MERKEZ ADANA ŞUBE ANKARA ŞUBE ANTALYA ŞUBE BURSA ŞUBE DENİZLİ ŞUBE DİYARBAKIR ŞUBE ESKİŞEHİR ŞUBE GAZİANTEP ŞUBE İSTANBUL ŞUBE İZMİR ŞUBE KOCAELİ ŞUBE MERSİN ŞUBE SAMSUN ŞUBE TRABZON ŞUBE

· 

GENEL

· 

SMM

· 

ÜYELİK İŞLEMLERİ

· 

MİSEM

· 

EMO E-POSTA

· 

FERDİ KAZA SİG.

· 

İMZA YETKİSİ

· 

ENERJİ VERİMLİLİĞİ

· 

SORUN SÖYLEYELİM

· 

ENERJİ KİMLİK BELG.

· 

ENAZ (ASGARİ) ÜCRETLER

· 

YAPI DENETİM

· 

E-İMZA

· 

MESLEKİ SORUMLULUK SİGORTASI

· 

LPG SORUMLU MÜDÜRLÜK

· 

EMBK

· 

KVKK

TMMOB 8. ENERJİ SEMPOZYUMU YAPILDI...
İKİNCİ GÜN ENERJİ ÖZELLEŞTİRMELERİ MASAYA YATIRILDI


HABER


 
Bu yıl uluslararası katılımlı gerçekleştirilen sempozyum 17-18-19 Kasım tarihleri arasında İstanbul Kültür Üniversitesi`nde düzenlendi. Sempozyumun ikinci gününe, enerji alanında yapılan özelleştirmelere ilişkin yürütülen tartışmalar damgasını vurdu.
 

Sempozyum kapsamında ikinci gün çalışmaları, Cemalettin Küçük başkanlığında yapılan "Ekonomide Küresel ve Bölgesel Gelişmeler, Enerji Politikaları ve Stratejileri" paneli ile başladı. Panele Diplomat Dr. Tuncay Babalı, Ekonomist-Yazar Mustafa Sönmez, Bağımsız Petrol Danışmanı Dr. Ferruh Demirmen ve Dr. Gaye Yılmaz katıldı.

Dr. Tuncay Babalı, ülkemizin yüzde 74 enerjide dışa bağımlılık oranıyla AB‘den 2-3 kat daha fazla talep artışına sahip olduğuna dikkat çekti. "Yavaş yavaş Türkiye‘yi de etkileme eğilimi gösteren AB‘deki Euro krizi ve finansal kriz elbette Türkiye‘de de yatırım ortamını etkileyecek" diyen Babalı, önümüzdeki 15 yılda 100 milyar dolardan fazla yatırım ihtiyacı olduğunu söyledi. Bunun yıllık 6-8 milyar dolarlık yatırım anlamına geldiğini, bu rakamlara da ulaşılamadığını, dolayısıyla enerji açığı konusunda bir dar boğaza doğru gidildiğini savunan Dr. Tuncay Babalı, yenilenebilirde AB ile uyumlu bir noktaya varılacaksa ek olarak 100 milyara dolara yakın yatırım da yapılması gerektiğini söyledi. Babalı, "Eğer biz tünelin ucunu göremeyeceksek, bu ölçekte bir yatırım belki gerekli olmayacaktır. Kopenhag kriterlerinin Ankara kriterlerine dönüştürülmesi gibi yenilenebilirde de kendi kriterlerimiz gündeme gelecektir diye düşünüyorum" diye konuştu. İran‘ın uzun yıllar dünya enerji denkleminden uzak tutulmasının sürdürülebilir bir politika olmadığını, İran‘ın yeniden normal bir aktör olarak dönmesinin dünya enerji arz güvenliği ve fiyat bakımından önem arz ettiğini söyledi.

Dr. Demirmen: Trans Anadolu ile Nabucco Ölmüş Demektir

Dr. Ferruh Demirmen ise "Nabucco: Zorlanan Enerji Projesi ve Türkiye‘ye Ne Vaat Ediyor" başlıklı sunumunda, Türkmenistan‘ın eskiden beri AB‘ye gaz satmak istediğini, Rusya‘nın etkisinden kurtulup açılmak isteyen bir ülke olduğunu belirtirken, şöyle konuştu:

"Türkiye Türkmenistan‘a yaklaşmakta geri kalmıştır. Stratejik açıdan bu gazın Türkiye‘ye gelmesi çok önemli bir konudur. TPAO‘nun Türkmenistan topraklarında ve Hazar Denizi‘nde araştırma, mümkünse geliştirme yapmasını beklerdim. TPAO Kolombiya ya da Venezuella‘da petrol arıyor da burnumuzun dibinde niye aramıyor?"

Türkiye‘nin Azerbaycan‘la Trans Anadolu denilen yeni bir hat üzerinde anlaştığını belirten Demirmen, "Bu haber gerçek ise Nabucco ölmüş demektir" dedi. Yeni bir Petrol Yasası çıkarılması gerektiğini, bunun da "Kazan kazan yasası" olması gerektiğini savunan Demirmen, bu yasanın aramayı teşvik eden ve devlet ile kontratçı şirket arasında adil bir gelir paylaşımı öngörmesi gerektiğini söyledi.

Koruma‘dan Kurtarma‘ya Paradigma Değişikliği

Dr. Gaye Yılmaz ise ilk iki konuşmadaki kazan-kazan vurgusunu eleştirerek, "kazanamayanları anlatmak" üzere söz aldığını söyleyerek, konuşmasına başladı. Hava üzerinden ticaretle su üzerinden ticaretin aynı anda başladığını, bunların tesadüf mü yoksa yapısal bir ihtiyaç mı olduğunu soran Yılmaz, karbon ticareti ve su ticaretinin tarihsel gelişimini anlattı. Suyun ve temiz havanın metalaştırılma süreçlerini ortaya koyan Gaye Yılmaz, insanlar fark etmeden paradigma değişiklikleri yaşandığına dikkat çekerek, "koruma" ve "kurtarma" kavramları arasındaki farklılığı anlattı. Koruma ile bir varlığı olduğu yerde tutmanın ön planda olduğunu, ancak kurtarma ile bulunduğu yerden alınması ve metalaşma sürecinin işin içine sokulduğunu ortaya koyan Yılmaz, UNESCO‘nun 1988 yılında ilk kez "Koruma" kavramını ana başlıkken alt başlık yaptığını ve Kurtarma kavramını ise ana başlık haline getirdiğini söyledi. Yılmaz; Allioni, Tahtalı ve Hasankeyf projelerini "kurtarma" paradigmasına örnek olarak sundu.

Kar Oranları Düşüş Eğilimi Yasası ve Enerji

Gaye Yılmaz, enerji sorunu ve kapitalizmin krizini anlatırken, kar oranları düşüş eğilimi yasasını anlattı. Kapitalizmin altın çağında emeğin üretkenliği arttıkça artı değerin büyüdüğünü, artı değer büyüdükçe karların büyüdüğünü, kapitalistlerin de bu birikimi sermayeye dönüştürdüklerini, yani üretim araçlarının büyüdüğünü, üretim araçlarındaki teknolojinin geliştirildiğini kullanıldığını, üretim araçları geliştikçe emeğin süreçteki payının azaldığı ve emek verimliliğinin artmaya devam ettiğini formül üzerinden ve animasyonla anlattı. Yıl 1966‘da üretim araçlarının büyüme hızının artı değerin büyüme hızını aştığını ve kar oranlarının tersine döndüğünü kaydeden Gaye Yılmaz, buna ilk çare olarak üretim araçları parkını olabildiğince küçültmek, bunun için taşeronlaştırma, üretken sermayenin parçalanması ve saçılması olgusunun devreye sokulduğunu anlattı. Ancak sermayenin organik bileşenini oluşturan üretim araçları ile emek arasındaki oranda yaşanan yükselmenin asıl sorunu oluşturduğunu, bu nedenle de yeni sermayeye açılacak alanlara ihtiyaç duyulduğunu anlattı.  Gaye Yılmaz, bu yeni alanlar arasında da sağlık, enerji, eğitim, temiz hava, suyun yer aldığına, çünkü bu alanlarda yeterince rekabetin gelişmemiş olduğuna ve bu nedenle üretim araçları bölümünün küçük kaldığına dikkat çekti.

Bu nokta kapitalizmin krizi ile enerji alanında uygulanan politikalar arasında bağlantıyı kuran Dr. Yılmaz, emisyon ölçümlerinin borçlu ve alacaklı ülkelere dağıtıldığını, 7500 dolarlık kirletme hakkı belirlendiğini, kişi başına milli gelir bunun altındaysa bu ülkelerin alacaklı sayıldığını kaydetti. Yılmaz, borçlu ülkelerin kendi şirketlerine dönüp sermayeleri üzerinde bu borcu bölüştürdüklerini, çok yakın bir zamanda bu borcun hanehalklarına kadar indirgeneceğini, önce vergi olarak ardından satın aldıkları ve kullandıkları ürünler üzerinden bu borcun halka dağıtılacağını söyledi. Karbon kredilerinin kimlere ve hangi ölçütlere verildiğini anlatarak, uygulamayı eleştiren Yılmaz, yenilenebilir enerjinin piyasalaşmış biçimine de itiraz ederek, "Bu masum değil. Bu bizim öteden beri savunduğumuz yenilenebilir enerji değil" dedi.

Enerjinin Kullanım Değerinden Değişim Değerine Dönüştürülüşü

Şirketlerin kasasındaki karbon kredilerinin değerlenmekte olduğunu, dereceler ve tarım alanları Türkiye‘nin karbon kredisi danışmanlığı yapan firmalara bir de ÇED lisans danışmanlığı verildiğini, "kuzuların kurtlara teslim edildiğini" söyleyen Yılmaz, TSKB‘nin 2009 yılında 80 karbon kredisinin 72‘sini HES‘lere verdiği bilgisini sundu. Türkiye‘nin üstelik yalnızca gönüllü karbon piyasalarında işlem yapabildiğini anımsatan Gaye Yılmaz, TÜSİAD‘ın ise "Biz bugüne kadar enerji üretmeyi bilmiyormuşuz. İhtiyacın çok üstünde enerji üretimi yapmak gerekir" dediğini aktararak, şöyle konuştu:

"Enerjinin piyasalaşması böyle bir şeydir. Enerjiyi artık kullanım değeri değil, değişim değeri olarak üretiyorsunuzdur. Yanlış olan yenilenebilir enerji değil. Hangi toplumsal koşullarda üretildiğine bakıyorum. Yanlış olan, yenilenebilir enerjinin bir değişim değeri olarak üretilmesi. Bu alanı piyasaya açtığınızda karlı olduğu görüldüğü anda binlerce onbinlerce şirketin yatırım yapmak için üşüşmesi sonucunda doğanın geri dönülemez şekilde tüketilmesine yol açıyor yenilenebilir enerji eğer piyasa malı olursa."

Dr. Yılmaz, katılımcı demokrasi merdivenini kuram olarak anlatarak, 7 basamak sonunda istemeyen toplumun ikna edilmiş, son basamakta savunucu hale getirildiğini anlattı.

Sönmez: İkinci Bir Dibe Vuruş Geliyor

Ekonomist-Yazar Mustafa Sönmez ise 1. Dünya Savaşı ve 2. Dünya Savaşı ile sonuçlanan kapitalizmin krizlerini anlattığı konuşmasında, 1980‘lere kadar kapitalizmin 2. Dünya Savaşı‘ndan sonra krizsiz bir büyüme dönemi yaşadığını, ancak 1980 sonrası krizlerin sıklaşmaya başladığına dikkat çekti. 2008‘de bizzat ABD‘de kapitalizmin merkezinde krizin patladığını ve oradan tüm dünyaya yayıldığını anımsatan Sönmez, bu süreçte bütün piyasa edebiyatının yerle yeksan olduğunu, ABD Merkez Bankası‘nın bütün musluklarını, bütçe kaynaklarını açtığını, aynı şeyin İngiltere, Fransa, Güney Avrupa ülkeleri ve Türkiye‘de de yapıldığını ve ülke kaynaklarının krizin yatıştırılması için kullanıldığını söyledi. Ardından 2010 yılında yeniden toparlanma olduğunu, ancak 2011 başında ve ortasında yeniden bazı ülkelerde krizin başladığını, dünya ekonomisinin krizi aşamadığını, tersine ikinci bir dibe vuruşun muhtemel olduğunu kaydetti.

Finansallaşma Çılgınlığı, Yeni Güç Bloğu ve Silahlanma

Kağıt üzerinden finansallaşma çılgınlığı yaşandığına, 1990‘da bile reel üretimin yüzde 262 üzerinde kağıda dönüştürülmüş bir stok olduğuna dikkat çeken Mustafa Sönmez, gelişmiş ülkelerin katma değeri yüksek, tasarımı önemli olan üretim kısımlarını, ağırlıkla finansal kısımları kendilerinde tutup, daha düşük kalan üretimleri Asya‘ya Latin Amerika‘ya yönlendirdiklerini anlattı. Hayatlarını sürdürmek için finansal spekülasyon ve balonlar yaratmanın onlar için vazgeçilmez olduğuna işaret ederek, "Hala bir takım başka yollar bularak, bu finansal balonlaşma devam ediyor" dedi. Dünya ekonomisinin yüzde 52‘sini, nüfusun yüzde 15‘ini oluşturan gelişmiş ülkeler üretirlerken, dünya tüketiminin de 3‘te 2‘sini kontrol ettiklerini kaydeden Sönmez, 2007 yılında yüzde 5.4 dünya ekonomisi büyürken, 2009‘da dünya küçülme ile tanıştığını, bu yıl da büyüme hedeflerinin geriye çekilmekte olduğunu belirtti. Yükselen yeni güçlere dikkat çeken Sönmez, Çin, Hindistan, Rusya ve Brezilya‘nın bir blok oluşturduklarını ve bu süreçte ufak tefek yaralar alsalar da dünya güç dengelerinde sözleri geçmeye başladığını anlattı. Bu ülkelerin de ABD gibi ciddi silah harcaması yapan ülkeler olduğuna dikkat çekerek, "En ciddi askeri harcamayı sistemin ağası sayılan ABD yaparken, bu BRIC ülkeleri de silahlanmada geri durmuyorlar. BRIC‘ın silahlanma harcamaları 81 trilyon dolardan 229 trilyon dolara kadar çıkmış. ABD‘nin yüzde 22‘si olan silah harcamaları yüzde 33‘e çıkmış. Sahip oldukları gücü korumak için silahlanmalarıyla da karşı karşıyayız" diye konuştu.

Avro Bölgesi‘nde Ayrışma

Çin, Almanya ve Japonya‘nın en önemli cari fazlası olan ülkeler olarak, ABD en büyük cari açık veren ülke olarak bu 3 ülkeden açıklarını kapatırken, ikinci sırada ABD‘nin hemen arkasında Türkiye‘nin yıllık devasa cari açık veren ülke olduğu bilgisini verdi. Avro Bölgesi‘nde yaşanan krizin sonunda Avrupa diye bir bölgenin kalıp kalmayacağını sorgulayan Mustafa Sönmez, dünyanın bu fay hattı üzerinde önemli bir zaman geçirdiğini, ona göre her enerji senaryosunda da değişiklik olabileceğini kaydetti. Sadece borçluların değil, alacaklıların da tehdit altında olduğuna işaret ederek, "Sadece borçlunun uykusu kaçmıyor. Alacaklıların da uykusu kaçıyor" diyen Sönmez, Avrupa‘nın yaşanan yangının sonunda çok ciddi değişim, yeni dizaynlara gebe olduğunu söyledi. Mustafa Sönmez, Avrupa‘yı; Avro alanı içinde olup Avro mağduru olan yeterince ihracat yapamayıp açık veren Güney Avrupa ülkeleri (Yunanistan, İspanya, Portekiz, İtalya vs.); Avro‘nun mağrurları (Almanya, Fransa, Hollanda, Belçika, Avusturya, Lüksemburg); Avro dışında kalan Avrupa‘nın arka bahçesindeki Orta ve Doğu Avrupa ülkeleri; hiç Avro alanına girmeyen Danimarka, İsveç, İngiltere ile hiçbir şekilde AB‘ye girmemiş Norveç ve İsviçre olmak üzere 4‘lü yapı halinde ayrıştırdı.

Türkiye‘nin Aşil Topuğu: Bütçe

Mustafa Sönmez, Türkiye‘deki büyümenin ithalata dayalı olduğuna da işaret ederken, ihracatın ithalatı karşılama oranının yüzde 51‘e kadar düştüğünü, cari açığını finanse etmek için dış kaynak, özellikle sıcak para kullandığını anlatarak, bu durumun dış borçları da artırdığını, dış borçlanmada çok ciddi enerji firmalarının da yer aldığını söyledi. Enerjideki ithalat bağımlılığının da bu cari açıkta önemli etken olduğunu, ancak hükümetin cari açığı dert etmediğini, sıkı bir kamu mali yapısı olduğuna güvendiğini anlatan Sönmez, "2001 krizi sonrası Kemal Derviş ve IMF ile çok acı reçeteler uygulanarak daraltılan bütçe açığı ve kamu borç yükünü, ki bunda özelleştirmeler çok önemli rol oynadı, 56 milyar dolarlık özelleştirmeler yapıldı, bunun sağladığı kamu maliyesini koruyarak dışarıya çok güçlü bir ülke izlenimi veriyor. Bundan da kaynaklanarak borçlanmaktan imtina etmiyor. Bunu bir model olarak belirlemiş durumda. Son günlerde cari açıktan rahatsız olunmuş gibi bakın yerli enerjiden söz etmeye başlandı. Ama bunun çok ciddi olduğunu söylememiz mümkün değil. Çünkü enerji yatırımları, çok düşük. Kamuya enerji üretiminin yasaklandığını biliyoruz. Özel sektör kalıyor geriye. Burada da dikkate değer bir yatırım başladığını söyleyemiyoruz. Fakat bu durum dayanıklı ve kendini yeniden üretebilir değildir. Bütçe aşil topuğudur. Bu Aşil topuğuna ok saplanabilir. Özellikle Avrupa‘da olanlar ihracatını geriletiyor. Bununla birlikte ciddi bir daralma olabilir. Vergi geliri düşebilir. Umulan özelleştirme gerçekleştirilmeyebilir. Bütçe açıkları ciddi büyüyebilir. Düşük yoğunluklu savaş ve Suriye ile savaşa girilirse umulmadık savaş harcamaları ile bütçe ciddi su alabilir. Cari açık bununla birlikte ciddi sıkıntılar Türkiye‘nin başına sarabilir."

Dr. Birol: Enerjide Gidişat İyi Değil

Panelin ardından Enerji Uzmanı Necdet Pamir‘in başkanlığını yaptığı özel oturumda Uluslararası Enerji Ajansı Baş Ekonomisti Dr. Fatih Birol "Dünya Enerji Görünümü" sunumunu gerçekleştirdi. Birol, enerji alanında gidişatın iyi olmadığını belirterek, 3 önemli sorunu şöyle sıraladı:

"1-Enerji arz güvenliğinin giderek daha riskli hale gelecek olması. 2- İklim değişikliği trendlerinin giderek daha fazla alarm veren trende oturuyor olması. 3-Enerji tüketimi konusunda zengin ve fakir arasındaki uçurumunun giderek daha büyüyecek olması."

Dünyada büyüme talebinin yarısının tek başına Çin‘den geldiğini, şu anda Avrupa‘da her 1000 kişiden 500‘ünün, ABD‘de 700‘ünün, Çin‘de 30‘unun, Hindistan‘da 17‘sinin arabası olduğunu kaydeden Birol, "Çinliler zengin olmaya başladıkları zaman, yaptıkları ilk işlerden bir tanesi araba almak oluyor. Bu konuda Çin‘i suçlayamayız. Daha önce Avrupalıların yaptıklarını yapıyorlar. Bu talep hangi üretimle karşılanacak? Manzara pek iç açıcı değil. Çünkü üretimde düşüşler görüyoruz" diye konuştu.

Fatih Birol, Fukuşima‘dan sonra bir çok ülkede nükleerde sorular doğduğunu anımsatırken, kömürle ilgili de çevre ve iklim değişikliğinden ötürü soru işaretleri olduğunu, yenilenebilir enerji kaynaklarının da avantajlarına rağmen maliyet açısından dezavantajlarının var olduğunu anlatırken, bu açıdan daha olumlu noktada bulunan doğalgazın ise dünya enerji piyasalarındaki payının hızlı bir şekilde büyümesini beklediklerini kaydetti.

‘1.3 Milyar İnsan Elektrik Yoksulu Ama Sorumlu Hükümetleri‘

BM Genel Sekreteri tarafından 2012 yılının enerji yoksulluğuna karşı bir yıl ilan edildiğini belirten Dr. Birol, dünya nüfusunun yaklaşık yüzde 20‘sini oluşturan 1.3 milyar insanın elektriğinin bulunmadığına; elektrik yokluğunun ameliyat yapılamaması, ilaçların buzdolabında saklanamaması anlamına geldiğine işaret etti. Bugün Afrika Kıtası‘nda 800 milyon insanın kullandığı elektriğin Newyork kentinin kullandığı elektriğe eşit olduğuna dikkat çeken Birol, "Bu insanların elektriğe kavuşması için gerekli olan para, her yıl bütün dünyadaki enerji yatırımlarına giden paranın sadece yüzde 3‘ü" dedi. Fatih Birol, bazı ülkelerdeki hükümetlerin tutumları nedeniyle bu yatırımların gerçekleşmediğini ileri sürerek, o ülkelerin nasıl yönetildiği konusunda soru işaretleri oluştuğunu söyledi.

İklim Değişikliği İçin Alarm Zili

Enerjinin iklim değişikliği konusunda sera gazlarından en büyük sorumlu olduğunu ifade eden Dr. Birol, eğer dünya enerji politikalarında ciddi değişiklik olmazsa dünyanın 6 santigrad derece daha ısınacağını, bunun deniz seviyelerinin yükselmesi, yağmur oranının azalması, canlı yaşamında ciddi değişime yol açacağını anlattı. Dünya liderlerinin Kopenhag‘da dünyadaki ısı artışının 2 derece ile sınırlanması konusunda anlaştıkları, bu düzeyin en fazla tolere edilebilecek nokta olduğunu söyledi. Sadece kağıt üzerinde ve gönüllü bir anlaşma yapıldığını söyleyen Dr. Fatih Birol, Çin ve ABD‘nin karbondioksit salınımdaki paylarının yaklaşık yüzde 50‘ye eşit olduğunu belirtirken, şöyle konuştu:

"Eğer aralık ayında Güney Afrika‘da BM toplantısından bağlayıcı bir karar çıkmazsa, çıkarsa olumlu bir sürpriz olarak değerlendireceğim, yine yatırımlar çevre faktörü göz önüne alınmadan yapılmaya devam edilecek. 2017 yılına kadar dünya çapında uluslararası bağlayıcı bir iklim değişikliği sözleşmesi bütün ülkeler tarafından imzalanmazsa 2 derecelik dünya hedefine güle güle demek zorunda kalacağız. Kapı 2 derece için sonsuza kadar kapanmış oluyor. Bu da beraberinde çok ciddi iklim, ekonomik ve sosyolojik yansımalar getirecek."

Fatih Birol, salondan sorular üzerine, Türkiye‘deki en büyük sorunlardan bir tanesinin enerjinin verimli kullanılmaması olduğunu,  ikinci olarak Türkiye‘nin ulaşım sektöründe ciddi bir yeniden yapılanmaya gitmesi gerektiğini, toplu taşıma olan ilginin artması gerektiğini, üçüncü olarak da yenilenebilir enerji kaynaklarından mümkün olduğu kadar faydalanması gerektiğini söyledi. "Nükleer enerjinin de Türkiye için önemli olduğunu düşünüyorum" diyen Birol, Türkiye‘nin çevre ülkelerdeki petrol ve gaz üretimi ile taşınmasında daha aktif olması gerektiğini de söyledi. Birol, "Türkiye‘nin başı kendi omuzları üstünde olan bir enerji politikası ve stratejisi olmasının çok önemli olduğunu düşünüyorum" dedi.

Enerjide Sorunun Adı: Özelleştirme

Öğle arasının ardından arka arkaya iki bölüm halinde "Dünyada ve Türkiye‘de Enerji Özelleştirmeleri" oturumu düzenlendi. TMMOB Yürütme Kurulu Üyesi Ayşegül Oruçkaptan tarafından yönetilen ilk bölümde Greenwich Üniversitesi‘nden Prof. Steve Thomas, A.Ü Siyasal Bilgiler Fakültesi‘nden Doç. Dr. Seyhan Erdoğdu, TMMOB adına EMO Enerji Çalışma Birim Koordinatörü Olgun Sakarya, Makina Mühendisleri Odası (EMO) Enerji Çalışma Grubu Başkanı Oğuz Türkyılmaz yer aldı. EMO Yönetim Kurulu Başkanı Cengiz Göltaş‘ın başkanlığını yaptığı oturumun ikinci bölümünde ise Dr. Şirin Gülcen Eren, MMO‘dan H. Caner Özdemir, Jeofizik Mühendisi Uğur Gönülalan ve EPDK‘dan Dr. Refik Tiryaki sunum yaptı.

Prof. Thomas: Şirketlerin Uluslararası Piyasaya Dönüşü Zor

Prof. Steve Thomas, "Elektrik Özelleştirme Politikaları Başarısız mı Oldu?" başlıklı sunumunda elektrik alanındaki özelleştirme ve piyasalaştırma uygulamalarını masaya yatırdı. Thomas, bu politikalardaki iddiaların yerine gelmediğini anlatırken, yabancı şirketlerin yatırım sermayesine daha kolay erişerek büyüyeceklerine ilişkin beklentilerin de gerçekleşmediğine dikkat çekti. Avrupa‘daki enerji şirketlerinin Avrupa dışında yatırım yapmaktan çekildiğini, yalnızca Iberdrola gibi bazı enerji şirketlerinin Avrupa dışında da varlıkları olduğunu, bu şirketlerin Türkiye‘deki elektrik özelleştirme oyununa dahil olabileceklerini, ancak döviz kurlarında çok büyük riskleri bulunduğunu, daha önce bu nedenle büyük paralar kaybettiklerini anlattı. Bu şirketler için elektrik alanında uluslararası düzeyde yatırım yapmaları konusunda talep riski bulunduğunu, özellikle sanayileşmekte olan ülkelerde hızlıca artan ama tutarlı devam etmeyen talep artışı olduğuna işaret etti. Dolayısıyla Avrupa‘daki şirketlerin uluslararası piyasaya geri dönüşünden söz etmenin zor olduğunu anlatan Thomas, Türkiye‘nin EPDK‘nın kuruluşu ve yasa değişiklikleri açısından işinin kolay olduğunu, ancak özelleştirme ve satışlara gelince işinin zor olduğunu kaydetti. Thomas, şöyle konuştu:

"Elektriğin serbestleştirilmesi ve özelleştirilmesi Türkiye başarılı olmadı diye bir şey yok. Tüm dünyada başarılı olmadı. Tüm dünyada enerji özelleştirmesi çalışmıyor. Özellikle küçük tüketiciler için perakende piyasaların kötü gittiğini, uluslararası yatırımcıların piyasadan çekildiği ve yakın dönemde geri dönemeyeceklerini görüyoruz."

Doç. Erdoğdu Elektrik Yoksulluğuna Dikkat Çekti

Doç. Dr. Seyhan Erdoğdu ise "Özelleştirme ve Enerji Yoksulluğu" konulu sunumunu yaptı. Enerjide ulaşılabilirlik ve kalite kriterlerinin ancak satın alabilirlikle birlikte anlamlı olabileceğini vurgulayarak, enerji yoksulluğunun artık kentsel bir sorun olarak da ortaya çıktığına dikkat çekti. Dünya Bankası‘nın kurulduğu dönemde özellikle enerji gibi altyapı alanındaki yoksullukları gelişmekte olan ülkelerde gidermek için dünyanın kamu bankası olarak düşük faizli krediler verdiğini, bunun o dönemde Keynesgil bir çözüm olduğunu, şimdi ise yeni liberal politikalara yöneldiğini anlatan Erdoğdu, üçüncü dünya ülkelerinde yaşanan enerji yoksulluğunun çok ön plana çıkan bir olay olmadığına işaret etti. Türkiye‘de giderek yaygınlaşan ve dramatik bir noktaya doğru giden enerji yoksulluğuna ilişkin gazete haberlerinden örnekler veren Erdoğdu, ısınma ile ilgili enerji yoksulluğu konusunda ısınma yardımları yapıldığını ve kömür dağıtımlarının sosyal yardımların önemli bir bölümünü oluşturduğunu anımsatarak, şöyle konuştu:

"Türkiye‘de esas yoksulluk, elektrik yoksulluğu. En vahim de budur. Elektrik yoksulluğunda ikame mümkün değil. Mum yakıyor. O kadar temel bir ihtiyaç ki, Yunanistan elektrik borcunu öderken vergiyi tahsil ediyor. İnsanlar elektriksiz kalmamak için vergiyi de ödüyor. Türkiye‘de enerji yoksulluğu konusunda bir standart geliştirilebileceğini düşünüyorum. Şu anda 4 kişilik bir ailenin sadece elektrik faturası gelirinin yüzde 10‘u."

Özelleştirme sürecinin enerjide bağımlılığın ve güvenlikteki zayıflamanın temel nedeni olduğunu vurgulayan Seyhan Erdoğdu, özelleştirme dışa bağımlılığı artırmışken, sorun özelleştirme iken çözümün daha fazla özelleştirme değil, kamusallaştırma olması gerektiğinin altını çizdi. Doç. Dr. Erdoğdu,  "Özelleştirme, arz güvenliği ve kaynak yeterliliğini de yok eden bir sürecin temel tutkalı olmuştur. Bu özelleştirme süreci pahalılaşmaya yol açarken, aynı zamanda tekelleşme ve oligopolleşmeye yol açtı. Şu da bir gerçektir ki sermayenin yoğunlaşmasının fazla olduğu yerlerde sermayenin fiyatları belirleme düzeyi daha fazladır" diye konuştu.

Elektrik Yoksulluğuna Karşı 3 Yol

Enerji yoksulluğu konusunda 3 yol olduğunu belirtirken, bunlardan bir tanesini "pahalı enerjiyi çalmalı" olarak formülleşti. Bunun Türkiye‘de uygulandığını, kayıp ve kaçak diye de faturalara yansıtılarak, enerji yoksulluğuna karşı çözüm bulunduğunu, nitekim Türkiye‘de de enerji çalanlara yoksullar arasında "hırsız" gözüyle bakılmadığını anlatırken, "Ama bu yol Türkiye‘de tıkanmak üzere. Kahramanmaraş‘ta tüketici hakem kurulu bir karar aldı; Bu kayıp kaçak olarak faturalara yansıtılan kalem haksızdır, iadesi gerekir diye. Tüketici dernekleri bunu bekliyorlardı. Bu kararla mahkemeye başvuracaklar" dedi. İkinci yolun, "üçüncü yol" olarak da adlandırılan Blair politikalarındaki gibi "özelleştirme ve ticarileştirmeye evat ama sosyal yardım sistemini geliştirelim" yöntemi olduğunu söyleyen Erdoğdu, piyasa politikacılarının buna karşı çıktığını, Dünya Bankası‘nın bu tür elektrik destek sistemlerine olumlu baktığını belirtirken, bunun da tartışılması gerektiği görüşünü dile getirdi. Bu desteğin asgari gelir desteği içinde mi, yoksa belli bir miktara kadar enerji tüketiminden para alınmaması gibi hangi yöntemle yapılacağının ele alınabileceğini söyledi. Seyhan Erdoğdu, üçüncü yolun ise temel kamu hizmetlerinde yeniden kamusallığa dönüşün düşünülmesi gerektiğini, ancak ulus devletlerin politika araçlarının tümüyle ellerinden alındığı bir ortamda kamusal ya da sosyal devleti tek başına kurtarmanın mümkün olup olmadığının ayrı bir kısıt olarak ortada durduğunu anlattı.

Elektrikte Özelleştirmede Sonuç: Pahalılaşma

EMO adına "Dağıtım Özelleştirmeleri ve Elektrik Piyasası" başlıklı sunumunu yapan EMO Enerji Birim Koordinatörü Olgun Sakarya ise dağıtım özelleştirmelerinin hangi aşamada olduğunu anlatırken, bu özelleştirmelerle birlikte elektrik hizmetindeki pahalılaşmayı kalem kalem ayrıntılı olarak ortaya koydu. Sakarya, elektrik tarifelerinin dört (2008-2011) yılda mesken abonelerinde yüzde 91.3, Kalkınmada Öncelikli İllerdeki mesken abonelerinde yüzde 104.6, tarımsal sulama ve alçak gerilim sanayi abonelerinde ise yüzde 84.7 oranında arttığına dikkat çekti. Türkiye Kızılay Derneği, Türk Hava Kurumu, Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumu, Türkiye Yardım Sevenler Derneği,  Darülaceze kurumları ile Darüşşafaka Cemiyeti ve Yeşilay Derneği ile Müzeler, Resmi Okullar, Resmi Yurtlar, Resmi Üniversite, Resmi Yüksek Okullar, Resmi Kurslar, Resmi Sağlık Kuruluşları, İçme-Kullanma Suları‘na ait aboneliklerde ise artışın ortalama yüzde 108‘i bulduğunu kaydetti. Toptan enerji satışı yapan ve elektrik tüketiminin yüzde 50‘sini karşılayan TETAŞ‘ın yüzde 20.35‘lik fiyat indiriminin 2010 yılı son çeyreğinde tüketici fiyatlarına yansıtılmadığını anlatan Sakarya, TETAŞ‘ın yüzde 2.29‘luk yine tüketicilere yansıtılmayan zammı da dikkate alınsa bile, dağıtım şirketlerine indirimin yansıtılmaması nedeniyle 550 milyon liralık bir mali kaynak aktarımı olduğunu ortaya koydu.

Tarifeler içinde yüzde 9 ile 12.5 arasında pay sahibi olan kayıp ve kaçak üzerindeki oyunu da EPDK‘nın 2010 yılına göre yüksek düzeyde belirlediği hedef oranlarıyla katılımcılara sunan Olgun Sakarya, kayıp ve kaçağa ilişkin tüketiciler aleyhine yaşanan gelişmeyi şu hesaplamayla somutladı:

"EPDK; dağıtım bölgeleri için belirlediği 2010 yılı kayıp/kaçak hedefini hiç değiştirmeden, yıllık ortalama yüzde 7 talep artışı ile 2011-2015 yılları için de devam ettirseydi, bu zaman aralığında beklenen kayıp/kaçak tüketimi şimdi öngörülenden 8 milyar kWh daha az olacaktı.

2011-2015 yılları için belirlenen yeni kayıp/kaçak hedefi oranları üzerinden; ulusal ölçekte 14.07 Krş/kWh olan 2010 yılı Türkiye Ortalama Elektrik Toptan Satış Fiyatı dikkate alınarak hesaplama yapıldığında kayıp kaçak hedef yükseltmesi nedeniyle tüketiciden fazladan yapılacak tahsilatın en iyimser tahminle yaklaşık 1.13 milyar TL olması beklenmektedir."

Olgun Sakarya, daha önce tek kalemde işlem gören perakende satış hizmet bedelinin de faturalama ve sayaç okuma olarak ayrıştırıldığını, ayrıştırıldıktan sonra ise yüzde 157 zam yapıldığını kaydetti. Sayaç okuma üzerinden fazla kullanan tüketicinin daha fazla ödeme yapmak zorunda bırakan bir uygulamaya geçildiğini anlatan Sakarya, aynı hizmet için farklı ödeme yapılmasına yol açan, mevzuata aykırı olduğunu düşündüğünü bu yöntemle dağıtım şirketlerine yeni bir gelir kapısı yaratıldığına da dikkat çekti. Sakarya, "Dağıtım sistemine sunularak tahakkuku yapılan elektrik enerjisi miktarının 2009 yılı verilerine göre 135 Milyar kWh, güncel tarifede de PSH (Sayaç Okuma) bedelinin 0.104 Krş/kWh olduğu göz önüne alınarak yapılan hesaplamada; tüketiciler, sayaçlarının okunması için dağıtım şirketlerine yıllık olarak yaklaşık 140 milyon TL ödemektedirler" bilgisini verdi.

Enflasyon Üzerinde Artışlar

Olgun Sakarya, kesme, bağlantı ve güvence bedellerine ilişkin çalışmasını da özetle şöyle ortaya koydu:

"2011 yılı bağlantı bedeli için 2010 yılına göre yapılan artışın anlaşılabilir (2010 Eylül ayı TÜFE oranı yüzde 9.24 olmasına karşılık yüzde 10 gibi) bir seviyede yapılması beklenirdi. Ancak artışın yüzde 68‘i bulması sonucu, ülke genelinde her yıl yeni abone olan yaklaşık 1-1.2 milyon tüketicinin yıllık olarak fazladan en az 20 milyon TL daha bedel ödemesine neden olacağı beklenmektedir

Alçak gerilim şebekesinden bağlı bir abone için 2005 yılında 6.55 TL kesme/bağlama bedeli, 2010 yılındaki bedele yapılan yüzde 57.7‘lik artışla 15.3 TL‘ye çıkarılmıştır. 2011 yılı için yapılan artış sonucunda tüketiciler üzerinden dağıtım şirketlerinin kasasına fazladan aktarılacak kaynağın da yıllık olarak yaklaşık 25-27 milyon TL olacağı hesaplanmaktadır.

Ülke genelinde yılda 1-1.2 milyon abone artışının tamamını mesken abonesi olarak ve güvence bedelindeki artışın anlaşılabilir (yüzde 10 gibi) bir seviyede olması halinde arada oluşacak farktan dolayı yıllık olarak yaklaşık 10 milyon TL fazla bir bedelin abonelere yansıtılması söz konusu olacaktır."

Olgun Sakarya, elektrik dağıtım şirketlerinin kamu dönemindeki yatırım miktarlarıyla yeni dönemdeki yatırım miktarlarını ele alarak sorguladığı konuşmasında, "2011-2015 yılları arasında yapılacak yıllık yatırımın; 2006-2010 yılları geçiş dönemine göre 3.08 kat, 2008 yılı yatırımına göre 1.34 kat artırılması doğal olarak tarifelere de yansıyacak ve tüketiciye yeni zamlar olarak dönüşü de kaçınılmaz olacaktır. Ayrıca yatırım denetimleri konusunda hakim olan ‘denetimsiz piyasa‘ sorununun nasıl aşılacağı konusu da ayrı bir soru işaretidir?" konularını da gündeme getirdi.

Türkyılmaz: Özel Tekeller Geliştirildi

MMO Enerji Çalışma Grubu Başkanı Oğuz Türkyılmaz, "Türkiye Enerji Sektöründe Tekelleşme" konulu sunumunu yaptı. Petrol üretimi ve dağıtım, LPG ve doğalgaz sektörlerindeki pazar paylarını ele aldığı konuşmasında, TPAO‘nun Türkiye‘de petrol üretiminde yüzde 75 paya sahip olduğunu söyledi. Akaryakıt dağıtımında OMV‘nin sahip olduğu Petrol Ofisi, onu Shell-Turcas ortaklığı, Koç Grubu‘nun ortaklığı olan Opet ve BP-Total‘nin izlediğini ve 4‘te1‘inin OMV‘de olduğunu, Shell ile birlikte yüzde 40‘ı aşan bir pazar payı olduğunu kaydetti. LPG‘de Koç Grubu‘nun iki şirketiyle birlikte pazar payının 3‘te 1‘e yakın olduğunu belirten Türkyılmaz, "Yüzde 29-30 kritik eşikler. Rekabet Kurumu verdği kararlarda bunu kritik eşik olarak koyuyor. Bunun üzerinde tekel oluşturabileceğini söylüyor" dedi.

Oğuz Türkyılmaz, doğalgaz üretiminde ise Trans Atlantik‘in sektördeki 2 şirketi de satın alarak, payını yüzde 53‘e çıkardığını, Petrol Ofisi‘nin TPAO ile ortak olarak Akçakoca‘da pay sahibi olduğunu anlatırken, bu tablonun Karadeniz ve Akdeniz‘deki aramalarda rezerv bulunacak olursa bu payların değişebileceğini, yabancı şirketlerin doğalgaz üretimindeki payının çok daha fazla olabileceğini söylenebileceğini de ifade etti.

Başkent Gaz ve İGDAŞ‘ın dışında kentsel dağıtım şirketlerinin özel sektörün elinde olduğunu anımsatan Türkyılmaz, Haziran 2010 itibarıyla kentsel abonelerin yarıdan fazlasının İGDAŞ‘ta olduğunu, İGDAŞ özelleştirilirse kentsel gaz abonelerinin yarıdan fazlasının bir grubun eline geçmiş olacağını bunun da Rekabet Kurulu‘nun yüzde 30 şartını ihlal ettiğine dikkat çekti.

Oğuz Türkyılmaz, doğalgaz ithalatında ise kamu tekelinin kalmadığını, 4 milyar metreküp BOTAŞ alım sözleşmesinin zaten devredilmiş olduğunu, BOTAŞ‘ın 32 milyar metreküp ithal yaptığını, 6 milyar metreküplük sözleşme de Gazprom‘un seçeceği şirketlere devredilmekte olduğunu, 4 milyar metreküp spot LNG ithali de dahil edildiğinde, BOTAŞ‘ın payının giderek düşmekte olduğunu anlattı. Türkyılmaz, iki yıl sonra Cezayir sözleşmesinin de bitmesi ve bu süre içinde yeni ithal bağlantılarıyla sektörde kamu ve özelin yarı yarıya pay sahibi olacağını söyledi. 

Elektrik üretiminde de kamu tekeli iddialarını "şehir efsanesi" olarak nitelendiren Türkyılmaz, EÜAŞ‘nin 24 bin 460 megavat güçle payının yüzde 45.39 olduğunu, bunun da 13 bin 320 megavatının özelleştirileceğinin söylediğini aktararak, şöyle konuştu:

"Hayır dokunmayın buna diyoruz. Yatırım yapıyorsunuz zaten. 35 bin megavat özel sektör lisans almış. Bu 35 bin megavatın her ne kadar yüzde 52‘si yatırıma başlamamış olsa da lisans almış. O 35 binin üzerine 65 bin daha yeni lisans veriyorsunuz, 100 bin megavat oluyor. Ya çok mudur kamunun elinde 24 bin megavat kalsın? Yok buna da tahammül edemiyoruz diyorlar."

Garip İhale Uygulamaları

Oğuz Türkyılmaz, ihaleye girip taahhüdünü yerine getirmeyen şirketin diğer elektrik dağıtım ihalesinde hak sahibi yapılmasını eleştirerek, "Bunun adı rekabetçi hukuk değil, soytarılıktan başka bir şey değildir" dedi. Açılan davalardan bir tanesinde yargı kararı çıksa bu sefer de "Tatbik kabiliyeti yoktur" denileceğini ve buna da tepki gösteren Türkyılmaz, böyle bir süreçte kriz nedeniyle dağıtım özelleştirmelerinin iyi ki gerçekleştirilemediğini söyledi. Başkent Gaz özelleştirmesinde ortak olan şirketlerin birbirlerini nitelikli dolandırıcılık suçundan şikayet ettiklerini anımsatan Türkyılmaz, "Birbirlerini dolandıracak şirketlere Ankara‘yı vermeye kalktınız" diye eleştirdi.

Dr. Eren: GATS‘da Kapalı Olan Sektörler de Açılacak

İkinci günün son oturumunda ilk konuşmacı olan TMMOB Şehir Plancıları Odası‘ndan Dr. Şirin Gülcen Eren, "GATS Kapsamında Enerji Hizmet Müzakerelerinin Türkiye‘ye Etkileri" başlıklı sunumunu yaptı. Enerjinin ekonominin temel girdilerinden biri olduğuna dikkat çekerek başladığı konuşmasında, "Rekabetçi fiyatlardaki değişik enerji kaynaklarının varlığı sermayenin bir ülkeye yatırım yapmasının temel unsuru. Ekonomik gelişmişlik de doğal olarak bunun konusu oluyor" dedi. Dünya Ticaret Örgütü bünyesinde enerji hizmetleri diye bir sınıflandırma olmadığını, mesleki hizmetlerde bu sınıflandırmanın yapıldığını anlatan Eren, enerji hizmetlerine yönelik özel bir sınıflama olmadığı için talepte bulunan ülkelerin ilgisi olduğu düşünülen mühendislik ve inşaat gibi hizmetlere ilişkin taahhütlerde bulunduklarını kaydetti.

Türkiye‘nin 2005 yılında revize taahhüt listesini verdiğini, Türkiye daha fazla yabancıya ayrım yapmayacağı anlamına gelen açık listede mimarlık, mühendislik ve inşaatı açmış olduğunu anlatan Eren, Türkiye‘nin enerji alanını içinde barındıran, yasal düzenleme hakkını elinde bulundurmaya devam ettiği kapalı olan sektörlerini de açmasının beklendiğini kaydetti.

GATS dışında Ulusal Düzenlemeler Çalışma Grubu (WPDR) kurulduğu, bunun da TMMOB‘nin tek katılım hakkı olan çalışma grubu olduğunu kaydeden Eren, şöyle konuştu:

"Eğer bir üye ülkenin ulusal düzenlemeleri bu belirlenen kriterlere uymuyorsa uygun hale getirilmesi isteniyor. GATS‘da hizmet ticaretini serbestleştiremediklerini anladılar. Onun için bu çalışma grubu oluşturuldu. ‘Ülkeler çalışma izinleri, vize, ikamet gibi unsurlarla ticareti engelliyor. Herkesin uyabileceği bu alanlarda genel kriterler getirelim‘ dediler. AB üyesi değiliz, ama DTÖ üyesiyiz. Eğer biz gerekli düşüncelerimizi orada belirtmezsek yaptırımla karşılaşacağız."

Liberal Dönüşüm Faturalara Yansıdı

MMO Enerji Çalışma Grubu Üyesi H. Caner Özdemir konuşmasına Dünya Bankası ve IMF‘nin enerji sektörünü biçimlendirme çalışmalarını anlatarak başladı. Özdemir, enerji alanında devletin küçültülerek, özel sektörün payının büyütülmesine ilişkin süreçte ortaya çıkacak olan maliyetlerin doğrudan tüketicilere yüklenmesinin öngörüldüğünü kaydederek, yaşanan fiyat artışlarının en önemli nedenlerinden birinin bu dönüşüm olduğunu vurguladı. MMO Enerji Çalışma Grubu‘nun bir takım öneriler oluşturduğunu belirten Özdemir, öncelikle bir ulusal enerji platform oluşturulması gerektiğini kaydetti. Platformun, Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı, Kalkınma Bakanlığı, EPDK, Maliye Bakanlığı, Hazine Müsteşarlığı, Çevre Bakanlığı gibi kurumların temsilcilerinden oluşturulması gerektiğini savunan Özdemir, enerji alanında Avrupa ülkelerinde çok sayıda kamu şirketinin faaliyet gösterdiğine dikkat çekerek, Türkiye‘deki kamu şirketlerinin güçlendirilmesi gerektiğini vurguladı. Enerji fiyatlarının Türkiye‘de oldukça yüksek seviyelere ulaştığına dikkat çeken Özdemir, fiyatların yüksek olmasının temel nedeninin kar oranlarının yüksek tutulmaya çalışılması olduğunu belirtti.

TPAO‘nun Değeri 32-47 Milyar Dolar

Jeofizik Mühendisleri Odası Eski Yönetim Kurulu Başkanı Uğur Günülalan, petrol sektöründe yapılan özelleştirme uygulamalarını anlatırken, ulusal şampiyonların oluşturulmasına ilişkin görüşlerin sık sık dile getirildiğini ifade etti. Türkiye Petrolleri Anonim Ortaklığı‘nın (TPAO) kuruluş, bölünme ve özelleştirme kapsamına alınma süreçleri hakkında bilgi veren Günülalan, TPAO‘nun 218 milyon varil üretilebilir petrolü olduğunu ve bu petrolün bugünkü değerinin 22 milyar dolar olduğunu belirterek, TPAO‘nun değerinin 32-47 milyar dolar arasında olduğunu kaydetti.  Gönülalan, Petrol Ofisi özelleştirildikten sonra yeniden kamu dağıtım şirketi kurulduğuna da dikkat çekti.  TPAO‘nun hiçbir özel sektör firmasının yapamadığı şekilde dünyanın farklı yerlerinde faaliyet gösterdiğini ve ruhsatlar alabildiğini belirten Gönülalan, konuşmasını şöyle sürdürdü:

"TPAO‘yu özelleştirirseniz arama güdük kalır. Üretim sahaları bitinceye kadar sadece üretim yaparsınız. Üretim sahalarını özelleştirirseniz bu sefer arama yatırımlarını yapamazsınız. Dünyada Türkiye Petrolleri gibi ulusal bir petrol şirketi yoktur. Arama veya üretimde devlet hissesini devreden bir model yoktur."

Tiryaki‘nin TEK Gafı

EPDK‘dan Dr. Refik Tiryaki ise yalnızca şahsi fikirlerini yansıttığını belirterek, konuşmasına serbestleşme sürecinin tarihini anlatarak başladı. Piyasası modeli öncesinde yap-işlet, yap-işlet-devret modelleri sırasında ciddi sıkıntılar yaşandığını kaydeden Tiryaki, konuya ilişkin EMO veya Cumhurbaşkanlığı Devlet Denetleme Kurulu, Sayıştay, Başbakanlık Yüksek Denetleme Kurulu‘nun raporlarının incelenebileceğini kaydetti. Piyasa reformu öncesinde 1984-2000 yılları arasında enerji alanında yaşanan olumsuzlukların, piyasa reformu ile sona erdiğini iddia eden Tiryaki, "Piyasa reformunu, hukukun üstünlüğü olarak" nitelendirerek, EDPK‘nın davalar yoluyla hesap vermesinin önemli olduğunu dile getirdi.

Türkiye Elektrik Kurumu‘nun (TEK) tekel olarak faaliyet gösterdiği dönemin kısa bir süre olduğu savunan Tiryaki, "TEK‘in yüceltilmesi olayını da ben biraz yadırgıyorum: Niye yadırgıyorum, şundan dolayı yadırgıyorum. TEK zaten 1980 ürünü. Yoktu ki TEK 1980‘e kadar. TEK‘in dikey bütünleşik bir şirket olarak sistemi yönetmesi 10-15 yıllık bir süreç. 1984‘de yap-işlet-devret ve işletme hakkı devirleri ile başlayan bir özelleştirme süreci var" şeklinde konuştu. Piyasanın eksikleri olduğu gibi artıları da bulunduğunu dile getiren Tiryaki, sözlerine şöyle sürdürdü:

"Kimseye canınız ne istiyorsa onu yapın demiyoruz. Elektrik piyasası alanında yazılmış doktora çalışmalarında elektrik piyasasında yürütülen faaliyetler kamu hizmeti olarak nitelendirilmektedir. Bir hizmetin özel sektör eli ile gördürülmesi o hizmetin kamu hizmeti olmadığı anlamına gelmez."

Tiryaki‘nin konuşmasını tamamlamasının ardından Oturum Başkanı Cengiz Göltaş, TEK‘nin ülke tarihinde önemli bir yeri olduğu ve 1970 yılında kurulduğunu hatırlattı. TEK‘in faaliyette bulunduğu 1994 yılına kadar çok önemli altyapı yatırımlarını tamamladığına dikkat çeken Göltaş, "Keban ve İrfanlı Barajı gibi yatırımları ülkemize kazandıran TEK‘i daha dikkatli sözlerle anmamız gerekiyor" diye konuştu.  Göltaş‘ın ardından tekrar söz alan Tiryaki ise TEK‘e yönelik ifadeleri dolayısıyla özür diledi.

Sempozyum çalışmalarına ilişkin diğer haberlere aşağıdaki bağlantılardan ulaşabilirsiniz: 

TMMOB 8. ENERJİ SEMPOZYUMU YAPILDI... 
ÜÇÜNCÜ GÜN PARALEL OTURUMLARDA NÜKLEER, KÖMÜR, YENİLENEBİLİR VE VERİMLİLİK ELE ALINDI

TMMOB 8. ENERJİ SEMPOZYUMU YAPILDI... 
İLK GÜN KÜRESEL ENERJİ POLİTİKALARI TARTIŞILDI

TMMOB 8. ENERJİ SEMPOZYUMU DÜZENLENDİ... 
SEMPOZYUM AÇILIŞ KONUŞMALARI İLE ÇALIŞMALARINA BAŞLADI 

 



TELE 1- SABAH PUSULASI

28.03.2024
 


Çok Okunanlar


EMO 49. OLAĞAN GENEL KURULU TOPLANIYOR

EMO 49. OLAĞAN GENEL KURULU

EMO 49. OLAĞAN GENEL KURULU TOPLANIYOR

1 MAYIS’TA ALANLARDAYIZ

ELEKTRİK MÜHENDİSLERİ ODASI - OLAĞAN GENEL KURULU! (ENERJİEKONOMİSİ.COM)

EMO 49. OLAĞAN GENEL KURULU TOPLANIYOR (ENERJİGUNLUGU.NET)

MUTLU BAYRAMLAR

EMEK VE BİLİM İLE KURULACAK YENİ BİR TOPLUMSAL DÜZEN İÇİN: YAŞASIN 1 MAYIS!

ENERJİ ALANI YÖNETİLEMİYOR (BİRGÜN)

Okunma Sayısı: 1811


Tüm Haberler

Sayfayı Yazdır



 
Oda aidatlarınızı kredi kartınızla güvenli bir ortamda ödeyebilirsiniz.
ÜYE HAKLARI VE GÜVENLİ AİDAT ÖDEME
 

COPYRIGHT © 2005-2024 TMMOB ELEKTRİK MÜHENDİSLERİ ODASI GENEL MERKEZİ
IHLAMUR SOKAK NO:10 KIZILAY/ANKARA
TEL: +90 (312) 425 32 72 (PBX) - FAKS: +90 (312) 417 38 18

KEP ADRESİ : emo.merkez@hs01.kep.tr


Diğer birimlerin iletişim bilgileri için tıklayınız

 
 
Key Yazılım Çözümleri A.Ş.