MERKEZ ADANA ŞUBE ANKARA ŞUBE ANTALYA ŞUBE BURSA ŞUBE DENİZLİ ŞUBE DİYARBAKIR ŞUBE ESKİŞEHİR ŞUBE GAZİANTEP ŞUBE İSTANBUL ŞUBE İZMİR ŞUBE KOCAELİ ŞUBE MERSİN ŞUBE SAMSUN ŞUBE TRABZON ŞUBE

· 

GENEL

· 

SMM

· 

ÜYELİK İŞLEMLERİ

· 

MİSEM

· 

EMO E-POSTA

· 

FERDİ KAZA SİG.

· 

İMZA YETKİSİ

· 

ENERJİ VERİMLİLİĞİ

· 

SORUN SÖYLEYELİM

· 

ENERJİ KİMLİK BELG.

· 

ENAZ (ASGARİ) ÜCRETLER

· 

YAPI DENETİM

· 

E-İMZA

· 

MESLEKİ SORUMLULUK SİGORTASI

· 

LPG SORUMLU MÜDÜRLÜK

· 

EMBK

· 

KVKK

ENERJİDE PLANLAMA, UYGULAMA VE SONUÇLARI


HABER


 
TMMOB 11. Enerji Sempozyumu`nun ilk gününde düzenlenen panelde, enerjide kaynak ve üretim planlaması yapılabilmesi, dışa bağımlılığın azaltılabilmesi için öncelikle üretim sektörlerinde yaşanan gelişimin değerlendirilmesi ve planlama yapılması, dışalıma bağımlı üretim yapısından kurtulmak gerektiği vurgulandı. Enerjide dışa bağımlılığının teknoloji boyutuyla ele alınması zorunluluğu ortaya konulurken, yenilenebilir enerji tercihinde de teknoloji üretiminin esas olması gerektiği kaydedildi. Enerjide ölçek planlamasının gerekliliği üzerinde durularak, E-5 karayolunun batısındaki sanayi, enerji tesis yükünün kaldırılamaz boyuta ulaştığına dikkat çekildi.
 

TMMOB 11. Enerji Sempozyumu`nun ilk gün programı kapsamında "Enerjide Planlama, Uygulama ve Sonuçları" paneli gerçekleştirildi. Panelin yöneticiliğini üstlenen eski Devlet Planlama Teşkilatı Müsteşarı ve Merkez Bankası Banka Meclisi önceki üyelerinden Prof. Dr. Bilsay Kuruç, enerjinin geleceği ana teması kapsamında şikayet yerine geleceğe dair konuşmalar yapmanın önemine dikkat çekerken, Türkiye`nin henüz 21. Yüzyıl`a girememiş bir ülke olduğunu belirtti. Osmanlı`nın 19. Yüzyıl`ı kaybedince yatırımı öğrenemeden battığını kaydeden Kuruç, 20. Yüzyıl`ı yakalamak için adımların atıldığı Cumhuriyet döneminin büyük bir iddia olduğunu ve sürekli mücadeleyi içerdiğini, bu sempozyumda da bu mücadelenin ışıltılarını gördüğünü ifade etti. Bunu bir deftere yazmak ve bu sayfayı hiç kaybetmemek gerektiğini söyleyen Bilsay Kuruç, Türkiye`nin bugün içine itildiği ekonomik duruma ilişkin şu tespitlerini paylaştı:

"Dünya Sermayesi Türkiye`ye El Koymuş Durumda"

"Dünya sermayesi Türkiye`ye el koymuş durumdadır. Bu rejim, bu model ağır insan ve kaynak zayiatı ile yaşıyor. Bu zayiatı vermeden tıkanır. Ama bu zayiatı verdiği için de tıkanmaya gidiyor. Bu kapitalizm tıkanmaya gidiyor. Türkiye sermaye sınıfının nasıl bir enerji politikası olduğunu, enerjiden ne anladığını bu model sayesinde berraklaştırabiliyoruz.

Türkiye enerjisinin yüzde 75`ini, dışarıdan getirmekle yükümlü. Bu oran giderek büyüyor. Bankacılığın yüzde 70`i dışarıdan. Dünya sermayesi tıpkı enerjide olduğu gibi bankacılığa el koymuş durumda. Şimdi sermaye ait olduğu yere gidiyor, Türk parasından kaçıyor. İthalat ile işleyen bir rejimin içerisinde yaşıyoruz. Bu ithalat kendi rantlarını yaratıyor. Türk sermaye sınıfı enerji alanını çok seviyor. Çünkü çok kolay rantlar var. Kömür santrallarını niye seviyorlar? Özel sektör toplum için değil, kendi için optimizasyon yapar. Maliyet olabildiğince küçük, fiyat daima yüksek olacak. Fiyatın içinde bugün rantlar var. Rantlar siyaset kanalıyla dağıtılıyor. En kolay alan enerji ihaleleri. Dolayısıyla özelleştirmenin bedelini toplum olarak ödüyoruz."

"Yalnızca Enerji Kaynağı Tercihi Sorunları Çözmez"

Kuruç, insan sağlığı ve çevre üzerinden enerji politikalarında sıkıntının kolayca söylenebildiğini, ama buna karşı önlem olarak yenilenebilir enerjinin konulmasının da tek başına sorunu çözemeyeceğini şöyle anlattı:

"Diyelim ki bir gecede bütün enerji kaynaklarımız değişti. Termik santrallar sıfıra indi, yarına yenilenebilir enerji ile başladık, bunun kaçta kaçı yerli? Bunu biliyor muyuz? Rüzgar ve güneş enerjisinin gerektirdiği makine ihtiyacının kaçta kaçı yerli? Kapitalizm daima borçlandırarak işler. Cari açığımız yüzde 10`dan aşağıya düşmeyecek. Dış borcumuz artacak. Yenilenebilir enerjinin Ar-Ge`sini yapabileceğinize inanıyor musunuz? Var mı bu yolda bir tasarımınız, mümkün mü, verirler mi size? Bugüne kadar termik santralı finanse edenler, bundan sonra yenilenebilir enerjiye geçtilerse, o güzelim rüzgar türbinlerinin Ar-Ge`sini size verirler mi? Bugün Türkiye`deki yönetimin bu yönde bir işareti yok. Bu alanda planlama yok, projeler var, çünkü projeler rant getirir. Borçlarınız artmış, neyle karşılayacaksınız? Ülke topraklarınızın bazı kısımlarını vereceksiniz, denizlerinizden vazgeçeceksiniz mesela."

Enerjide Toplumsal Ölçekte Planlama Vurgusu

Bilsay Kuruç, enerjinin bireysel olarak karşılanamayacağını, toplumsal ölçekte sağlanabileceğine vurgu yaparken, "Yerel ölçek de olabilir, ama doğrusu ülke ölçeğidir. Başka türlü planlama yapamazsınız. Cumhuriyeti muhafaza ederek bir enerji sistemi düşünüyorsak; bu toplumsal haktır, onun için istiyoruz. Bunun fiyatlandırması da yine bir toplum kararı olan, toplum kabulü olması gereken planlamaya göre olacaktır" diye konuştu.

Kuruç, planlamaya ilişkin ipuçlarını da konuşmasında şöyle ortaya koydu:

"80 milyon insanı düşünerek planlama yaparken, herkese iş var, herkese kaynak var diye düşünmek lazım. Planlamayı belirli bir büyüme hızı ile düşünmek zorundayız, talep tahminlerini bunların içine yedirmek zorundayız. Son 15 yılda dışarıdan finanse edilen projeleri içeriden yürütebilmek için talep tahminleri abartıldı. Biz buraya 1970`lerin talep tahminlerinin küçük tutulduğu dönemlerden geldik. Oradan dünya yepyeni bir enerji arayışına geçerken, biz nasılsa ithal ederiz diye geldik. Planlamayı unuttuk. Oysa planlama insan aklının doğrudan doğruya kendi iradesini yaratması demek. İradeniz yoksa dış dünyaya, dünya sermayesine tabisiniz. Türk sermayesinin bugün dünya sermayesinin getirdiği projelerin hiçbirine itirazı yok. Bugün sahip oldukları enerji tesislerinden sonra özel sektör enerji alanını kolay kolay da bırakmak istemeyecektir, çünkü belirli siyasi ittifakları da yaratmıştır. Önemli olan merak eden bir toplum yaratmak. Bunun tersi biat eden insan yani razı olan insan. Toplumunuz razı olan insanlardansa, her türlü enerji gelebilir. Eski enerji sistemimize benzeyen kurumlaşmayı nasıl yapacağız? Enerji sisteminin yeni kurumlaşması olmadan, kamusal olmadan, sosyal olmadan bir yeni enerji sistemi kuramayız. Kendi aklımızla ve bir toplumsal güç kurarak yapabilmeliyiz. Bütün bunların adına planlama diyoruz. Bir süreç olarak planlamadan söz ediyoruz."

Turuncu Devrimlerden BOP`a Jeopolitikte Enerji Güvenliği

EMO 39 ve 40. Dönem Yönetim Kurulu Başkanı Kemal Ulusaler, enerji alanını jeopolitik açıdan değerlendiren bir sunum yaptı. Çokça sözü edilen strateji, taktik, stratejik planlama kavramlarını ele aldığı konuşmasında Ulusaler, enerji politikaları belirlenirken iç ve dış faktörlerin söz konusu olduğunu belirterek, bu faktörleri "güvenlik, coğrafi konum, emperyal algılar, teknolojik gelişmeler, iklim değişikliği, bölgesel çatışmalar, işgaller" olarak sıraladı. Güvenlik denildiğinde ilk akla enerji kaynakları açısından arz güvenliğinin geldiğini belirten Ulusaler, petrole bakıldığında yüzde 66`sının Ortadoğu`da olduğunu, hemen arkasından Güney Amerika ve diğer ülkelerin geldiğini; doğalgaza bakıldığında yine Ortadoğu, Suudi Arabistan, İran ve Rusya`nın görüldüğünü anımsattı. Ulusaler konuşmasını şöyle sürdürdü:  

"Küresel aktörler politikaları belirlerken süreç içerisinde dönemin şartlarına göre kendilerine planlar koyuyorlar. Sovyetler`in dağıldığı dönemde bazı haritalar çiziyorlar. Balkanlar bizim için önemlidir diyor önce. Hindistan`ın batısından, yine Ortadoğu`yu kapsıyor, Kafkasları alıp bir çerçeve çiziyor. Gözümüzü dikeceğimiz nokta burasıdır diyor. Süreç değişince bu sefer Büyük Ortadoğu Projesi çizeceğiz diyor. Cebelitarık`tan alıyor, Kuzey Afrika, Kafkasları, Ortadoğu`yu alıp geliyor. Burada kesişen bir nokta var. Ortadoğu bu kesişen kümelerin içerisinde yer alıyor. Bütün ilgi buraya yöneliyor. Çatışmalar, işgaller, savaşlar gündeme geliyor."

Geleceğin Ortadoğu`su Güney Amerika

"Yarın için ne gibi planlar yapıyor küresel aktörler? Geleceğin Ortadoğu`su neresi olabilir?" diye soran Kemal Ulusaler, petrolden artık yüzyıl sonlarına doğru çok fazla bahsedilmeyeceğini, bir günde bin yıllık oluşumun tüketildiği bu süreçte rezervlerin sonuçta tükeneceğini belirterek, bu değişimin işaretlerinin bugün ABD ve Suudi Arabistan`da görüldüğünü kaydetti. "Geleceğin Ortadoğu`su Güney Amerika gözüküyor" diyen Ulusaler, bu savını şöyle temellendirerek açıkladı:

"Süreç özellikle elektrikli araçların kullanımı, enerjinin depolanması yönünde ilerliyor. İşte son dönemde Tesla`nın yaptıkları örnek… Dünya Enerji Ajansı küresel aktörler adına raporlar çıkarır, öngörülerde bulunur. Fatih Birol diyor ki, önümüzdeki 30-40 yıl içerisinde petrolün ölümü söz konusu değil. Çünkü nakliyecilik, taşımacılık, petrokimya sanayi, havacılıkta hala petrol ihtiyaç olacaktır. Bu sözlerin edildiği hafta Tesla elektrikle çalışan ve bir şarjla 1000 km giden bir araç sundu. Süreç öyle hızlı ki; aktörler buna yetişemiyor. Elektrikli araçlar ortaya çıktığında pil teknolojisi ve bunun için madenlere ihtiyaç olacak. Lityum, en fazla Bolivya, Şili`de var. Yani yüzde 75-80`i Güney Amerika`da. Lityum artık beyaz petrol olarak adlandırılıyor. Bunun tedariki oldukça sıkıntı yaratacak. Bizim için önemli olan başka bir şey daha var: Grafit. En çok bulunan yer Türkiye. Bir tek Kütahya`da grafit işleyen tesis var. Grafitin ne olduğunu Türkiye hiç bilmiyor."

Jeopolitik değerlendirme içerisinde yalnızca kaynakların güvenliğinin değil enerji yollarının güvenliğinin sağlanmasının da önem kazandığına dikkat çeken Ulusaler, Çin`in yükselişinin ABD`yi rahatsız ettiğini, Çin`in buna karşı kendi önlemlerini almak üzere deniz ve karayolunu içeren bir hatla enerji taşımacılığını güvenceye almaya çalıştığını anlattı. Bu tür planlamalar yapılırken insanlığın bu süreçlere dahil olmadığının altını çizen Ulusaler, Somali açıklarında korsanlara karşı güvenlik sağlamak üzere Türkiye`den askerlerin gönderildiğini, insanların uluslararası kartellerin güvenliği için neden oğlunu oraya gönderdiğini sorgulamadığını ifade etti.

Ulusaler, Sovyetler`in dağılmasından sonra boş kalan bölgeyi ABD`nin kendi etki alanı içine almak istediğini; bunun için Gürcistan`a yönelik politikaları uygulamaya koyduğunu; Rusya`ya karşı ilk gediği açmaya çalıştığını; bu planı tam olarak tutmayınca doğalgaz hattı açısından büyük öneme sahip Ukrayna üzerine oynamaya başladığını anımsattı. Turuncu devrimlerle yaşanan karışıklıkların ardından Rusya`nın Kuzey Akım ve Güney Akım projeleriyle Ukrayna`yı bypass ettiğini anlatan Ulusaler, "Bu saatten sonra Ukrayna ABD için sıkılmış limon diyebiliriz" dedi.

Jeopolitik planlamalar yapılırken teknolojik gelişmelerin göz ardı edilemeyeceğinin altını çizen Ulusaler, iklim değişikliğini ülkeler hesap etmezlerse, büyük hatalara düşecekleri uyarısında bulundu. Ulusaler, iklim değişikliği nedeniyle HES`lerin su gelirlerinin azalacağını, erozyonun ve buharlaşmanın hızlanacağını, toprak kaymaları gibi sorunlar nedeniyle enerji iletim hatlarının bakım-onarım giderlerinin artıp, elektrik kesintilerinin gündeme geleceğini kaydetti.

Oturum yöneticisi Bilsay Kuruç, Ulusaler`in konuşmasının üzerine bugün dünyada 1. Dünya Savaşı öncesi gibi gizli anlaşmalar yapıldığını, uluslararası hukukun kalmadığını söyledi. Geleceğin "Cam Çağı" olacağı; atom çekirdeğinin parçalanması ve parçacık fiziği ya da yapay zeka çağı olacağı gibi beklentiler olduğuna dikkat çeken Kuruç, "Buna göre hukuk da yeniden inşa edilmesi gereken bir şey oluyor" dedi.

Plansız Bir Dönemin Anatomisi

Makina Mühendisleri Odası Enerji Çalışma Grubu Başkanı Oğuz Türkyılmaz, "Plansız Bir Dönemin Anatomisi" başlıklı sunumunda; 1980`de cunta döneminde temeli atılan politikaların 2002`den sonra eksiksiz sürdürülmesiyle enerji sektöründe dışa bağımlılığı artan, başta planlama olmak üzere toplum çıkarlarını gözeten tüm kurumları ortadan kaldıran, kamusal varlıkları özelleştiren bir yönetim anlayışının egemen olduğunu kaydetti. Dışa bağımlılıkta petrolün yerini doğalgazın aldığını, sanayinin enerji tüketimindeki payı azalırken ulaştırmanın arttığını, elektrikteki üretim artışının doğalgaz ve ithal kömür santralları ile sağlandığını, dağıtım şirketlerinin ve termik santralların özelleştirildiğini anlatan Türkyılmaz, "Tekellere teslim ettiniz ülkenin geleceğini" diyerek tepki gösterdi. Kamu elindeyken kötü olarak görülen tekelciliğe özel sektör elinde izin verildiğini, bugün dağıtım yapan bir şirketin aynı zamanda toptan şirket olduğunu, elektrik üretiminde yer aldığını anımsatan Türkyılmaz, 25 Temmuz`a kadar özel sektöre isterlerse projelerini geri çekebileceklerinin söylendiğini, toplam 12 bin 423 MW`lık projenin geri çekildiğini kaydetti. Bunlar hariç olmak üzere bugün Türkiye`nin 125 bin MW`lık proje stokuna ulaşmış olduğu tespitini dinleyicilerle paylaşan Türkyılmaz, şunları söyledi:

"İhtiyaç olmayan santrallara alım garantisi verdiler. Büyük santrallara YEKDEM garantisi verilmesi saçma bir uygulama. ‘Arz fazlası var, patlar elinizde` dedik. Sonra dinlemeye başladılar. Ne istediğimizi söyleyelim. Enerji kullanımını azaltan, verimli kullanan, yerli ve milli kaynaklar kullanan bir enerji politikasına yönelmeliyiz. Türkiye`de mühendislik birikimi var, yeter ki önümüze engel konulmasın bu teknolojiyi üretiriz. Planlama temel tercih olmalı. Şeffaflaşmayı savunuyoruz. Sadece ÇED değil, toplumsal etki değerlendirmesi, fayda maliyet analizleri yapılmalıdır. Kömür ile ilgili yeni santral projelerine izin verilmemelidir. Çevreye zarar veren santralları o gün durduracaksınız. Akkuyu, Sinop nükleer santralları iptal edilmeli. En verimli toprakların üzerine enerji tesisleri yapılmamalı. Dava açma hakkımızı engellemeye kalkanları biz engellemeliyiz. Kullanılmayan bir hak, hak değildir. Bu hakları kullanılabilir hale getirmeliyiz. Süreç içinde fosil kaynakların payını düşürerek, yenilenebilir enerji kaynaklarının payını artırmak pekala mümkün."

"Türkiye Ekonomisi Üretici Tabanı Kaybetti"

Ankara Üniversitesi`nden Dr. Serdar Şahinkaya, "Sektörler/Kentler ve Anadolu`ya Yeniden Yerleşmek" başlıklı sunumunda, üretici güçlerin ne kadar enerjiye ihtiyacı olduğunun öngörülebilmesi için Türkiye`de üretici sektörlerinin 1923`ten 2015`e uzanan gelişimini ele almak gerektiğini belirtti. Türkiye`nin büyüme sürecini 2015`ten sonra takip edebilmenin TÜİK operasyonuyla imkansız hale getirildiğini anımsatan Şahinkaya, tarımın payının 1923 yılında yüzde 56.5 olduğunu, zaten o dönemde ülkenin 13.5 milyon nüfuslu bir köylü ülkesi olduğunu; bugün tarımın payının yüzde 7.5`e gerilemiş olmasının ise 80 milyonluk bir ülke için aslında mutlak açlık ve yoksulluk anlamına geldiğini kaydetti. "O zaman saman da çoban da ithal edersiniz" diyen Şahinkaya, içinde turizm, eğitim, sağlık, eğlence, gayrimenkul ve inşaatı barındıran hizmetler sektörünün payının 2015`te milli gelirin yüzde 73.4`üne ulaştığını belirterek, gelinen noktaya ilişkin şu değerlendirmeyi yaptı:

"Üretici tabanı Türkiye ekonomisi kaybetmiş durumda. 37 yıldır sürdürülen neoliberal model, üretimi Türkiye`nin tahayyülünden sildi. Türkiye`de insanların beyin kıvrımını medya ütüledi. Onun için borsa arttı, döviz arttı azaldıyla meşgulüz. İmalat sanayinin GSYİH içindeki payı 1998`de yüzde 23.64, 2015`te yüzde 15.59. Onun için her 4 gençten 1.5`i işsiz. 98`den itibaren çökmesinin bir nedeni var. Derviş`in tekrar Türkiye`ye davet edildiği süreç. Bağımsız Sosyal Bilimciler analiz ederken 98 sonrasını şunu söyledik: ‘Farklı hükümetler, tek siyaset.` Bunun başlangıcı 1998 yılında yakın izleme anlaşmasının imzalanmasının tarihidir. İmalat sanayi behemahal çökmüştür. Fert başına 10 bin dolar geliri, orta gelir tuzağı diye söylüyorlar, bu tuzaktan çıkmak için imalat sanayinin payı yüzde 40 bandına yakın olmalı. Oysa, biz daha 15.6`lardayız. Sadece imalat sanayi payını yükseltmek de yetmez, üretim yapısını da değiştirmemiz gerekiyor. Neden? İmalat sanayinin ithalatı ile üretim endeksini karşılaştırdığımızda, birbirleriyle bu kadar senkronize davranan iki ekonomik veri bulamazsınız. Bu, ithalat yapamıyorsanız, üretemiyorsunuz demektir. İthalata bağımlı yapıyı da mutlaka değiştirmek lazım. Kendi aklımızın ürünü strateji ile planlamak lazım."

Türkiye`nin Büyüme Karnesindeki İpucu

Sunusunda Türkiye`nin büyüme karnesine yer veren Serdar Şahinkaya, 1924-2015 döneminde yıllık ortalama büyüme hızının yüzde 4.9 olduğunu; bu ortalamanın "yeniden inşa ve devletçilik" denilen 1924-39 döneminde yüzde 7.8, kamu öncülüğünde yeniden planlamaya Türkiye`nin sarıldığı 1962-78 döneminde yüzde 5.7 ile aşıldığını kaydetti. Buna karşın neoliberalizmin uygulandığı 1980-2015 döneminde ise ortalamanın altında kalındığına dikkat çeken Şahinkaya, baz yıl olarak 2001`in alınmasına da itiraz ederek, "Bizim aklımızla kimse alay edemez. Hesap kitap ortadadır" dedi.

Ekonomideki Mekansal Adaletsizliğin Ağır Yükü

Serdar Şahinkaya, iktisadi faaliyetlerin mekansal dağılımı çalışmasıyla E5 Karayolu`nun batısında kalan illerdeki yoğunlaşmanın kaldırılamaz bir noktaya geldiğini ortaya koydu. İstanbul`un tek başına 2003 yılında tüm işletmelerin yüzde 23.2`sini, çalışan sayısı açısından yüzde 30.4`ünü, maaş ve ücretler açısından yüzde 37.3`ünü, toplam ülke cirosunun yüzde 37`sini, yatırımların da yüzde 32.8`ini kapsar durumda olduğuna dikkat çekti. Böyle bir büyüklükte planlamanın da imkansızlaştığını belirten Şahinkaya, "Bu kadar adaletsizliği bu coğrafya taşımamalıdır" dedi. Yine İstanbul`un dışsatımının 77, dışalımının 118 milyar dolar olduğunu, yani Türkiye`nin toplam dışsatımının yüzde 53.5`ni, dışalımının da yüzde 56.9`unu gerçekleştirdiğini bildiren Şahinkaya, bankacılık sektöründen İstanbul`un aldığı kredi payının 2011`de yüzde 41.5`ken 2016`da yüzde 43.6`ya yükseldiğini kaydetti.  Şahinkaya, "Daha neyin finans merkezi yapacaksınız" diyerek, İstanbul`un finans merkezi yapılacağına ilişkin söylemleri eleştirdi.

Sektörlerin gayrisafi yurtiçi hasıladaki payına bakıldığında da iktisadi faaliyetlerin mekansal sıralamasına paralelliğin görüldüğünü belirten Şahinkaya, gelir dağılımındaki büyük çarpıklığın da sürdüğüne işaret etti. "Kişi başına milli gelirlere baktığımızda durum çok daha dramatik" diyen Şahinkaya, Türkiye`de 2004 yılında 5 bin 961 dolar olan kişi başına ulusal gelirin 2014`te 12 bin 112 dolara çıktığını, ancak milli gelirden az pay alan illerde durumun giderek kötüleştiğini, düzelme yerine tam tersine bu illerde fakirleşmenin arttığını, bu yapının taşınmasının gerçekten zorlaşmış olduğunu kaydetti.

Kapitalizmin Eşitsiz Yasası`nın Karşısında Durmak…

Serdar Şahinkaya konuşmasının sonunda ekonomideki adaletsizliğin ve ülkenin üretimsizlik zincirinden kurtulmasının yollarına ilişkin önerilerini şöyle açıkladı.

"Kapitalizmin eşitsiz yasası çalışıyor. Onca teşviğe rağmen bir şey olmuyorsa, o zaman kapitalizmi de Türkiye`nin teşvik sistemini de sorgulamamız lazım. İnsan ve kaynak zayiatı yüksek bir model uygulanıyor. Türk sanayisini bir antrepo sanayiye dönüştürdüler. Hong-Kong`un ilk dönemlerindeki gibi. Başta imalat sanayi olmak üzere Türkiye ekonomisini yeniden yapılandırmamız lazımdır. İktisadi kalkınma perspektifi planlamasız olmayacak. Teşvik kadar caydırıcılığı da düşünmemiz lazım.

Böyle bir tasarımın başlangıcı Gümrük Birliği`ni askıya almaktan geçer.  "Ey Brüksel" diye hiddetlenmekle olmuyor. İthal ikamesi ve sektörel öncelikleri yeniden düşünecekseniz, serbest piyasa mekanizmasıyla olacak iş değil. GB ile olacak iş, hiç değil. Almanlar 2013`ten bu yana Endüstri 4.0 uyguluyorlar. Biz bunu anlamaya çalışırken, Japonya`dan Endüstri 5.0 şöyle olacak diye ses geldi. Kendilerini yenileme kabiliyeti olan ileri teknolojili sektörleri düşünmemiz lazım. KİT`ler zarar eder kompleksinden kurtulmamız lazım. Amentü gibi insanların beynine kazıdılar bu memlekette. TMMOB`nin genç üyelerine 6 ciltlik mühendislik ve mimarlık öykülerini yeniden okumalarını öneriyorum. Çünkü 7. cildi yazamayacaklar. O başarı öykülerinin yazıldığı tesisler artık yok. 7. cildi yazacaksak, TMMOB ile birlikte yeni tesisler yapacağız biz. Bunları yaparsak enerji planlaması ve ihtiyacını ondan sonra konuşabiliriz. Rasyonel korumacılığı yeniden düşüneceğiz. Batı nasıl yapıyorsa, Uzakdoğu Asya`nın iktisadi zaferlerinin ardında hangi projeler yatıyorsa yapacağız. 1930`larda yaptık yine yapabiliriz. İhracatta sübvansiyonları düşünebiliriz. DTÖ, GATS ile yeniden müzakere mümkün. Devletin elindeki bankaların plasmanları, Zarraf vb.  üç kağıtçıların operasyonlarına değil, ülkenin reel sektörü, fabrikalarına yönlendirilecek. Büyük strateji içinde yol gösterici yatırım planlaması olmazsa olmaz, eğer olursa o planlamadaki aktörler bir nevi ‘sinyal etkisi` vererek, diğer sektörleri sürükleyecek. Yaratıcılığı kullanacak ve kaybedenleri seçmeyeceğiz."

Santrallar Güvenilir Kapasitelerinin Altında Çalışıyor

MMO Enerji Çalışma Grubu Üyesi Orhan Aytaç, 2016 yılsonu itibarıyla 78 bin MW`lık kurulu güçte fosil yakıtların yüzde 56, üretimde yüzde 67 payı olduğunu, üretimde ithal yakıtın payının da yüzde 51 olduğunu kaydetti. Bu yıl yatırımdan vazgeçenleri düşerek, sadece lisans almış yatırımlara bakıldığında 2020`de 92 bin 88 MW, 2023`te 111 bin 33 MW kurulu güce ulaşılacağını belirten Aytaç, fosil yakıtların da kurulu güçteki payının yüzde 55, üretimdeki payının da yüzde 65-70 arasında olacağını bildirdi. Aytaç, dünyada ise fosil yakıtın payının 2025`te yüzde 58`e, 2040`da yüzde 40`a düşürülmesinin hedeflendiğini ifade etti.

"Kurulu güçle en yüksek anlık tüketim arasındaki makas yıllardır açılıyor, 2009`dan beri de daha geniş açılıyor" diyen Aytaç, TEİAŞ`ın güvenilir üretim kapasiteleri esas alındığında santralların üretimlerinin bu güvenilir üretim kapasitesinin hep altında kaldığına dikkat çekti. Yeterli verimde, iyi işletilmeyen santrallar bulunduğu ve arz fazlalığına gidildiği tespitini paylaşan Aytaç, konuşmasını şöyle sürdürdü:

"Haziran 2016`da kurulu gücümüz 76 bin MW civarında. En yüksek ihtiyaç 44 bin 700 MW. Yani yüzde 58`i kadar anlık kullanımı var. Tüketime baktığımız zaman sadece güvenilir kapasitelerini düşünsek bile 70 bin MW az ürettiklerini, güvenilir kapasitelerinin ancak yüzde 80`ini kullandıklarını, yüzde 20 fazla kapasiteleri olduğunu saptırıyoruz. 2023`te baz değerlerle anlık enerji kullanımının kurulu kapasiteye oranı yüzde 50 civarında olacak, tüketimde ise kapasitenin ancak yüzde 68`i kullanılacak diye öngörüyoruz. Yeni yatırımlarda fosil ve uranyum yakıtlı santral projelerinden kaçınan, yenilenebilire öncelik veren yatırımlar yapılması arz güvenliği açısından mümkün. Yenilenebilirde doğal ve sosyal çevrenin korunması şartı ile öncelik verilmelidir. Kaynak, üretim ve yatırım planlaması yapılmalıdır."

Plansız Arz Fazlasından Ölümcül Çevreye Uzanan Yol

Orhan Aytaç, sunumunda plansız arz fazlalığı oluşturacak bu yatırım planlamasının mekansal açıdan da sorunlu olduğunu ortaya koydu. Yeni yapılmak istenen santralların belirli bölgelerde toplulaştırıldığını anlatan Aytaç, Zonguldak`ta şu anda 4`ü çalışan olmak üzere 13 termik santral olmasının istendiğini, Çanakkale-Balıkesir Bölgesi`nde çalışanlarla birlikte 19 adet santral projesinin ortalıkta gezdiğini, yalnızca Lapseki-Biga arasında 2`si lisans almış 11 adet çoğunluğu ÇED raporu almış santral yapma hevesi bulunduğunu bildirdi. Mersin, Adana-Hatay genelinde çalışan ve niyetlenilenler dahil olmak üzere kömür termik santral projesinin 23`e vardığına dikkat çeken Aytaç, "Yumurtalık-Ceyhan arasına tespih tanesi gibi dizilmiş, 18 santral. Bir planlama nasıl böyle olabilir? Nasıl yan yana santral koyabilir, adı ÇED olan bir planda bunu nasıl yazarsınız?" diyerek tepkisini dile getirdi.

Orhan Aytaç, Çevre Mühendisleri Odası`nın raporundan da bazı bilgileri aktarırken, Çanakkale bölgesinde 13 milyon metrekarelik bir orman arazisi üzerine santral kurulumunda kaç ağaç keseceğini bildiren yalnızca 3 santral için 50 bin ağacın yok edileceğini, bunun 100 bin tona yakın karbondioksit tutma kapasitesinin yok edilmesi, aynı zamanda oksijen üretiminin de yok olması anlamına geldiğini kaydetti. Yan yana kurulacak bu santrallar için hazırlanan ÇED raporlarının birbirinden bağımsız ele alınmasının kümülatif etkiyi görünmez kıldığını anlatan Aytaç, her biri için yasal sınırları geçmeyecek ölçüde çevreye zarar verileceği iddiasının toplamda geçersizleştiğine dikkat çekti. Aytaç, son olarak TEMA ve Temiz Hava Hakkı tarafından Çanakkale bölgesinde mevcut ve planlanan 16 termik santral üzerinden yapılan modelleme çalışması sonucunda hastalık artışlarının olacağının tespit edildiğini kaydederken, Gerze, Aliağa gibi bölgelerde toplum yararına aykırı projelere karşı mücadelelerin etkin olabildiğini gördüklerini ifade  etti.

Panelin sonunda katılımcılara plaket verilirken, Prof. Dr. Bilsay Kuruç‘a TMMOB‘nin yaptığı çalışmalara bugüne kadar verdiği katkılar nedeniyle TMMOB Enerji Sempozyumu Onur Ödülü sunuldu. 



TELE 1- SABAH PUSULASI

28.03.2024
 


Çok Okunanlar


ANKARA ŞUBE GENEL KURULU YAPILDI

EMO 49. OLAĞAN GENEL KURULU HAZİRUN LİSTESİ ASKIYA ÇIKIYOR

FUKUSHİMA FELAKETİNDEN DERS ALMALI VE NÜKLEER GÜÇ SANTRALI GİRİŞİMLERİNİ SONLANDIRMALIYIZ!

ÇEVRİMİÇİ SEMİNER: ENDÜSTRİYEL UYGULAMALARDA ZAMAN VE SENKRONİZASYON

EMO HASAN BALIKÇI ONUR ÖDÜLÜ’NÜN SAHİBİ MÜCELLA YAPICI OLDU

EMO HÜKÜMETİ NÜKLEER SANTRAL İLE İLGİLİ UYARDI: SONLANDIRIN! (TRAKYA DEMOKRAT)

EMO: FUKUSHİMA NÜKLEER FELAKETİNDEN DERS ALINMALI! (ENERJİEKONOMİSİ.COM)

EMO’DAN FUKUSHİMA’NIN YILDÖNÜMÜNDE ‘AKKUYU’ UYARISI (BASKENTGAZETE.COM.TR)

NİTELİKLİ YAĞMA (GÜNLÜK EVRENSEL)

GÜNEŞ VAR ETTİ, SANTRALI YOK EDECEK (BİRGÜN)

Okunma Sayısı: 382


Tüm Haberler

Sayfayı Yazdır



 
Oda aidatlarınızı kredi kartınızla güvenli bir ortamda ödeyebilirsiniz.
ÜYE HAKLARI VE GÜVENLİ AİDAT ÖDEME
 

COPYRIGHT © 2005-2024 TMMOB ELEKTRİK MÜHENDİSLERİ ODASI GENEL MERKEZİ
IHLAMUR SOKAK NO:10 KIZILAY/ANKARA
TEL: +90 (312) 425 32 72 (PBX) - FAKS: +90 (312) 417 38 18

KEP ADRESİ : emo.merkez@hs01.kep.tr


Diğer birimlerin iletişim bilgileri için tıklayınız

 
 
Key Yazılım Çözümleri A.Ş.