal dalganın işçi sınıfının hareketini tetikleyeceğini düşünüyorum. 15-16 Haziran dediğimizde bu önemli olayın Türkiye`deki değişik kesimler üzerindeki etkileri üzerinde de birkaç söz söylemek istiyorum. Türkiye`deki sosyalist hareketi üzerine etkilerini konuşacak olursak, şunu kesinlikle söylenebilir mi 15-16 Haziran daha önceki eylemlere karşı Türkiye`de işçi sınıfı var mıdır tartışmasına kesin son verilmiştir. Bundan sonra örneğin Türkiye`de büyük ölçüde kırsal kesime ve köylülüğü toplumsal muhalefetin ana gövdesi olarak gören akımlar bile kentlere işçi sınıfına yönelmeye başlamışlardır. 1970`lerden sonra hangi sol grup olursa olsun bunların arasında yer alan işçiler arasında 15-16 Haziran deneyiminden geçmiş işçilerin önemli yeri olmuştur. Hangi siyasi ele alırsanız alın bunların arasındaki işçi unsurların hemen hemen hepsi 15-16 Haziran deneyimlerini yaşamışlardır. Türkiye sosyalist emekçi kadrolarının belirlenmesi bakamından önemli yeri olduğunu söyleyebiliriz.

Sermaye sınıfı daha önce kendi sınıfsal örgütlenmesi olarak belki de büyük ölçü de Türk-İş`i görüyordu.  15-16 Haziran`dan sonra TÜSİAD`ın kurulması bana göre 15-16 Haziran işçi sınıfının gösterdiği diriliğinin canlılığının doğrudan yansımasıdır. Sermaye sınıfının kendi öz örgütlenmelerine gitme ihtiyaçlarının bir ürünüdür. Türk-İş içinde de etkileri olmuştur ve DİSK bünyesine katılmasalar bile 15-16 Haziran olayı Türk İş içinde sol muhalefetin daha güçlü bir şekilde filizlenmesine yol açmıştır. Şu anda bundan çok söz edemeyecek olsak bile.

Doğrudan doğruya işçi sınıfı içinde addedilemeyecek orta sınıfında küçük burjuva ama sol, cumhuriyetçi, laik insanlar şunu net olarak söyleyebilirim, Caddebostan ya da o taraflardan geçen insanlar oradaki insanlar çok üst sınıfından insanlar değildi. Arka taraflarda emekli öğretmen emekli yargıç vardı. O zamanlar bu tür hareketlere karış ‘iyi hoş haklarını arıyorlar ama yarın bunlar iktidara gelirlerse benim bir dairem var onu da elimden alırlar` diye rezervleri vardı. Orta sınıfların üzerindeki tepki gösteren etkileri Türkiye açmış bulunuyor. Köprülerin altından öyle sular açtı ki Türkiye öyle bir şekillenme içine girdi ki bugün özgürlük ve eşitlikten yana olan insanlardan ‘işçi sınıfı gelirse elimden dairemi alır` gailesi kalmadı."

"Sendikalar olarak fona karşıyız"

Panelde Metin Çulhaoğlu`ndan sonra söz alan DİSK Genel Sekreteri Arzu Çerkezoğlu şunları söyledi; "DİSK adına hepinizi saygıyla sevgiyle umutla selamlıyorum. 15-16 Haziran işçi sınıfının direnişinin yıldönümünde eşitlik özgürlük sınıf mücadelesinde yitirdiğimiz tüm arkadaşlarımızı, yoldaşlarımızı selamlayarak başlamak istiyorum. Bu yıl DİSK`in 15-16 Haziran direnişinin sloganı da bu. Türkiye`nin dört bir yanında eylemler, paneller düzenleyeceğiz. 15-16 Haziran direnişi kuşkusuz her yıl anmalarla etkinliklerle andığımız bir şey değil, bugün ve gelecek açısından Türkiye işçi sınıfı açısından önemli kırılma anlarından bir tanesi. Gerçekten de 1961 Anayasası ardından çıkan sendikalar yasa ve DİSK`in kuruluşu bu süreç bugün açısından bugün açısından çok önemli dersler içeriyor. DİSK 1967`de kurulduğunda işçi sınıfının sermayeye karşı yanıtının adıydı.  Türkiye işçi sınıfı hareketin yol ayrımına getirmişti ya Türk İş`de simgelenen teslimiyet ve uzlaşmacılık ya da sınıf sendikacılığı ve mücadele. Sınıf sendikacılığı mücadele diyenlerin adıydı DİSK bu mücadelenin adıydı. Bugün de konuşmamız tartışmamız gereken 2017 senesinde saray rejiminin tüm dünyada baskıcı otoriter rejiminin güçlendiği dünyada Türkiye`de saray rejimi versiyonunu yaşıyoruz, işçi sınıfının sermayeye yanıtı ne olmalıdır bunu hep beraber üretmeye kurmaya çalışıyoruz. O açıdan 15-16 Haziran çok önemli. DİSK`i hedefe alan henüz 3 yıllık örgüt olan DİSK`e sermaye sahiplerinin saldırısıydı. DİSK`e ket vurma hamlesiydi çok önemli direnişle karşılaştı. 1977 1 Mayıs katliamı ve 12 Eylül`e giden süreçte DİSK`in kurucu başkanı Kemal Türkler`in katledilmesi önemli köşe başlarıdır.

Kıdem tazminatı tartışması siyasi iktidar tarafından çok kötü bir şekilde 20 milyon insanı doğrudan ilgilendiren bir konu gerçek saklanarak yaptırılan bir tartışmadır. Her şeye rağmen önümüzdeki sürecin önemli gündemlerinden birini oluşturacaktır.

Kıdem tazminatı meselesini DİSK olarak Truva atına benzettik. Kıdem tazminatı konusuna yaklaşırken büyük resmi görmek lazım, pazılın parçalarına baktığımız zaman sadece teknik tartışma olarak yürütülebilir, bütünlüklü sermaye politikasının parçası olarak görüldüğünde anlamlı olur. Taşeronlaşma var, kiralık işçilik yasası var işsizlik var, iş cinayetleri var bu pazılın parçaları arasında. Sınıfsal bakış açısıyla bu süreci değerlendirmek gerekir. Sermayenin ve onun iktidarlarının esnek ve güvencesiz çalıştırma rejimini, Türkiye`de işçi sınıfının haklarını ortadan kaldıran sürecin yaratılmasının parçası olarak ele almak gerekir.

Kıdem tazminatı yıpranma karşılığıdır der bir anlayış. Bir başka yaklaşım aslında kıdem tazminatı ücretidir, işçinin 13. Ay ücretidir. Başına iş gelirse güvencesi olan ödenmeyen ücret parçasıdır kimisi ikramiye olarak tarif eder işsizlik sigortası olarak tarif edilir. İşçilerin işten çıkartıldığı zaman hayatlarını bir süre idame ettirmesi için ödenir denir. Yaşlılık sigortası olarak değerlendirenler vardır. İş güvencesi sağlamaya yönelik olması, kıdem tazminatı işverenin işçileri kolaylıkla kapıya koymalarını engelleyen sınırlama olarak görülüyor. Kıdem tazminatı bunların hepsini içeren işçi hakkıdır kazanılmış haktır. Bugünlerde iktidar dünyada kıdem tazminatı yok diyorlar bunların hepsi yalan, dünyanın bir çok ülkesinde kıdem tazminatı var. 152 ülkede zorunlu yasalarla düzenlenmiş, 18 ülkede yarı zorunlu, sadece 13 ülkede kıdem tazminatı yok. Burunei Kongo, Cibuti gibi ülkelerde kıdem tazminatı yok. Dünyanın her yerinde yaygın olarak kıdem tazminatı var. Kıdem tazminatında finans sistemleri farklı. Birincisi işverenin sorumluluğunda doğrudan işverenin ödediği sistem, Türkiye`deki sistem de bu. Harici sistemler var, hükümetin kontrolündeki bir fon ile ödeniyor. Bugün iktidarın tartışmaya açtığı sistem bu, dünyada en az uygulanan sistem bugün Türkiye`ye dayatılmaya çalışılıyor. Türkiye`de kıdem tazminatı çok yüksek diyorlar bu da doğru değil. Dünya Bankası verilerine göre Türkiye orta sıralarda yer alıyor. Dünyada kıdem tazminatına yönelik arayışlar yok. Türkiye`de durum ne? 80 yıllık bir Cumhuriyet kurumu. 1936 yılında kıdem tazminatı kurumu kuruluyor, 36 İş Yasası ile tanımlanıyor. 1975`e kadar bir dizi değişiklik oluyor ama kıdem tazminatında hep bir yükseliş var, miktar 15 günden 30 güne çıkartılıyor. 75`te ilk kırılma yaşanıyor, kıdem tazminatına tavan getiriliyor asgari ücretin 7,5 katı oluyor.  İkinci kırılma 12 Eylül darbesinde, 75 yılında getirilen tavan darbeden 35 gün sonra kıdem tazminatı ile ilgili düzenleme yapıyor darbe sahipleri. Demirel`in yapamadığını 12 Eylül`cüler getiriyor. Aykırı davrananlar için hapis ve para cezası getiriyorlar. Ola ki sendika işçiler çok dirençli çıktı asgari ücretin 7,5 katı üzerindeki tavandan daha yüksek ödeme yaptı hapis cezası var. 2003 yılına kadar bu düzenleme kalıyor. Darbeden 2 yıl sonra yapılan düzenleme ile kıdem tazminatı tavanının asgari ücretle bağı koparılıyor. Kıdem tazminatı süreç içinde çok ciddi erimeye maruz kalıyor.

Asgari ücret ile bağı koparılmamış olsaydı bugün asgari ücret tavanı 13 bin lira olacaktı.  42 yıllık bir tartışmadan söz ediyoruz, hükümetler, sermayeler kıdem tazminatını fona devretmeye çalışıyorlar, 30 bakan eskitmiş durumda. Kıdem tazminatı işçilerin yararına olsaydı bugüne kadar çoktan çıkartırlardı. Şu açık ki kıdemin fona devredilmesi kazanılmış hakları ortadan kaldıracak kıdemi kuşa çevirecek bir düzenleme. Referandum öncesi çokça söylediler, hakikatten işçinin yararına olsaydı bir adım atarlardı.

Sendikalar olarak fona karşıyız, Türk İş 30 gün olursa kabul ederiz diye söylüyorlardı ama şu an onlar da karşılar. Hak-İş de geçen yapılan CHP toplantısına katılıp orada muhalefet konuşması yaptı. İşveren örgütleri de karşı, TOBB ve TİSK açıklama yaptı mutabakat yok kalsın diye. İşveren örgütleri kıdem tazminatı tamamen kalksın istiyorlar, esnek çalışma olabildiğine yaygınlaşsın vs. gibi işveren örgütlerinin kendi karlarını artırmak için çabaları var. Hükümet niye ısrar ediyor? Amaçları ne? TİSK işveren dergisinde ‘kıdem tazminatında 30 günlük süre çok fazla 15 güne indirilsin` görüşü belirtiliyor.  Türkiye`de işten çıkartılma maliyeti yüksek diyorlar, istediğimiz zaman işçileri kapının önüne koyalım diyorlar. Başbakan Yardımcısı Mehmet Şimşek ‘işsizlik nedeni kıdem tazminatıdır` diyor. Her 4 gençten birisi işsiz her evde üniversite mezunu işsiz var ve bunun nedeni kıdem tazminatı diyor Şimşek. Faruk Çelik kıdem tazminatı kaldırılmalıdır diyor. Nurettin Canikli dedi ki işveren açısından kıdem tazminatı prangadır diyor. Hükümet esneklik güvencesizlik bakımından ısrarlı, iç borçlanma maliyetinin düşürülmesinde bu fonlar kullanılmakta. Ucuz kredi biçiminde kullanılmasının önü açıldı. AKP bunu daha da geliştirdi. Bütün fonlar ucuz kredi olarak kullandırıldı, hükümetin ısrarının altında yatan bu. İşsizlik sigortası fonunda 2002`den bu yana 114 milyar lira birikirken bunun sadece 14 milyar lirası işsizlere ödendi, sermayeye, hükümetin mega projelerine 30 milyar lira ödendi. İşsizlik sigortası fonundan hükümet tarafından kullanılabilir oranı yüzde 30`dan yüzde 50`ye çıkardı AKP hükümeti. İstihdam seferberliği adı altında başlattıkları yeni uygulama ile işçilerin SGK primi işverenlere ucuz kredi olarak aktarıldı.

Kıdem tazminatı fonunu istemiyoruz. İşverenler ödeme güçlüğüne düşüyor diyorlar, işçiler kıdem tazminatı alamıyor diyorlar. İşçilerin kıdem tazminatı alamama nedeni sistem değil, başta taşeron çalıştırma girdi çıktı yaparak çalışma sistemindeki sıkıntılardır. Bireysel kıdem tazminatı fonu geldiğinde çok ciddi kayıplar yaşanacak, otomatik olarak kıdem tazminatı miktarı düşecek. Kıdem tazminatının fona devredilmesi çok ciddi kayıplar ortaya çıkartacak. İşverenler diyorlar ki aylık yüzde 3`ten daha fazla prim ödemem ama kıdemin maliyeti yüzde 8`dir. Mevcut kıdem tazminatı hakkının korunması herkesin ulaşabileceği sistem kurulması lazımdır. İşveren yükü olarak kalmalıdır. Fona devrederseniz bunun adı kıdem tazminatı olmaz, 30 gün korunmalı, hak etme koşulları oluşturulmalı.

Hiçbir ayrım olmaksızın tüm işçiler kıdem tazminatının yararlanmalı. İşveren iflas ettim diyerek tazminatı ödemezse bu durumda devlet ödeyecek ve işverenden tahsil edecek. Bir fantastik öneri, ödemeyen işçilere hapis ve ceza getirilebilir. Kıdem tazminatı korunmalı güvence altına alınmalıdır. İşçi sınıfı açısından ortak mücadele zeminidir. 2013 yılında kıdemin fona devredilmesi durumunda biz DİSK olarak Diren İşçi olarak eylem yapmıştık. O zaman görmüştük ki Türk İş Hak İş Şube üyeleri bizim eylemlerimize katılmışlardı. 15-16 Haziran açısından bakarsak, bugün açısından çıkartabileceğimiz dersler mücadele, birlik, dayanışma. Birinci ders hak korumak ve kazanmak için fiili meşru mücadelenin olmasıdır. Örgütlü örgütsüz, sendikalı sendikasız A ya da B konfederasyonuna bağlı işçiler, mavi yakalısı, beyaz yakalısı, sanayi hizmet işçisi tüm işçi sınıfının birlik içinde bu mücadeleyi yürütmesidir. Tüm işçi sınıfının ve herkesin ortak mücadelesi olarak düşünüyoruz."

"Toplumsal muhalefet güçlerine de öncülük yapacak bir güce ihtiyaç var"

Panelde son olarak söz alan 18.Dönem Ankara Milletvekili Kâmil Ateşoğulları da şunları söyledi; "Sayın konuşmacılar değindiler, 15-16 Haziran yasada yap0ılan bir değişiklik olarak değerlendirirsek eksik bir değerlendirme yapmış oluruz. 1970`lere gelindiğinde Türkiye`deki ekonomik durum neydi bunu çok iyi bilmemiz gerekiyor. Çok değişik bir ekonomik sıkıntı içindeydik bu nasıl aşılacaktı. Dünya Bankası olsun IMF olsun istikrar programı adı altında saldırıya geçtiler. Türkiye`de yasal önlemler alarak çalışmalar yaptılar, birtakım kazanılmış haklar geri alınmalıydı. İşletmelerin sabit giderleri vardır girdileri vardır, hammadde girdileri lisans hakkı var bir de emeğin tasarrufu vardır. Sendikal örgütleri baskı altına alıp baskı rejimi kurarak bundan işçileri mahrum etmek istediler bunu denediler. 12 Eylül`de Anayasanın 46. Maddesi değişti, çalışanlar ve işverenler izin almaksızın sendika kurarlar yasasını, çalışanları kaldırıp işçi yaptılar, kamu çalışanları sendikaları kapatıldı. 2274 Sayılı Yasa, 1821 Sayılı Yasa, 2822 Sayılı Yasa bir takım kısıtlamalar ve baskılar getirildi. Ardından 1475 Sayılı İş Yasası değiştirildi, işverene geniş işçi çıkartan düzenlemeler getirildi. Kıdem tazminatı işçi çıkartmalarda kullanılacak en büyük aparatlardan biriydi. SSK yasasında değişiklikler yapıldı, emeklilik gittikçe zorlaştırıldı. Yaşlılık aylığı düşürüldü. Bir işveren kendi ödemesi gereken prim işçi adına ödemesi gereken primi, muhtasarla ödemek zorundaydı. Bunu ödemediği zaman ilk ay için yüzde 10 oranında çok ucuz krediler kullanmaya başladı. Bunların olduğu bir yerde 1975`in nisanına geldiğinde yaşlılık fonu iflas etme noktasına geldi.

Özellikle 1979`da emeğin aldığı pay gerçekten çok yüksekken, ulusal gelirin yüzde 33`üyken, gittikçe yüzde 15`lere düşüyor. 12 Mart`ın Genel Kurmay başkanı Memduh Tağmaç ‘toplumsal uyanış ekonomik gelişmenin önüne geçmiştir, bunun durdurulması gerekir` sözleriyle hayata geçen düşüncesi tümüyle sermaye grubunun düşüncesiydi ve gereği yapıldı. Yasalarda düzenlemeler geldi.Özel istihdam bürolarının kurulması çok önemli bir olay. Kamu personel rejimi, devlette çalışan memur kesimle ilgili büyük tehlike var. Sözleşmeli bir personel rejimi getirilecek ve idari mahkemelere dava açma şansları kalmayacak çünkü güvencesiz duruma getirilecek. Devlet memurluğu devletin asli ve sürekli görevlerini devlet erkini kullanarak bir takım görevleri yerine getiren kişilerdir.Bugün işçiler için olan tehlike kamu kesiminde çalışan memurlar için de tehlikeli. İşçi sendikaları KESK`e bağlı sendikalarla birlikte çalışarak bunun üzerine gitmeliler. Bir takım hakları alma koruma ve geliştirme çok açık en çok bunlara ihtiyaç duyanların vereceği mücadele ve öz güçleri ile olur. Toplumsal muhalefet güçlerine de öncülük yapacak bir güce ihtiyaç var burada DİSK`e çok büyük görev düşüyor."

Panel katılımcıların konuşmacılara sordukları soruların yanıtlanması ile sona erdi.

 

 



“SANAL ÇALIŞANLAR GELİYOR” RPA: ROBOTİK SÜREÇ OTOMASYONU BAŞLIKLI WEBINAR DÜZENLENDİ

21.07.2023
 


Çok Okunanlar


18 MART ÇANAKKALE ZAFERİ KUTLU OLSUN!

Okunma Sayısı: 193


Tüm Haberler

Sayfayı Yazdır



 
Oda aidatlarınızı kredi kartınızla güvenli bir ortamda ödeyebilirsiniz.
ÜYE HAKLARI VE GÜVENLİ AİDAT ÖDEME
 

COPYRIGHT © 2005-2024 TMMOB ELEKTRİK MÜHENDİSLERİ ODASI GENEL MERKEZİ
IHLAMUR SOKAK NO:10 KIZILAY/ANKARA
TEL: +90 (312) 425 32 72 (PBX) - FAKS: +90 (312) 417 38 18

KEP ADRESİ : emo.merkez@hs01.kep.tr

 
 
Key Yazılım Çözümleri A.Ş.