Bolivya, doğalgaz ve petrol ve doğalgazdan sonra şimdi maden, orman ve tarım sektöründe kamulaştırmaya gidiyor. Başkan Evo Morales-, "sırada şimdi tüm doğal kaynaklar var" diyor. İlginç bir gelişme. Özelleştirmenin "insanoğlunun bulduğu en yararlı ekonomik icatlardan biri" diye gaza geldiğimiz son 25 yılda, varılan noktanın yeniden devletleştirme olması, bana "çok ilginç" geliyor. Bolivya örneği tek değil. Batılı bazı ülkeler de dahil pek çok örnek, özelleştirme dalgasının ardından yeni bir devletleştirme akımının habercisi gibi. Nitekim Bolivya Devlet Başkanı'nın "doğal kaynaklarının tüm kontrolünü yeniden eline aldığı o beklenen gün. o tarihsel an sonunda geldi" sözleri, bu işin sanki "tarihi bir hesaplaşma" gibi algılandığını da gösteriyor. Özelleştirmenin karşıtı olarak tanımlayacağımız, devletleştirme, aslında pek çok ulusun yasalarında var. Bizde de "Kamu Yararının Zorunlu Kıldığı Hallerde. Kamu Hizmeti Niteliği Taşıyan Özel Teşebbüslerin Devletleştirilmesi Usul ve Esasları Hakkında Kanun"umuz bulunuyor. Kamu yararı görülen alanlarda, devletleştirmenin mümkün olduğu, akla yakın gelse de son 25 yıldır estirilen özelleştirme rüzgarı karşısında, bu kanunun kolayca uygulanması da söz konusu değil kuşkusuz. Olaya ideolojik açıdan yaklaştığınızda, manzara budur. Fakat ekonomik gerçekler ve kamu yararı noktasından bakıldığında, kazın ayağı farklı görünebiliyor. İki yıl önce Kızılcahamam'da Hazine ve tüm KİT tepe yöneticileriyle, bu sorunun cevabını bulmak için 2 gün boyunca arama konferansı yapmıştık. Daha önce kıyasıya eleştirdiğim pek çok KİT'in genel müdürünün, özel sektör CEO'sundan daha dirayetli ve vizyoner olduğunu görünce şaşırmış, daha önceki "kamu, iktisadi işletme mi yönetir?" yargılarımdan utanmıştım. Orada ortaya çıkan sonuç, özelleştirmeye "ideolojik eksenden" yaklaşmanın, şimdiki rüzgar, "sat kurtul" saplantısında ise. ortak aklı dinlemenin daha yararlı olacağıydı. Ortak aklımız şunu diyordu: Bu KİT'leri, zamanında, doğru bir ihtiyaçtan yola çıkarak var ettik. İşlevlerini büyük ölçüde yerine getirdiler. Daha sonra değişen anlayışlar ve KİT'lere yüklediğimiz sorumluluklar farklılaştı. Bunu yakalamakta zorluk çekince, sıkıntılar başladı. Ancak dünyada özelleştirme rüzgarları estiğinde, o zamanki imkanlardan "zamanında" yararlanmadık. Dünya, özelleştirme devrini geride bıraktı. Raflarda satılık KİT'ler çoğaldı, alıcı piyasa yerini, satıcılara terketti. Fiyatlar düştü, sahiplik kavramı değişti. Mülkiyetin devri anlamındaki algılara saplanıp kalmanın hatalarını bugün hâlâ yaşıyoruz. Oysa özelleştirme, mülkiyetten ziyade, yönetimin rasyonelleşmesi şeklinde algılanmalıydı. Bunu yapmadık, kamuoyunda yaratılan özelleştirme, çağdaşlıktır yanlış algısıyla ne pahasına olursa olsun, KİT'leri elden çıkarma moduna girdik. Siyasilerimizi dinliyoruz; "dün yada artık devlet sanayide yok. Olmayacak da. Ticarette de bankacılıkta da sigortacılıkta da olamaz, devlet devlettir. Devletin vazifesi, idaresi altındaki insanlara en iyi hayatı yaşa tabilmek için çalışmaktır. Özel sektörün yaptığı hizmetleri de denetlemektir. Ama devlet sanayicilik yapamaz." Bu söylem, her ne kadar çağdaş görünse de, özelleştirme defterini çoktan kapamış Batılı ulusların pratiğinde, şimdiden arkaik hale gelmiş durumda. Biz. 25 yıl önce "doğru" olan görüşü, ancak "şimdi" benimseyebildik. Biz özelleştirmeye "ancak" ikna olduk ama dünyaya bakın, "kamu". çok büyük bir dalga olarak yeniden geri dönüyor. Neticede sorun ayni: Mülkiyetin kimde olduğu... Mesela Bolivya'da: önceleri patronlardaydı, şimdi kamu adına bir kurumun bürokratlarında. Farkeden hiçbir şey yok. Oysa özelleştirmeye, "yönetimin rasyonelleştirilmesi'' ve "ulusun mal varlıklarının daha verimli kullanılması" noktasından bakılsaydı. belki de devletleştirme süreci yerine, başka bir akılcı yöntem bulunabilirdi. Devletleştirmeyi zorunlu kılan dinamiklerin, mülkiyet kavramı kadar, kamu yararının nasıl yaratılacağı noktasına taşınması, özelleştirme ezberini, yeniden gözden geçirmemiz gerektiğini ortaya koyuyor. (Şeref OĞUZ, STAR, 04.05.2006)
|