Özelleştirmenin ideolojik anlamı üzerinde hep duruldu. Ama ideolojinin, içinden çıktığı ekonomik sistemi meşrulaştırıcı işlevinin rolü yeterince vurgulanmadı. Sanki ekonomik sistemden tamamen bağımsız hareket eden bir sistem ideolojisi olabilirmiş gibi düşünüldü. İdeolojinin, sistemin kendisini yeniden üretmesindeki vazgeçilmez rolünün, son tahlilde maddi sonuçları olduğu yeterince hesaba katılmayabildi. Neo-liberal ideoloji, devletin herhangi bir şekilde sistem içinde girişimci rolüyle yer almasını, piyasa ekonomisini çarpıtan bir özellik olarak gördü. Sistem, kendi ideolojik ve ekonomik egemenliği üzerinde sadece geçmişten (Keynezyen dönemden) gelen kamu girişimlerini tehdit olarak görmedi; bunların ideolojik olarak mahkûm edilmemeleri durumunda yenilerinin peydahlanacağı kuşkusunu taşıdı. Dolayısıyla son çeyrek yüzyılda dünya ölçeğinde kapsamlı bir tasfiye operasyonu gerçekleştirildi.
Gelişmiş ülkelerdeki özelleştirmeler, bu ülkelerdeki yeni sermaye birikim modelinin bir gereği olarak başlatıldı. Sosyalist sistemdeki özelleştirmeler kapitalist sisteme geri dönüşün araçları olarak kullanıldılar ve kısa sürede dolar milyoner ve milyarderleri yaratmanın da aracı oldular. Böylece bu ülkeler hiçbir eksikleri ve kompleksleri kalmadan sisteme dahil edilmiş oldular. Gelişmekte olan ülkelerdeki (GOÜ) ve azgelişmiş ülkelerdeki (AGÜ) özelleştirmeler, Washington Konsensüsü damgalı dıştan empoze küreselleşme reçetelerinin, somut olarak IMF/DB/WTO/AB/ABD dayatmalarının uzantısında oldular. Aşırı sermaye birikimi gibi sorunlarla yüklü merkez ülkeler sermayesi, gerek birikim tarzının yenilenmesi (1979 sonrası), gerek bunun GOÜ ve AGÜ'lere dayatılması, gerekse kapitalist sistemin sınırlarının genişlemesi (1989 sonrası) yoluyla yeni değerlenme alanları elde etti. Özelleştirmeler bu yenilenme ve açılımda başrolü oynadı. Özelleştirmelerin kamu iktisadi teşebbüslerinin özel girişimcilere satışıyla sınırlı olduğunu sananlar yanıldıklarını çabuk anladılar. Bundan çok daha büyüğü amaçlanıyordu: Sağlık ve sosyal sigorta alanlarının, eğitimin piyasaya açılması, kentsel alt yapının (su ve çevre yatırımları başta olmak üzere) çokuluslu şirketlerin ilgi alanına girmesi, her türlü kamusal yatırım ve harcama alanının uluslararası yatırımcılara (ve kuşkusuz uluslararası tahkime) açık bir biçimde yeniden düzenlenmesi, imtiyaz sözleşmelerinin mülkiyet devirlerinden bile daha önemli rol oynamaya başlatılması, ve benzerleri... Türkiye'de de bu etkenler belirleyici oldu. Dünyada olduğu gibi Türkiye'de de özelleştirmeler kişi veya gruplara rant aktarımının tercihli alanlarını oluşturdu. Gelişmiş ülkelerde olduğundan daha güçlü rant aktarma kanalları oluştu; siyaset-ticaret ilişkileri daha da yoz ve pervasız bir biçimde kuruldu. Özelleştirmeyi kendi küpünü doldurmanın vasıtası olarak da gören siyasetçi, bürokrat, işadamı tipleri ortaya çıktı. Otel odalarında özelleştirme taliplileriyle şaibeli gece yarısı buluşmaları gerçekleştirmiş olan geçmiş dönem siyasetçileri yüce divanda yargılanırken, bunları büyük bir pişkinlikle tekrarlayan yeni dönem siyasetçileri gündemi işgal etmeye başladı. Türkiye'de siyasal iktidarın önemli bir hedefinin de, kısa sürede büyük özelleştirmeler gerçekleştirerek bir seçimi daha kazanacak maddi kaynakları elde etmek olduğu bilmem dikkati ne kadar çekiyor? Özelleştirme İdaresi (ÖİB) ile TMSF çift koldan ellerindeki şirketleri yoğun bir takvim içinde pazarlıyorlar. Dün iki ihale vardı. Biri ÖİB'nın Erdemir İhalesi; diğeri ise TMSF'nin Star Televizyonu satışı. Bunlardan ikincisinin sonuçları bu yazı yazılırken biliniyordu. Star'ı Doğan Grubu satın almış gözüküyor. Önemli bir tekelleşme adımı daha atılmış bulunuyor. Her şeye rağmen bir medya kuruluşumuzun yabancıya gitmemesine sevinerek teselli mi bulmalıyız? Yoksa, medyanın siyaset ve ticaret ilişkilerini bir sorun alanı olarak tartışma masasına mı yatırmalıyız? Sermayenin yerel veya beynelmilel iktidarını veya sistemin hakim düşüncesini rahatsız eden görüşler üzerine medyanın karartma uygulamasının önüne geçilemeyen bir ülkede tekelleşme sürecinin yerlisinden medet umacak bir noktaya mı gerileyeceğiz? kaynak:Birgün Gazetesi-27 Eylül 2005
|