MERKEZ ADANA ŞUBE ANKARA ŞUBE ANTALYA ŞUBE BURSA ŞUBE DENİZLİ ŞUBE DİYARBAKIR ŞUBE ESKİŞEHİR ŞUBE GAZİANTEP ŞUBE İSTANBUL ŞUBE İZMİR ŞUBE KOCAELİ ŞUBE MERSİN ŞUBE SAMSUN ŞUBE TRABZON ŞUBE

· 

GENEL

· 

SMM

· 

ÜYELİK İŞLEMLERİ

· 

MİSEM

· 

EMO E-POSTA

· 

FERDİ KAZA SİG.

· 

İMZA YETKİSİ

· 

ENERJİ VERİMLİLİĞİ

· 

SORUN SÖYLEYELİM

· 

ENERJİ KİMLİK BELG.

· 

ENAZ (ASGARİ) ÜCRETLER

· 

YAPI DENETİM

· 

E-İMZA

· 

MESLEKİ SORUMLULUK SİGORTASI

· 

LPG SORUMLU MÜDÜRLÜK

· 

EMBK

· 

KVKK

39. DÖNEM ÇALIŞMA RAPORU


40. Olağan Genel Kurulumuzu gerçekleştirmekte olduğumuz bugünlerde dünya yeni bin yıllık sürece evirilmekte. Bizler gençlik günlerimizde sinemalarda 2001 Uzay Yolu Macerası filmlerini izlerken bambaşka bir yeni bin yıl düşlemekte idik. Yine o gençlik yıllarında dünyayı ve ülkemizi değiştirme, dönüştürme iddiasında idik ve umut yüklüydük. Geleceğe bakışımızda güven ve kararlılık vardı. Güzel bir dünya, insanların barış ve refah içinde yaşamı, sanki hemen bir adım önümüzde idi.

O günlerden bu yana köprülerin altından çok sular aktı ve düşleri yel üfürdü sel götürdü. Son yirmi beş yıllık değişim bizi bugün tekrar yolun başına getirdi. 2001 Uzay Yolu Macerası, finans-kapital zorbanın yeni dünya düzeni adı altında dünyayı yeniden biçimlendirmesine karşı yeni bir mücadeleye, çok daha zorlu bir maceraya bizleri sürüklüyor.

Ne oldu da 25 yılda bugünlere geldik?

1980’li yıllar, SSCB’nin dağılması ile kapitalizm yeni bir evreye girdi. Çok uluslu şirketlerin dar çıkarlarını gözeten neoliberal ekonomik ve sosyal politikalar devreye sokulurken, ulus devlet aşınma sürecine girdi. Merkez ülkeler, hegemonyalarını tek bir süper gücün gölgesinde sürdürmekte iken, çevre ülkelerin çoğu kompradorlaştırıldı.

Bunda finans-kapital zorbanın finans araçları IMF ve DB önemli rol oynamaktadır.

Samir Amin’in beş tekel dediği; ileri teknoloji tekeli, finans akımlarını denetleme tekeli, kritik öneme sahip doğal kaynaklara ulaşma ve denetleme tekeli, kitle iletişimi ve medya alanındaki tekel ve kitle imha silahları alanındaki tekel, hegemonyanın özünü oluşturmakta.

1980’li yıllardan bu yana tüm dünya düzeni çok hızlı bir biçimde küreselleşme adı altında yeniden yapılandırılıyor. Burada hedeflenen her türlü kısıtlılıktan uzak tek bir pazar ve insanlığın bu pazara biatıdır. Apolitikleşmiş kitlelerden oluşan, iç hukuku ile zaman zaman uluslararası sermayeye ayak bağı olan ulus devletin de giderek sönümlendiği bir dünya yaratmak da, az önce değindiğimiz gibi bu hedefin içindedir.

Genel ifade ile G8’ler diye tanımlayacağımız ülkeler ve yine bu ülkeler orijinli çok uluslu şirketler, stratejik hedeflerine ulaşabilmek için sosyolojik, siyasal ve ekonomik araçlar/yapılanmalar oluşturdular. Dünya Ticaret Örgütü, Dünya Bankası ve IMF bunların ekonomik ayağıdır. Bu kurum ve kuruluşlar aracılığıyla özellikle üçüncü dünya ülkelerine eski teknolojilerini aktarıp onların teknolojik ilerlemelerini engellemiş, ithal ikameci sanayileşmeye zorlamış, yardım ve hibe programları ile dışa bağlılıklarını pekiştirmiş ve aşırı borç yükü altında teslimiyetçi politikalar izlemelerini sağlamayı başarmışlardır.

Fikret Başkaya, “Piyasa ekonomisi retoriği ve kendi kendini düzenleyen pazar efsanesine dayalı söz konusu politikalar talebin sürekli daralması ve daralmanın süreklilik kazanmasıyla sonuçlanıyor. Talebin sürekli daralması sermayenin ‘verimli’ bir biçimde yatırımlara yönelmesinin önünü kesiyor. Verimli bir biçimde kullanılmayan sermaye demek, toplu değersizleşme riskinin de büyümesi demektir. Sermaye işte bu toplu değersizleşme riskini ortadan kaldırmak için kısa vadede yüksek kar vaat eden alanlara ve spekülatif faaliyetlere yöneliyor. Özelleştirmeler de doğrudan bu durumla ilgilidir. Böylece sermaye, pazarın sürekli daraldığı koşullarda, hazır bir pazar olan kamu işletmelerine el koyuyor veya geleneksel olarak kamu tarafından sağlanan hizmetlerde bir değerlenme alanı buluyor” derken, buradan iki sonuç çıkabileceğine işaret ediyor:

Birincisi, küresel bir finansal kriz her an patlayabilir.

İkincisi, küresel bir finansal kriz, dünya üretim sistemini çökertebilir.

Bu ve buna benzer tespitler yapılırken, egemen iktisat dili (malum pabuç dil...) etkin piyasalar, hantal devlet, verimsiz KİT’ler ve özelleştirmenin meziyetleri söylemi ile IMF’nin ekonomi politikalarını ve sosyal hakların budanmasını, geriye götürülmesini uyum adına yetenek, beceri olarak lanse ediyor. Gelinen noktada YDD çerçevesinde küreselleşmenin mutlaklığı, seçeneksizlik-kaçınılmazlık söylemleri ile besleniyor. Kamu bürokratlarının pek çoğu da bunu benimsemiş, içselleştirmiş durumdadır.

Artık düzenleme ve denetim işi bile tek başına devlete bırakılmıyor. Bağımsız olduğu söylenen kurullara terk ediliyor. Ekonomiden el/etek çektirilen devletin diğer alanlardaki durumu ne? Örneğin Hukuk Devleti hala ayakta mı?

DB ve IMF, AB direktifleri doğrultusunda yasalar değiştiriliyor, Anayasa değiştirilerek devletçilik yanına özelleştirme-serbestleştirme getiriliyor, sözün özü Anayasa by-pass ediliyor. Diğer yandan Danıştay’a baskı uygulanarak hukuk devletinin içi boşaltılıyor.

Ufukta beliren küresel finansal krize doğru yelken açmış bir ülkede büyüklere büyüme masalları anlatılıyor. Yatırım ve üretimin olmadığı, katma değeri düşük imalata/üretime, ucuz iş gücü, esnek üretim politikalarına, doğal kaynakların kuralsız tüketimine dayalı ve kamu varlıklarının satışından nemalanan bir büyüme...

Gerçekler ise bambaşkadır;

Dünyanın en borçlu ülkelerinden biriyiz.

İnsani gelişmişlik endeksi açısından gerilerde kalmışken, her geçen gün yaşam standardı daha da düşmektedir.

Türkiye, yapısal önlemler sonucu sosyal güvenlik haklarından yararlanamayan insanlar ülkesidir. On beş milyon civarında vatandaşımız sosyal güvenlik hakkından yaralanamamaktadır. Buna karşılık bu haklardan yararlananlar ise kaliteli hizmet alamamaktadır.

Sağlık ve eğitim hakkı başta olmak üzere bir çok kamu hizmeti giderek satın alınan; yalnızca varsılların ulaşabildiği, yoksulların ise erişemediği hizmetler haline gelmiştir.

Genel olarak vergi yükü ve özel olarak dolaylı vergi yükü çok yüksek orandadır.

İstihdam verileri büyük olumsuzluklar taşımaktadır. İşsizlik oranları giderek yükselmekte, ekonomik büyümeye koşut istihdam alanları açılamamaktadır. Genç işsizliğinin tırmandığı ülkede, nüfusun yarısını oluşturan kadınlar, istihdam alanından çekilerek evlerine kapatılmaktadır.

Gerçekleştirilen özelleştirmeler sonucu bir çok kamu kuruluşu yerli ve yabancı sermayeye bağışlanırcasına terk edilmektedir. Bugün gerek siyasi karar vericiler tarafından, gerek egemen iktisat dillerince, gerekse uydu medya tarafından büyüme, düşük enflasyon, başarılı reform vb. masalsı söylemler, iş ve finans dünyasının göz boyama eylemleri bizlere on yıl öncesinin Meksikasını çağrıştırmaktadır. Benzeri söylemlerle şişirilen Meksika ekonomisindeki mali ısınma, siyasal reformlardan çok, temelde küresel finansın tek bir olgusu tarafından yönlendirilmişti. Meksika olayı tıpkı 2001’li yıllardaki Türkiye gibi gelişmekte olan ulusların kendilerini küresel sermayenin hayvani iç güdülerine bıraktığı zaman, en dehşet verici şartlarda adeta şeytanla iş yaptığını ortaya koymaktadır. Likidite küresel sistem içerisinde daha yüksek getiriler arayarak çalkalandıkça, bir ulus kendisini dışarıdan gelen ve baş döndürücü bir ısınmayı ateşleyebilen “sıcak para”ya gark olmuş durumda bulabilir ya da yabancı paranın herhangi bir nedenle ülkeden ayrılmaya karar vermesi halinde ani bir kredi açlığı çekebilir. Bizler bu rehin alınmışlığı ve vaat edilen refahın nasıl bir yanılsama içerdiğini beş yıl önce çok somut bir biçimde yaşamadık mı? “Değişim, ancak içeriden açılan bir kapıdır” lafzına denk düşecek bir biçimde ülkenin zenginliği ve refahı, ancak o ülke vatandaşlarının iradeleri, inançları ve çalışmaları ile gerçekleşebileceği görüşündeyiz.

Bu bağlamda Meksika için NAFTA ne anlama geliyorsa Türkiye için de AB benzer bir durum içermektedir.

Değerli delege arkadaşlarım;

Konuşmamın başından bu yana sözünü ettiğim gelişmeler çerçevesinde finans–kapital zorba hegemonyasını çevre ülkeleri içeriden teslim alamadığı durumlarda şiddete, saldırıya, savaşa ve işgale başvurarak gerçekleştiriyor. Dünyada her yıl konvansiyonel silahlarla 500.000’in üzerinde insan ölüyor; yani dakikada bir kişi. Dünya üzerinde her on kişiye 1 silah ve her bir kişiye 2 mermi düşmekte. Ve dünya ülkelerinin üçte biri, sağlık hizmetleri için harcadığı paradan daha fazlasını silahlanmak için harcıyor.

Gelişmekte olan Uzakdoğu ile enerji kaynaklarının arasında yangın koridorları oluşturmak ve enerji kaynaklarının denetimi ile enerji yollarını güvence altına almak amacıyla önce Afganistan’a ardından Irak’a giren ABD, bölgeye yönelik projelerini adım adım hayata geçirmektedir.

ABD, 11 Eylül sonrası kitle imha silahları arama bahanesi ile kendine ülkelere demokrasi götürme görevini biçince, saldırının da altyapısını kendince oluşturmuştu. Aslında asıl amaç ve strateji, dünya ve Türkiye için çok açıktı ve durumu Thomas P.M. Barnet şöyle özetliyordu:

“Amerikalılar, şimdiye kadar yaşadığımız 11 Eylül ve iki büyük savaş sonunda, ABD ölçüsünde başka bir gücün olmadığını anlamış bulunuyorlar. Ayrıca dünyanın gerçekten ne olduğunu görmeye başlıyoruz: Küreselleşmenin İşleyen Merkezi’ne kendilerini aktif bir şekilde entegre etmiş toplumlar ile küreselleşmeye Entegre Olmamış Boşluk’un tuzağına düşmüş olanlar – yani büyük oranda küresel ekonomiyle ve istikrarı tanımlayan kurallar dizisiyle ilişkisiz olanlar.

Bu yüzyılda tehlikeyi tanımlayan şey bağlantısız olmaktır.

Sık sık bana sorulan bir soru var, ‘Neden Türkiye, Küreselleşmenin İşleyen Merkez’i tanımınızda yer almıyor?’

Ben, Türkiye’yi küreselleşmenin Entegre Olmamış Boşluğu tanımının ya da küresel ekonomiyle en az bağlantılı ve bu yüzden de kitlesel şiddet ve çatışma riskine en açık ülkeler grubu içine dahil ettim. Bunun üç nedeni var.

Amerika’yı güvenli hale getirmenin en hızlı yolu İran, Kuzey Kore, Suriye gibi en tehlikeli ve bağlantısız devletlere karşı önceden sert bir şekilde müdahalede bulunmaktır ya da temel olarak , ‘Sıradaki kim?’ stratejisidir.

Kuzey Kore’nin Kim Jong-il’i devrildikten sonra en azından rejimin terörist gruplara ve El-Kaide’ye desteği sebebiyle İran bizim için listenin başında yer alacaktır.

Amerika, Orta Asya’da ve İran Körfezi’nde savaşa hazırdır çünkü, bu bölgeden akan enerji küresel bağlantının korunması bakımından önemlidir.

Ortadoğu, Merkez’e katılana kadar biz asla Ortadoğu’yu bırakmayacağız. Bizim güvenlik ihracımız olmasa bu bölge Rusya, Çin, Hindistan, İran ve Türkiye gibi bölgesel güçlerin büyük oyunlarının oynandığı bir alandan başka bir şey olmayacaktır.”

Görünen o ki ABD Ortadoğu’da kalıcıdır.

Bu durumda yapılacak olan 1 Mart’ta ‘savaşa hayır’ diyen yüzbinler ile yeniden yeniden savaşa karşı duruşu örgütlemek, sokaklarda, meydanlarda mücadeleyi yükseltmektir.

İşte bu nedenle TMMOB ve EMO Mayıs ayında Atina meydanlarından tüm dünyaya bir kez daha savaşa hayır diye haykıracaktır.

Ve elbette ki tüm dünyada olduğu gibi ülkemizde de kirli savaşa hayır demekteyiz. Barış isteyen aydınlara karşı “Aydınlıkları, kerameti kendinden menkul, aydınlattıkları

çevrenin de kaç lüks olduğu bilinmeyen bir grubun, bazı yandaşları ile birlikte kurulurken ulus devlet formu üzerine inşa edilen Türkiye Cumhuriyeti’nin üniter yapısını bozmaya yönelik girişimlerini nefretle kınıyorum” diyerek, hem aydınlara hem de Kürt sorununu dile getiren Başbakan’a göz dağı vermek isteyenlerin barışı talep etmeleri elbetteki olanaksızdır. 1998 TMMOB Demokrasi Kurultayı’nda Kürt Sorunu başlıklı metnin ilk paragrafı; “Ülkemizin en temel sorunlarından olan Kürt sorununun, demokrasinin Türkiye’de tüm kurum ve kurullarıyla köklü bir şekilde yerleşmesi önünde engel olduğu, bu sorunun demokratik yollarla çözülmeyişinden ötürü sürdürülmekte olan savaş -yıl 1998- ülke kaynaklarını tüketmekte olduğu gibi, ülkenin gelecekteki ekonomik, siyasal, sosyal ve kültürel gelişimini de ipotek altına almaktadır. Kürt sorunu tarihsel, siyasal ve sosyal boyutları olan bir sorundur” şeklinde başlayıp, son paragrafı “Barış, ancak demokrasi, özgürlük ve insan haklarının olduğu bir ortamda yaşama geçirilebilir. Kürt sorunu emperyalist ülkelerle ve bölgede anti-demokratik devletlerin çıkarları ve kirli emelleri doğrultusunda değil, demokrasi ve özgürlük taleplerine uygun demokratik, adil, eşitlik temelinde barışçıl yöntemlerle çözülmelidir” diyerek çözüm önerisi ile tamamlanmaktadır.

Bugün yaşananlara baktığımızda bu çözümden ne kadar uzakta olduğumuzu görüyoruz. Şemdinli’de provakasyonun üstünü örtmek isteyenlerin yargıdan kaçması, ne yazık ki TMMOB’nin söylemlerinden ve çözüm önerilerinden ne kadar uzakta olduğumuzu bir kere daha göstermektedir.

Yine günümüzde sıkça yaşanan faşist güruhların, o azgın şiddet eylemcilerinin afiş asmak, nü resim yapmak gibi en doğal eylemlere bile tahammülsüzlükleri ve linç girişimleri, bizlere geçmişte uygulanan oyunları hatırlatmaktadır. Özellikle güvenlik güçlerinin olaylara müdahalede zayıf kalmaları, izleyici pozisyonda olmaları Sivas katliamını bir kez daha anımsatmaktadır. Fakat bu toplum, bizler, biz mühendisler aynı oyunun bir daha oynanmasına asla izin vermeyeceğiz. Bu böyle biline.

Değerli konuklar, sevgili delege arkadaşlarım;

İçinde bulunduğumuz süreçte AKP iktidarı son yirmi beş yılda görev yapmış olan siyasi yapılanmalardan çok da farklı bir rota izlemedi. Hatta onlardan çok daha uyumlu bir şekilde finans-kapital zorbanın küresel politikalarını uyguladı. Geçmiş hükümetlerin uyguladıkları politikalar ile enerji alanında ülkeyi tam bir çıkmaza soktuklarını sık sık dile getiren AKP Hükümeti’nin, bugün gelinen noktada eleştirdikleri yanlış uygulamaları aynen sürdürdükleri görülmektedir. Al ya da öde anlaşmaları aynı biçimde uygulanmaktadır. Rusya Federasyonu ile yapılan çeşitli toplantılardan çıkan sonuca bakılırsa bugün dünden daha da vahim noktadayız. Fiyatları bir adım geri çekip iki adım öne almışlardır. Yani bugün dünden daha pahalı doğalgaz almaktayız. Formül değişiklikleri hiçbir olumlu sonuç doğurmamıştır.

Bütün bunların yanında Rusya Federasyonu doğalgaz piyasamıza sokulmuş olup, Rusya’ya bağımlılık pekiştirilmiştir. İran ile yapılan doğalgaz anlaşmaları da aynı şekilde kalmış olup olumlu bir gelişme gerçekleştirilememiştir. Bunda ABD ile yakın politikaların sonucu nükleer enerji konusunda İran’a karşı alınan hasmane tavır sinyallerinin payı da bulunmaktadır. YİD sözleşmelerinden doğan kamu zararı, çıkarılmak istenen yeni yasa ile katmerlenerek kamunun sırtına yani halkın sırtına yüklenmek istenmektedir. İki yıl boyunca TBMM’de bekleyen Sayıştay Raporu tüm ısrarlarımıza rağmen ele alınmamıştır. Son yasa tasarısı gündeme geldiğinde Odamızın Ana Muhalefet Partisi nezdinde girişimleri sonucu Sayıştay Raporu ancak içinde bulunduğumuz günlerde gündeme getirilebilmiştir. Fakat gelinen noktada, Meclis’teki gelişmelerden umutlu değiliz. Yapılan yolsuzluklar yaratılan kamu zararları sonucu sorumlular yargılanamamakta, Yüce Divan ise aklama divanına dönüştürülmektedir. İşte bu uygulamalar icraatin içindekileri bugün daha pervasız uygulamalarla ülkeyi zarara uğratmaktan çekinmediklerini açık bir biçimde göstermektedir. Ülkenin yarınlarını ipotek altına alacak uygulamalardan kaçınmamaktalar. Bunun en somut örneklerinden biri de nükleer lobilerin istemlerine rıza gösterip, nükleer enerjiyi gündemimize sokmalarıdır.

Fakat diğer yandan hayat devam etmektedir.Ve hayati önem taşıyan enerji politikalarında gelecek kurgusu oldukça önem arz etmektedir. 2000’li yılların başında doğalgaz anlaşmalarından ötürü alım garantili doğalgaz santrallarının devrede tutulması ve kamu termik santralları ile HES’lerin sıkça devre dışında bırakılması hem yüksek oranda arz fazlasını gündeme getirdi, hem de kamu zararlarına neden oldu. İçinde bulunduğumuz günlere gelinceye kadar özelleştirme ve serbestleştirme uygulamaları nedeni ile kamu yeni yatırımlara ve yenileştirme çalışmalarına yönelmedi. EPDK ise toplam 13.000 MW.’lık lisans başvurusunun ancak 5.850 MW’lık kısmına lisans verdi. Özel sektör ise aldığı bu 5.850 MW’lık lisansın ancak 700 MW.’lık kısmını tamamlayarak üretime soktu. Görülen o ki, bu gidişle yakın gelecekte bu gün %15’ler seviyesinde olan arz fazlası (veya yedek) hızla sıfırlanacak ve enerji açığı ile karşı karşıya kalacağız.

Bütün bu gelişmeler gösteriyor ki arz güvenliği açısından EPDK’nın ve özel sektörün tüm söylemlerine rağmen ETKB hızla müdahil olmalı, yeni yatırımlara yönelmelidir. AKP iktidarı seçim öncesi vermiş olduğu enerjide dışa bağımlılığı azaltma ve yerli enerji kaynaklarını kullanma sözünü yerine getirmelidir. Bilindiği üzere ülkemizde birincil enerji kaynaklarında en büyük pay %38 ile petrole, %24 ile kömüre %27 ile doğalgaza ve %3.5 ile hidroelektriğe aittir. Tüketim içindeki yerli üretim payı petrolde %7.3 doğalgazda ise %2.7’dir. Görüleceği üzere ülkemiz enerji bakımından dışa bağımlı durumdadır. Bu kader midir? Elbette ki hayır. EMO olarak en küçük sapmaya sahip talep tahminlerimiz ile gelecek ihtiyacımızı kamuoyuna sunmaktayız. Yine potansiyel tespitlerinde en son verileri kullanarak gerçekçi potansiyel tespitlerimiz ortadadır. Bütün bunların ışığında hızla önümüzdeki yirmi yılın kamu eliyle planlanması ve bu plan ve projeksiyona uygun olarak enerji geleceğimize ilişkin rota çizilmelidir.

Özelleştirmelere gelince; ülkemizde 1983 yılında 2983 sayılı Yasa ile başlayan özelleştirme uygulamaları, değişik zamanlarda altı kez revize edilerek günümüze kadar gelmiştir.Yasanın çıktığı tarihten günümüze kadar 232 kuruluşa ait kamu hisseleri, 22 yarım kalmış tesis, 12 gayri menkule ilaveten santrallar, otoyollar, limanlar özelleştirme kapsamına alındı. Özelleştirme uygulamaları ana model içinde değerlendirildiğinde çok net bir tablo ortaya çıkmaktadır. Özelleştirme rant ekonomisinin ayrılmaz bir parçasıdır

Türkiye’de özelleştirmeye ilişkin gerçekleştirilen üç temel yasal düzenlemeyi, 2983, 3291 ve 4046 sayılı yasalar olarak sıralamak olasıdır. Söz konusu yasalar genel olarak özelleştirmeye ilişkin hususları düzenlemekle birlikte 1980’li yıllardan 2001 yılına kadar gelen süreçte, sundukları hizmetin özelliklerinden kaynaklanan yasal nedenlerle, enerji ve telekomünikasyon alanlarında ayrı düzenlemeler yapılmış, ayrıca ekonominin liberalleşmesi politikası doğrultusunda tekel niteliğine haiz bazı kamusal üretim alanlarında da (çay ve tütün gibi..) özel sektöründe faaliyet göstermesine olanak sağlayan yasal değişikliklere gidilmiştir.

Özelleştirme ile ilgili ilk kapsamlı düzenleme 1994 yılında 4046 sayılı Yasa ile yapılmıştır. Yine bu Yasa ile özelleştirme mevzuatında ilk kez özelleştirme ilkeleri tespit edilmiştir. Bunların içerisinde en önemlisi özelleştirme uygulamalarından elde edilecek gelirlerin genel bütçe harcama ve yatırımlarında kullanılmamasıdır.

1993 yılında çıkartılan 513 sayılı Kanun Hükmünde Kararname ile TEAŞ ve TEDAŞ unvanları ile İktisadi Devlet Teşekkülü statüsünde iki ayrı şirket olarak yeniden örgütlenmiş, 513 sayılı KHK 22 Şubat 1994 tarihinde 3974 sayılı Yasa’ya dönüştürülmüştür.

TEAŞ ve TEDAŞ tarafından işletilen tesislerin mülkiyet devri ile özelleştirilmesi, Anayasa’ya aykırı görülmesi nedeniyle mümkün olmamış, sadece 3096 ve 4046 sayılı yasalar uyarınca “işletme hakkı devri” yöntemiyle özelleştirme yolu açık kalmıştır. 4046 sayılı Yasa Yap-İşlet-Devret modeli çerçevesinde yaptırılacak yatırım ve hizmetler arasından çıkarılan “elektrik üretim, iletim, dağıtım ve ticareti” konusu 21 Aralık1999 tarih ve 4493 sayılı Yasa ile tekrar bu kapsama alınmış, böylece YİD yöntemi de özelleştirme araçlarından biri olmuştur.

Anayasa’nın mevcut hükümleri karşısında söz konusu sorunların yasa ve KHK düzeyindeki düzenlemelerle giderilemeyeceğinin ortaya çıkması üzerine, 1999 yılında çıkarılan 4446 sayılı yasa ile Anayasa değişikliğine gidilerek, devletleştirmeyle ilgili 47., idarenin eylem ve işlemlerine karşı yargı denetimine ilişkin 125. ve Danıştay’ın oluşum ve yetkilerini içeren 155. maddeleri yeniden düzenlenmiştir.13 Ağustos 1999 tarihinde kabul edilen ve 14 Ağustos 1999 tarih ve 23786 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren 4446 sayılı Yasa ile Anayasa’nın 47. maddesinin kenar başlığı “devletleştirme ve özelleştirme”şeklinde değiştirilerek, bu maddeye 2. fıkrasından sonra; “Devletin, kamu iktisadi teşebbüsleri ve diğer kamu tüzel kişilerinin mülkiyetinde bulunan işletme ve varlıkların özelleştirmesine ilişkin esas ve usuller kanunla gösterilir. Devlet, kamu iktisadi teşebbüsleri ve diğer kamu tüzel kişileri tarafından yürütülen yatırım ve hizmetlerden hangilerinin özel hukuk sözleşmeleri ile gerçek kişilere yaptırılabileceği veya devredilebileceği kanunla belirlenir” hükmü, Anayasa’nın 125. maddesinin 1. fıkrasının sonuna;

“Kamu hizmetleri ile ilgili imtiyaz şart ve sözleşmelerinde bunlardan doğan uyuşmazlıkların milli veya milletlerarası tahkim yoluyla çözülmesi öngörülebilir” hükmü eklenmiştir. Anayasa’nın 155. maddesini 2. fıkrası ise; “Danıştay, davaları görmek, Başbakan ve Bakanlar Kurulu’nca gönderilen kanun tasarıları, kamu hizmetleri ile ilgili imtiyaz şart ve sözleşmeleri hakkında iki ay içinde düşüncesini bildirmek, tüzük tasarılarını incelemek, idari uyuşmazlıkları çözmek ve kanunla gösterilen diğer işleri yapmakla görevlidir” şeklinde değiştirilmiştir. Söz konusu düzenlemeler ile Anayasa’ya ilk kez özelleştirme kavramı girerken, kamu hizmetlerinin “özel sözleşmelerle” yaptırabilmesine ve kamu hizmetleri ile ilgili imtiyaz şart ve sözleşmelerinden kaynaklanabilecek uyuşmazlıkların, uluslararası tahkim yoluyla çözülmesine olanak sağlanmış, Danıştay’ın görevleri arasında bulunan imtiyaz şart ve sözleşmelerindeki “inceleme” yetkisi “görüş bildirmeye” dönüştürülmüştür. Söz konusu Anayasa değişikliği ve diğer yasal düzenlemelerden önce, kamu hizmeti olarak nitelendirilen hizmetlerin, özel kuruluşlara yaptırılabilmesi, ancak idari sözleşmeler ile mümkündü. İmtiyaz sözleşmeleri olarak tanımlanan bu sözleşmeler ise Danıştay incelemesine tabii idi ve çıkabilecek anlaşmazlıkların yönetsel yargı (Danıştay İdare Mahkemeleri ) tarafından yönetim hukukuna göre çözülmesi söz konusu idi.

2 Mart 2001 tarihli Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren 2001/2026 sayılı Bakanlar Kurulu kararıyla; Türkiye Elektrik İletim A.Ş. (TEİAŞ), Elektrik Üretim A.Ş. ( EÜAŞ) ve Türkiye Elektrik Ticaret ve Taahhüt A.Ş. ( TETAŞ ) unvanlı üç ayrı “iktisadi devlet teşekkülü” olarak yeniden teşkilatlandırılmıştır.

Avrupa Birliği Elektrik Mevzuatı ile uyum sürecinde 20 Şubat 2001 tarih ve 4628 sayılı Elektrik Piyasası Yasası ile “rekabet ortamında özel hukuk hükümlerine göre faaliyet gösterebilecek” bir elektrik enerjisi piyasası oluşturulması ve bu piyasada bağımsız bir düzenleme ve denetimin sağlanması için yeni bir yapı; Elektrik Piyasası Düzenleme Kurumu ve Kurulu oluşturulmuştur. Bu yasa; elektrik üretim, iletim ve dağıtımı, toptan satışı, perakende satış hizmeti, ithalat ve ihracatı ile bu faaliyetlerle ilişkili tüm gerçek ve tüzel kişilerin hak ve yükümlülüklerini EPDK’nın kurulması ile çalışma usul ve esaslarını ve elektrik üretim ve dağıtım varlıklarının özelleştirilmesinde izlenecek usulleri kapsamaktadır.

Benzer bir şekilde doğal gaz piyasasında faaliyet gösteren BOTAŞ, 8 Şubat 2001 tarih ve 95/6526 sayılı Bakanlar Kurulu Kararı ile İDT olmuştur. 18 Nisan 2001 tarih ve 4646 sayılı Doğal Gaz Piyasası Kanunu ile piyasada bağımsız bir düzenleme ve denetim sağlanması amaçlanmıştır. Daha sonra aynı amaçla Petrol ve LPG Piyasa düzenleme yasaları peş peşe çıkartılmıştır. 4646 Sayılı Yasa’nın geçici 2. maddesi uyarınca, BOTAŞ 2009 yılından itibaren yeniden yapılanarak sadece iletim konusuyla sınırlı faaliyet gösterecektir.

Elektriğin özel nitelikleri her zaman bilinmektedir. Ancak neoliberaller elektrik enerjisinin de aynen diğer piyasa malları gibi pazarda alınıp satılacağı sözünü veren serbestleştirmeyi satmaktadırlar. Bunun bir illüzyon olduğu şimdi açıktır. Yapılan uygulamaların sonuçları ortadadır. Örnekleri; Enron’dur, Kaliforniya krizidir, ÇEAŞ’tır ve AKTAŞ’tır.

Değerli dostlar;

Bir başka özelleştirme gerçeği de haberleşme, iletişim alanında yaşanmaktadır. Günümüzde enformasyonun işlenmesi ve aktarılmasının giderek önem kazanması telekomünikasyon sistem ve araçlarını küresel toplumun merkezi sinir sistemleri haline getirmiştir. Uluslararası telekomünikasyon hizmetlerinin işleyişini ve yapısını etkileyen gelişmelerin sonucunda, ulusal ve tekelci karakterdeki yerli kamu telekom işleticileri faaliyetlerini hızla kendi ulusal sınırlarının ötesine yaymaya başlamışlardır. Sonuç olarak gerek temel iletişim hizmetleri gerekse haberleşme tesislerindeki olanaklar ve yeni hizmet çeşitleri küresel bir nitelik kazanırken, bu alanın uluslararası rekabete açılması ivme kazanmıştır. 1998 yılına kadar telekomünikasyon alanına yönelik dönüşümler genelde politika geliştirme, yasa taslakları oluşturma, geleneksel PTT’lerin ve icracı bakanlıkların yeniden yapılandırılması için gerekli altyapıların hazırlanması, şirketleşme, özelleştirme, rekabet ortamının oluşturulması, yeni düzenleyici aktörlerin oluşturulması gibi etkinlikler çerçevesinde belirginlik kazanmıştır.

1998 yılı ise bir dönüm noktası oluşturmaktadır. Telekomünikasyon alanına yönelik politika oluşturma aşamasından bu politikaları uygulama aşamasına geçiş. Bu dönüşüm, piyasaların serbestleşmesi (sınırlarını aç, rekabetle tanış, pazarını düzenle!) ile ifade edilebilecek gelişmelerle ilişkilidir. Ve gelinen noktada Türkiye de bu gelişmelerden nasibini almış ve Türk Telekom AŞ.’nin yüzde 55 hissesi, toplam 6.5 milyar dolar karşılığında bir konsorsiyuma satılmıştır. 1.3 milyar dolar peşin, gerisi taksitle... 2004 yılı cirosu 9 milyar YTL olan Türk Telekom’un brüt karı 3.3, net karı ise 2.2 milyar YTL’dir. Buna göre konsorsiyum her yıl elde ettiği karlarla taksitlerini rahatlıkla ödeyebileceği gibi üstüne para da kazanacaktır. Türk Telekom’un sahip olduğu telekomünikasyon altyapısı, büyüklüğü, yaygınlığı, değeri, alternatifsiz oluşu, toplumsal hedeflere yönelik hizmet görmesi gibi nedenlerle sınırlı kaynaklardandır ve stratejik bir öneme sahiptir. Türk Telekom’un sahip olduğu altyapı, doğal ve sınırlı kaynaklar içerisindedir. Bu nedenle, mülkiyetinin devri yöntemiyle özelleştirilmesi olanağı bulunmamaktadır. Dolayısıyla telekomünikasyon altyapısı özel mülkiyet konusu olamaz. Türk Telekom’un satışı kamu çıkarlarına aykırıdır. Telekom’un özel tekel haline gelmesiyle, hizmet kalitesi ülkenin her kesimine eşit olarak yayılamayacaktır. Yüksek fiyatlar ve kalitesiz hizmet ile karşı karşıya kalınacaktır.

Yine bilinmelidir ki, telekomünikasyon alanında rekabet olanağı yoktur. Önce serbestleşmenin sağlanması ardından da özelleştirmelerle tekelleşmenin önleneceği varsayımı bir başka liberal söylemdir. Rekabet Kurulu kararına da altyapı oluşturan Kablo TV altyapısının Telekom’a alternatif olabilmesi teknik olarak olanaklı değildir.

Türk Telekom’un satış sonrası da abonelere nasıl bir ücretlendirme yöntemini uygulayacağı, hizmet kriterlerinin ne olduğu, özelleştirme sonucu Oger Telekom’un yeni teknolojiler getirmesi, yatırımın ne olacağı gibi pek çok önemli ayrıntı hala belirsizliğini korumaktadır.

Türk Telekom özelleştirmesine ilişkin Odamızın ve sendikaların açtığı davalar sürmektedir. Yapılan tüm mücadele inanıyoruz ki karşılığını bulacaktır. Bugün itibariyle özel sektörün insafına terk edilmiş gözüken Telekom çalışanları Odamız ve ilgili kamu sendikaları ile birlikte mücadeleyi sürdürecektir ve mutlaka olumlu bir sonuç alınacaktır.

Değerli dostlar;

Dünya ölçeğinde bir başka talan alanı da yazılım sektörüdür. 2005 yılı içerisinde Microsoft /B.Gates’in ülkemizi ziyaretleri bu konuda ipuçları içermektedir. Oysa dünya Çin’den Hindistan’a, Almanya’dan en son Venezuella’ya kadar özgür yazılım tercihlerini yapmışlardır. Türkiye için de Pardus bir adımdır.

Üzerinde önemle durulması gereken bir konu da ulusal yazılım politikalarımızın ivedilikle belirlenmesidir. EMO’nun 2005 yılında gerçekleştirdiği Ulusal Yazılım Mühendisliği Sempozyumu bu açıdan oldukça önemli bir adımdır. Özellikle yabancı yazılım firmalarının eğitimden e-devlet sürecine yazılım sektörümüz üzerindeki hegemonyası gelecek açısından kaygı yaratmaktadır.

İnternet dünyanın her tarafındaki milyarlarca insanın iletişimini sağlamak ve gelmiş geçmiş en büyük veri tabanı olması misyonunu üstlendi. Dünya üzerinde pek çok insan interneti diğer insanlar ile iletişim kurmak amacıyla kullanıyor. Mendilin yerini mektup, mektubun yerini kart, kartın yerini telefon ve nihayet telefonun yerini internet almış bulunuyor. Diğer yandan da artık başucu kitabı ve kütüphanenin yerini de almaya başladı internet. Bir bilgi kaynağı olarak kullanılması ile beraber literatürümüze arama motorları girdi. Ve elbette ki özel yaşam ile ilgili sorunlar da ortaya çıkmaya başladı. Dolayısıyla yasal kısıtlılıklar gündeme gelmeye başladı. Artan IP adresi taleplerinin karşılanması ayrı bir konu oldu. İnternette gittikçe yaygınlaşan istem dışı alınan elektronik ileti olan SPAM ‘ın bireylerin özgür iradesine müdahale edici, bireysel ve ulusal kaynak israfına yol açıcı olması tartışılır oldu.

Her şeyden önce EMO olarak; Bilgisayar Mühendislerinin en büyük sorunlarından biri olan yazılım geliştirme konusunda üretim araçlarının ellerinden alınması girişimlerine karşı örgütlü mücadelemizi gündemde tutmak ve genişletmek birincil görevlerimizden olacaktır.

Bugün için aramıza yeni katılmalarına rağmen gördük ki, Biyomedikal Mühendislerinin de kendilerine özgü pek çok sorunları bulunmakta... Gerek küreselleşmenin getirdiği sorunlar, gerekse mesleğe özgü sorunlar örgütlülük içinde çözümü olan sorunlardır. Kısa bir süre içerisinde anılan sorunların çözümünde olumlu adımlar atılacağı inancındayız.

Değerli delege arkadaşlarım;

Önemle üzerinde durduğumuz bir konuda mühendislik eğitimidir. 2005 yılı içerisinde gerçekleştirdiğimiz Eğitim Sempozyumu pek çok soruna parmak basmış ve konunun ilgililerini biraraya getirerek talepler ile çözüm önerilerini toplanmış ve kamuoyuna sunmuştur. Şüphesiz bu taleplerin açınımı pek çok kere vurguladığımız mühendislik eğitimi, mühendislik hizmetlerinin sağlıklı bir biçime yaşamda yerini alması, mühendislerin uygar çalışma ortamına kavuşması ile birlikte iktisadi–sosyal alanda da bilim ve teknolojiye verilen önemi kapsayan ülke politikalarının oluşmasından geçmektedir. Bu politikaların en önemli göstergeleri de; eğitim, AR-GE faaliyetleri ve sanayileşmede bilinçli seçim ve yönlendirmelerdir.

Türkiye’de eğitim düzeyi son derece düşüktür. 25-60 yaş arası nüfusun sadece %18’i lise ve üniversite mezunu iken bu oran Kore’de %61’e ulaşmaktadır. Bu oran ABD’de %86, AB içerisinde de İspanya’da %33, Almanya’da %81 seviyesindedir. Eğitim düzeyine paralel olarak bilimsel faaliyetlerde de Türkiye’nin durumu iyi görünmemektedir. 100.000 kişiye düşen bilimsel makale sayısı Türkiye’de 3 iken, ABD’de 77, Kore’de 10’dur. Patent başvurularında da benzer durum söz konusudur

Diğer bir göstergede AR-GE faaliyetleridir. Kamu kesiminde AR-GE harcamalarının büyük bir bölümü üniversitelerde gerçekleştirilmektedir. Ancak her geçen yıl bütçeden ayrılan pay düşmektedir.

Türkiye’de özel kesim AR-GE harcamaları 2000 yılı itibariyle 415 milyon dolardır. Bu miktar ABD’de 160 milyar dolar, Almanya’da 25 milyar dolar, Kore’de ise 14 milyar dolardır.

Üretimde ise durum içler acısıdır. Örneğin elektronik sektöründe 2000 yılı DTÖ verilerine göre dünyadaki toplam üretimin binde 18’i Türkiye’de gerçekleşmiştir.

Günümüzde AR-GE faaliyetlerine kaynak ayıran üniversiteler ve kamu sektöründen sonra en son sırada %4.6 payla özel sektör gelmektedir.

Değerli dostlar;

Mühendisler bir yandan mesleki gelişimi, dayanışmayı, bilginin alternatif bir şekilde yeniden üretimini hedeflerken, diğer yandan da bilgiye en fazla ihtiyacı olan, bilgiden, iktidardan, güçten, her şeyden uzak tutulan kitlelerle bilgiyi paylaşma durumundadır.

Yaratılan değerlerin topluma yeniden dönmesi bu değerleri yaratanların ortak bir amaç etrafında örgütlenmesini ve mücadele etmesini gerektirmektedir. Bu çerçevede bağımsız ve demokratik bir Türkiye doğrultusunda, yaşanan ve bilinen tüm insanlık dışı süreci değiştirme eylemliliği içinde bulunan, toplumsal muhalefetin alanını genişleten, dayanışmayı sağlayan, örgütlülüğü gelişmiş, üretken bir EMO yaratma perspektifi de diğer temel bir görevdir.

Görüleceği üzere amaç ve görevlerin kendisi de tıpkı hayatın bizatihi kendisinde olduğu gibi siyaseti içermektedir. Bu bağlamda EMO amaç ve görevlerini yerine getirirken, meslek ve meslektaşı ile ilgili sorunların tespiti ve çözümü doğrultusunda çalışma yürütürken, politik anlamda görüş oluşturur ve bu görüşleri ile toplum içinde yerini alır.

“EMO, gücünü mesleki uzmanlık alanlarındaki bilgisinden, birikiminden ve potansiyelinden alan ve uygarlığın gelişmesi ve insanca yaşam ortamlarının sağlanmasında yalnızca bilim ve tekniğin gelişmesinin yeterli olmadığını, toplumda yaratılan diğer değerler gibi, bilimsel ve teknolojik gelişmelerin de yarattığı bilgi ve ürünlerin kullanımında da toplumun söz, karar ve yetki sahibi olmasını, doğa ve insanın temel değerler olarak kabul edildiği ekonomik, sosyal, siyasal ve kültürel politikalarla birlikte emeği, özgürlüğü, eşitliği, demokrasi ve barışı savunmaktadır.

Diğer yandan işsizlik, mesleğin araştırma geliştirme ve tasarım etkinliklerinde yoğunlaşmayı sürdürdüğü bir dünyada mesleki bilgi ve becerilerimizi uygulama ortamlarının daralması, beyin göçünün hızlanması, aldığımız eğitim ve üstlendiğimiz sorumluluklara uygun olmayan düşük gelir düzeyleri mühendisleri yoğun bir biçimde olumsuz etkilemekte. Asgari ücretle çalışma, kendi alanında iş bulamadığı için nitelik sorgulaması yapmadan başka alanlarda çalışma, iş güvencesi eksikliği ile sürekli iş değiştirme gibi sorunlar durumu daha da kötüleştirmektedir.

Hayatın hemen her alanında gün geçtikçe artan oranda emekçilerle ortak sorunları birlikte yaşamakta olan Elektrik, Elektronik, Bilgisayar, Yazılım, Biyomedikal Mühendisleri 40. Olağan Genel Kurullarını bugün burada gerçekleştirmekteler.

Yeni dönem, yukarıda sözünü ettiğimiz misyon çerçevesinde EMO’nun önüne koyduğu görevler doğrultusunda mücadeleyi daha da yükselteceği dönem olacaktır. Ülkemiz toplumsal muhalefet içerisinde çıtayı yükselterek emek mücadelesine ivme kazandıran EMO’nun bu durumu, global finans-kapital zorbaya teslim olmuş, onun direktifleri ile hareket etmekte olan egemen güçlerin gözünden kaçmamaktadır. Finans-kapital zorbanın tek kutuplu dünyaya entegre etme çalışmaları kapsamında çıkartılan Kamu Reformu Temel Yasası, GATS (Hizmet Ticareti Genel Anlaşması), özelleştirmeler ve benzeri toplumun geniş kesimini etkileyen kapsamlı düzenlemelerin ardından sistemin EMO özelinde de örgütü işlevsizleştirmeye yönelik hazırlıklar içinde olduğu bilinmektedir. Bazı kurum ve kuruluşlar aracılığıyla münferit saldırılar giderek sistemli hale dönüşme eğilimindedir.

EMO mevcut örgütlü yapısıyla, emekten yana muhalif güçler ile birlikte finans kapital-zorbanın- ve işbirlikçilerinin ezberini bozacak, hesaplarını boşa çıkartacak güce ve inanca sahiptir.

Bu inanç ve kararlılıkla başarılı bir Genel Kurul diliyorum.

Kemal B. ULUSALER
Elektrik Mühendisleri Odası 39. Dönem Yönetim Kurulu Başkanı

 

İÇİNDEKİLER

GENEL KURUL İLANI  3
İÇİNDEKİLER  5
ANILARINA  7
ARAMIZDAN AYRILAN ÜYELERİMİZ  9
EMO 39. DÖNEM ODA KURULLARI 13
EMO 39. DÖNEM YÖNETİM KURULU  14
ŞUBE YÖNETİM KURULLARI  17
TEMSİLCİLİKLER  21
39. DÖNEM ODA ÇALIŞANLARI 26
TOPLANTI İSTATİSTİKLERİ27
ÖNSÖZ 29
EMO 39. DÖNEM ÇALIŞMALARI  47
SEMPOZYUM ve KONGRELER 203
KOMİSYON ÇALIŞMALARI207
EMO ÜYE İLİŞKİLERİ223
MESLEKİ ÇALIŞMALAR 231
MESLEK İÇİ SÜREKLİ EĞİTİM MERKEZİ (MİSEM) ÇALIŞMALARI 265
HUKUK RAPORU  289
İNTERNET ve ELEKTRONİK ORTAM ÇALIŞMALARI295
KİTLESEL DEMOKRATİK ETKİNLİKLER319
EMO 50. YILINI KUTLADI  327
BİLİMSEL ÇALIŞMALARA DESTEK347
TELEKOM DOSYASI  359
HASAN BALIKÇI DAVA SÜRECİ  373
EMO YAYIN ÇALIŞMALARI385
BASIN AÇIKLAMALARI 393
EMO 39. DÖNEM ONUR KURULU RAPORU585
EMO 39. DÖNEM DENETLEME KURULU RAPORU589
EMO 39. DÖNEM 595
MALİ RAPORU  595
BASINDA EMO  621
BASINDA EMO ŞUBELER643

 

 

Dosyalar

1-100 Sayfalar (1568 KB)

101-200 Sayfalar (563 KB)

201-300 Sayfalar (3236 KB)

301-400 Sayfalar (10680 KB)

401-500 Sayfalar (848 KB)

501-600 Sayfalar (784 KB)

601-672 Sayfalar (9987 KB)



TELE 1- SABAH PUSULASI

28.03.2024
 


Çok Okunanlar


DEPREMZEDEYE DEĞİL ENERJİ ŞİRKETLERİNE DESTEK

KTMMOB EMO YENİ YÖNETİM KURULU BELİRLENDİ

SİNOP NÜKLEER GÜÇ SANTRALI İNADINDAN VAZGEÇİLMELİDİR   

TELE 1- SABAH PUSULASI

EMO HASAN BALIKÇI ONUR ÖDÜLÜ’NÜN SAHİBİ MÜCELLA YAPICI OLDU

EMO, SİNOP NGS NAZIM İMAR PLANI İÇİN İPTAL DAVASI AÇACAK (BAŞKENT GAZETESİ)

GÜNEŞ VAR ETTİ, SANTRALI YOK EDECEK (BİRGÜN)

NİTELİKLİ YAĞMA (GÜNLÜK EVRENSEL)

EMO: SİNOP NGS PROJESİNDEN VAZGEÇİLMELİ (ENERJİGUNLUGU.NET)

YAPICIYA EMO`DAN ÖDÜL, TÖREN 26 NİSAN`DA (CUMHURİYET)

Okunma Sayısı: 8414


Tüm Yönetim Kurulu İçeriği

Sayfayı Yazdır



 
Oda aidatlarınızı kredi kartınızla güvenli bir ortamda ödeyebilirsiniz.
ÜYE HAKLARI VE GÜVENLİ AİDAT ÖDEME
 

COPYRIGHT © 2005-2024 TMMOB ELEKTRİK MÜHENDİSLERİ ODASI GENEL MERKEZİ
IHLAMUR SOKAK NO:10 KIZILAY/ANKARA
TEL: +90 (312) 425 32 72 (PBX) - FAKS: +90 (312) 417 38 18

KEP ADRESİ : emo.merkez@hs01.kep.tr


Diğer birimlerin iletişim bilgileri için tıklayınız

 
 
Key Yazılım Çözümleri A.Ş.