 |
Nükleer enerjiye giydirilmek istenen `etkili çözüm` kılıfı sahte, aksine bu üretim tehlikeli ve çıkmazlarla dolu. Güvenli tek bir atık deposu yok.
Mahir ULUTAŞ Nükleer neden enerji krizinin çözümü olamaz? 2026 yılı içerisinde Akkuyu Nükleer Santralı‘nm cüzi de olsa üretime başlayacak olması ve İğneada‘da kurulması planlanan yeni nükleer santralın yeri ve daha inşa aşamasında yaratacağı çevresel felaket riskleri üzerine kimi bilgilerin kamuoyuna yansımış olması nükleer enerji üzerine tartışmaları yeniden ülke gündemine getirdi. Nükleer teknolojiden enerji üretiminin tarihi, gerçekleşmeyen vaatlerin ve büyük çaplı kazaların neden olduğu çevresel ve toplumsal felaketlerin tarihi aslında. Nükleer elektriğin "ölçmeye gerek duymayacak kadar ucuz" olacağı iddiası üzerine başlayacağı iddia edilen "nükleer çağ" hiçbir zaman gerçekleşmedi. 1971‘de o sıralarda aynı zamanda Atom Enerjisi Komisyonu başkanı olan Nobel ödüllü Glen Seaborg‘un nükleer reaktörlerin 2000 yılma geldiğinde dünya elektriğinin neredeyse tamamını üreteceği, hatta bu sayede nükleer tahrik sistemleri ile insanların Mars‘a dahi taşınacağı öngörüsü geri dönüp bakıldığında trajikomik bir tarihi anekdota dönüştü. Dünya Enerji Ajans‘ının resmi verilerine göre nükleer enerji dünya elektrik üretiminin sadece yüzde 9‘u civarında. İKİ KATI FİYATLA ALIM SÖZÜ Bunun hiç kuşkusuz rasyonel sebepleri var. Öncelikle bu enerji kaynağı ucuz değil. Akkuyu projesi dahil, hemen hemen tüm projeler planlanana göre çok daha uzun sürede ve planlanandan çok daha yüksek maliyetlerle inşa ediliyor. Dahası inşa edildikten sonra enerji maliyetinin daha düşük olacağı iddiası da gerçek değil. Çok uzağa gitmeye gerek yok; Akkuyu ve İğneada‘da santral planları, nükleer enerjinin altındaki gerçekleri saklayamıyor. Nükleere giydirilmek istenen ‘etkili çözüm‘ kılıfı sahte, aksine bu üretim pahalı, tehlikeli ve teknik çıkmazlarla dolu Dünyada henüz bu atıkların güvenli olarak kalıcı bir şekilde depolanabileceği bir tesis yapılamamıştır. Tüm nükleer santrallarda bu atıklar havuzlarda veya benzeri tesislerde geçici olarak bekletilmektedir. Aynı şekilde nükleer santralların çözülemeyen bir diğer sorunu da nükleer santralın teknik ömrü tamamlandıktan sonra sökülmesidir. Genelde, durdurulan santrallar olduğu gibi bırakılmakta, yani bulundukları sahalar insana kapalı korunan sahalar olarak muhafaza edilmektedir. Yani nükleer santralların faaliyetleri durdurulduktan sonrada işletme giderleri bir ölçüde devam etmekte ve radyasyon yayılma tehlikeleri sürmektedir. LOBİCİLİK KITLIK DİNLEMİYOR Pek dillendirilmeyen bir diğer sorun ise olası uranyum kıtlığı. Görünen o ki, uranyum zirvesine 2016 yılında çoktan ulaşıldı. Yatay seyreden nükleer elektrik üretimi nedeniyle kısa vadede etkisi hissedilmeyen bu gerçek önümüzdeki yıllarda açık bir şekilde hissedilecek. Dahası yıllık tüketilen uranyumun yüzde 16‘sı ikincil rezervlerden, yani 20-30 yıl önce çıkarılmış ancak henüz bütünüyle tüketilmemiş kaynaklardan geliyor (Bu arada bu ikincil "kaynaklar"dan biri de nükleer silahsızlanma anlaşyapılan anlaşmalar gereğince Akkuyu NGS‘nin üreteceği elektriğin yüzde 50‘si 15 yıl boyunca 12,35 dolar-cent/kWh bedelle, devlet taahhütü gereği alınacak. Bugün borsada belirlenen Piyasa Takas Fiyatı dahi 2,74 TL/kwh civarında, ki bu yaklaşık olarak 6,5 dolar-cent/ kwh mertebelerinde. Diğer yandan bu enerji kaynağı güvenli de değil. Bu enerji üretim modelinin tarihi en az beş büyük kazaya ve sonucunda radyasyon yayılmasına ve büyük insan ve çevre felaketlerine şahit oldu. Literatüre göre bu nükleer teknolojiden elektrik üretiminin felaket yaratma riski yüzde 1 civarında. Bu risk çok yüksek bir oran ve herhangi başka bir tip elektrik santralinde böyle yüksek risk yok. Dahası nükleer santralların henüz çözülmemiş çok ciddi teknik sorunları var. Bunların başında kullanılmış yakıt veya atık yakıt denen, nükleer santral reaktöründe elektrik üretimi için kullanıldıktan sonra açığa çıkan ve radyasyon yayma kapasitesi çok yüksek ve yarı ömrü milyonlarca yıl olan maddenin depolanmasıdır. Reaktörden çıktıktan sonra belli bir süre havuzlarda bekletilen bu tehlikeli maddenin bir şekilde depolanması gerekmektedir. Radyasyon yaymasını önlemek içinde bu maddelerin depolarının çok güvenlikli olması gerekir. maları uyarınca sökülen atom bombaları). Bütün bu gerçeklere rağmen, Rusya-Ukrayna savaşı gibi jeopolitik gerçekler, nükleer lobilerin gücü ve kapitalizmin sınırsızca büyüme zorunluluğu gibi yapısal faktörler, her dönem yeni teknolojik atılım vaatlerini kamuoyu gündemine taşıyor. Bunlar arasında, aslında 70 yıllık ciddi teknik sorunlarla dolu bir başarısızlık tarihi olan, hızlı nötronlarla işleyecek, bu nedenle hem reaktif olmayan hem de yerkabuğunda bolca bulunan toryum gibi maddelerden faydalanan "yeni nesil" teknolojiler, en iyimser senaryoda bile 2050‘den önce herhangi bir bilimsel atılım umudu taşımayan nükleer füzyon hayalleri ve "Institute for Energy Economics and Financial Analysis" gibi hiçbir şekilde muhalif sayılamayacak kurumların dahi "çok pahalı, çok yavaş ve çok riskli" gördükleri SMR tipi küçük ölçekli modüler nükleer reaktörler öne çıkmakta. Her biri uzun süreli araştırma ve bilimsel-teknik atılımlara ihtiyaç duyan, söz konusu teknolojinin gerçekleşmeyen vaatler tarihi düşünüldüğünde güvenli ve ekonomik bir sonuca ulaşma şansı son derece düşük olan bu reklam çalışmalarının gölgesinde, merkez ülkeler nükleer maceradan vazgeçerken, bizim gibi ülkeler ne yazık ki, üstelik yeni dışa bağımlılıklar da yaratacak bu eski ve hantal teknolojiye yatırım yapmayı tercih ediyor.
|
 |
|