MERKEZ ADANA ŞUBE ANKARA ŞUBE ANTALYA ŞUBE BURSA ŞUBE DENİZLİ ŞUBE DİYARBAKIR ŞUBE ESKİŞEHİR ŞUBE GAZİANTEP ŞUBE İSTANBUL ŞUBE İZMİR ŞUBE KOCAELİ ŞUBE MERSİN ŞUBE SAMSUN ŞUBE TRABZON ŞUBE

· 

GENEL

· 

SMM

· 

ÜYELİK İŞLEMLERİ

· 

MİSEM

· 

EMO E-POSTA

· 

FERDİ KAZA SİG.

· 

İMZA YETKİSİ

· 

ENERJİ VERİMLİLİĞİ

· 

SORUN SÖYLEYELİM

· 

ENERJİ KİMLİK BELG.

· 

ENAZ (ASGARİ) ÜCRETLER

· 

YAPI DENETİM

· 

E-İMZA

· 

MESLEKİ SORUMLULUK SİGORTASI

· 

LPG SORUMLU MÜDÜRLÜK

· 

EMBK

· 

KVKK

ELEKTRİK MÜHENDİSLERİ ODASI 40. OLAĞAN GENEL KURULU'NDA EMO 39. DÖNEM YÖNETİM KURULU BAŞKANI KEMAL ULUSALER VE TMMOB YÖNETİM KURULU BAŞKANI MEHMET SOĞANCI'NIN AÇILIŞ KONUŞMALARI


 
Elektrik Mühendisleri Odası 39. Dönem Yönetim Kurulu Başkanı Kemal Ulusaler’in, Elektrik Mühendisleri Odası 40. Olağan Genel Kurulu’nda yaptığı açılış konuşması.
 

Elektrik Mühendisleri Odası 39. Dönem Yönetim Kurulu Başkanı Kemal Ulusaler'in, Elektrik Mühendisleri Odası 40. Olağan Genel Kurulu'nda yaptığı açılış konuşması.

Türk Mühendis ve Mimar Odaları Birliği‘nin değerli yöneticileri,

Elektrik Mühendisleri Odası‘nın Değerli Delegeleri, Sevgili Arkadaşlarım,

Değerli Konuklar,

Değerli Basın Mensupları,

Elektrik Mühendisleri Odası adına hoş geldiniz diyor, sizleri sevgi ve saygıyla selamlıyorum.

40. Olağan Genel Kurulumuzu gerçekleştirmekte olduğumuz bugünlerde dünya yeni bin yıllık sürece evirilmekte. Özellikle 75 ‘li yıllarda genç olanlar, bundan 30 yıl öncesini anımsayacak olanlar ya da bugün 45 yaşın üzerinde olanlar anımsayacaklardır. O günlerde sinemalarda bir film vizyondaydı. Epey de ses getiriyordu. Bilim kurgu filmi. 2001 Uzay Yolu Macerası diye. Bizler 2001 yılının uzay yolu macerasını izlerken, içinde olduğumuz bugünleri çok farklı algılıyor, kafamızda çok farklı şekillendiriyorduk. Yine o gençlik yıllarında dünyayı ve ülkemizi değiştirme, dönüştürme iddiasında idik ve umut yüklüydük. Geleceğe bakışımızda güven ve kararlılık vardı. Güzel bir dünya insanların barış ve refah içinde yaşaması, sanki hemen bir adım önümüzde gibiydi. O günlerden bu yana köprülerin altından epey sular aktı. Son yirmi beş yıllık değişim bizi bugün tekrar yolun başına getirdi. Bu süre içerisinde finans-kapital zorbanın yeni dünya düzeni adı altında dünyayı yeniden biçimlendirmesine karşı yeni bir mücadeleye, çok daha zorlu bir maceraya bizleri sürüklüyor. İçinde bulunduğumuz günlerde yeniden yeni bir sayfa açma noktasına geliyoruz.

Ne oldu da 25 yılda bugünlere geldik?

1980'li yıllar, SSCB'nin dağılması ile kapitalizm yeni bir evreye girdi. Çok uluslu şirketlerin dar çıkarlarını gözeten neoliberal ekonomik ve sosyal politikalar devreye sokulurken, ulus devlet aşınma sürecine girdi. Merkez ülkeler, hegemonyalarını tek bir süper gücün gölgesinde sürdürmekte iken, çevre ülkelerin çoğu kompradorlaştırıldı. Bunda finans-kapital zorbanın finans araçları IMF ve DB önemli rol oynamaktadır. Samir Amin'in beş tekel dediği; ileri teknoloji tekeli, finans akımlarını denetleme tekeli, kritik öneme sahip doğal kaynaklara ulaşma ve denetleme tekeli, kitle iletişimi ve medya alanındaki tekel ve silahlanma alanındaki tekel. Bunlar hegemonyanın özünü oluşturmakta.

1980'li yıllardan bu yana tüm dünya düzeni çok hızlı bir biçimde küreselleşme adı altında yeniden yapılandırılıyor. Burada hedeflenen her türlü kısıtlılıktan uzak tek bir pazar ve insanlığın bu pazara biatıdır. Apolitikleşmiş kitlelerden oluşan, iç hukuku ile zaman zaman uluslararası sermayeye ayak bağı olan ulus devletin de giderek sönümlendiği bir dünya yaratmak, az önce değindiğimiz gibi bu hedefin içindedir.

Genel ifade ile G8'ler diye tanımlayacağımız ülkeler ve yine bu ülkeler orijinli çok uluslu şirketler, stratejik hedeflerine ulaşabilmek için sosyolojik, siyasal ve ekonomik araçlar/yapılanmalar oluşturdular. Dünya Ticaret Örgütü, Dünya Bankası ve IMF bunların ekonomik ayağıdır. Bu kurum ve kuruluşlar aracılığıyla özellikle üçüncü dünya ülkelerine eski teknolojilerini aktarıp onların teknolojik ilerlemelerini engellemiş, ithal ikameci sanayileşmeye zorlamış, yardım ve hibe programları ile dışa bağlılıklarını pekiştirmiş ve aşırı borç yükü altında teslimiyetçi politikalar izlemelerini sağlamayı başarmışlardır. Uygulana gelen bu politikalar pazarın daralmasının önüne geçememekte, spekülatif sermaye dolaşımı dünyada iktisadi ve siyasi çalkantılara neden olmaktadır. Bütün bu yaşananlar yeni dünya krizi tespiti yapılmasına neden olmaktadır. Elbette bu spekülatif sermaye dolaşımı sözcüğü yalnız bizden çıkmamaktadır. Özellikle son günlerde bizatihi sermaye içerisinden de çıktı. Geçenlerde Hürriyet‘teki köşesinde Emin Çölaşan Bursalı bir sanayicinin şu sözlerine yer verdi: "Ülkeye sıcak para, yatırıma değil,borsaya ve faiz vurgununa geliyor. Gittiği anda ekonomi zaten çökecek. İş ciddidir, çözüm bulunsun."

Yani ekonominin pek çok ayağı, sağında, solunda ötesinde berisinde mevcut bir saptaama içerisindedir. Ufukta beliren finansal krize doğru yelken açmış bir ülkede, siyasal karar vericiler ise büyüklere büyüme masalları anlatıyor. Gerçekler ise bambaşka. Yatırım ve üretimin olmadığı, katmadeğeri düşük imalata, üretime, ucuz işgücü, esnek üretim politikalarına, doğal kaynakların kuralsız tüketimine dayalı ve kamu varlıklarının satışından nemalanan bir büyüme söz konusu olan. Diğer yandan dünyanın en borçlu ülkelerinden biriyiz. İnsani gelişmişlik endeksi açısından gerilerde kalmışken, her geçen gün yaşam standartı daha da düşmektedir.

Türkiye yapısal önlemler sonucu, sosyal güvenlik haklarından yararlanamayan insanlar ülkesidir. 15 milyon civarında vatandaşımız sosyal güvenlik hakkından yararlanamamakta. Buna karşılık bu haklardan yararlananlar ise kaliteli hizmet alamamaktadır.

Sağlık ve eğitim başta olmak üzere bir çok kamu hizmeti giderek satın alınan, yalnızca varsılların ulaşabildiği, yoksulların ise erişemediği hizmetler haline gelmiştir. Özellikle gündemde olan sosyal güvenlik ve sağlığa ilişkin yasalarla bu sözlerimiz bir kez daha pekiştiriliyor. Tabii bunlara karşı da hepimiz, kurumlar, yapılanmalar, bireyler olarak muhalefet ediyoruz. Geçtiğimiz günlerdeki 2 milyonun üzerinde bu yasayı reddeden referandum da söz konusuydu. Ama bu referanduma rağmen, bu insanlara, bu kadar imzaya rağmen, yine de tasarıyı Meclis‘ten geçirme çalışmaları sürmekte. Bu azimde siyasi karar vericiler.

Genel olarak vergi yükü, özel olarak dolaylı vergi çok yüksek orandadır. İstihdam verileri büyük olumsuzluklar taşımaktadır. İşsizlik oranı giderek yükselmekte, ekonomik büyümeye koşut istihdam alanları açılamamaktadır. Genç işsizliğinin tırmandığı ülkede, nüfusun yarısını oluşturan kadınlar, istihdam alanından çekilerek evlerine kapatılmaktadırlar.

Yine egemen iktisat dili, etkin piyasalar, hantal devlet, verimsiz KİT‘ler ve özelleştirmelerin meziyetleri söylemiyle yine ülkenin ekonomi politakalarını ve sosyal hakların budanmasını, geriye götürülmesini, uyum adına yetenek, beceri olarak lanse ediyorlar. Gelinen noktada yeni dünya düzeni çerçevesinde küreselleşmenin mutlaklığı, seçeneksizlik, kaçınılmazlık söylemleriyle destekleniyor. Kamu bürokratlarının pek çoğu bunu benimsemiş, içselleştirmiş durumda. Pek çok toplantılarımızda, panellerimizde buna tanık oluyoruz.

Artık düzenleme ve denetleme işi de tek başına devlete bırakılmıyor. Bağımsız olduğu söylenen kurullara terk ediliyor. Özellikle bu kurullardan bir iki cümle daha söz etmek istiyorum. Bildiğiniz gibi bu kurullar, az önce sözünü ettiğimiz finansal kapital yapının, küresel sermayenin özellikle oluşturduğu yapılar. İşte şeker piyasası, tütün piyasası, bizim alanımızda enerji piyasası gibi kurullar. Bunlar zaman zaman oy baskısı altında olan hükümetleri aşıp, dolayısıyla siyasi kaygısı olmayan, siyasi sorumluluğu olmayan bu kurullarla, özellikle serbestleştirme ve özelleştirme işlemlerini yaptırabilme olanağı sağlıyor, küresel sermaye. Bugünlerde özellikle seçimin yaklaştığı bugünlerde, bu siyasal baskıyı iktidarın üzerinde nasıl şekillendiğini bir kez daha görüyor ve kurullara nasıl bir ihtiyaç duyduğunu sermayenin bir kez daha önümüze geliyor ve bunlara bir kez daha tanık oluyoruz. Ekonomiden el etek çektirilen devletin diğer alanlarda durumu ne? Örneğin hukuk devleti hala ayakta mı? Dünya Bankası, IMF ve AB direktifleri doğrultusunda yasalar değiştiriliyor. Anayasa değiştirilerek, devletçilik yanına özelleştirme serbestleştirme getiriliyor, sözün özü Anayasa by-pass ediliyor. Diğer yandan Danıştay'a baskı uygulanarak hukuk devletinin içi boşaltılıyor.

Geçen hafta içerisinde, hatta geçtiğimiz bir iki gün içerisinde, özellikle basında, medyada, Sayın Tayyip Erdoğan‘ın Danıştay üzerindeki baskılarına hepimiz tanık olduk. Bunları alt alta sıralamayacağım. Fakat bu hukuk üzerine, Danıştay üzerine baskılar elbetteki yeni değil. Özellikle Türk Telekom üzerine açtığımız davalarda da, bu davaların Danıştay‘da görüleceği günlerde de Ulaştırma Bakanı‘nın çıkıp aba altından sopa göstermesi, hukuka saldırması, daha doğrusu hukuka baskı uygulamasına da medya aracılığıyla tanık olduk. Bunlar ilk defa yaşanmıyor, önümüzdeki süreç içerisinde de yaşanacaktır. Aslında Sayın Erdoğan son günlerde, hemen hemen her yerde, medyadan, demokratik kitle örgütlerinden, çeşitli muhalefet kesimlerinden sık sık şikayet etmesine karşın, bizim söyleyebileceğimiz tek şey şudur: "Herşey üstüme üstüme geliyor diyorsan, ters yola girmişsindir." Bu kadar basit.

Bugün gerek siyasi karar vericiler tarafından, gerek egemen iktisat dillerince, gerekse uydu medya tarafından büyüme, düşük enflasyon, başarılı reform vb. masalsı söylemler, iş ve finans dünyasının göz boyama eylemleri bizlere on yıl öncesinin Meksikasını çağrıştırmaktadır. Benzeri söylemlerle şişirilen Meksika ekonomisindeki mali ısınma, siyasal reformlardan çok, temelde küresel finansın tek bir olgusu tarafından yönlendirilmişti. Meksika olayı tıpkı 2001'li yıllardaki Türkiye gibi gelişmekte olan ulusların kendilerini küresel sermayenin hayvani iç güdülerine bıraktığı zaman, en dehşet verici şartlarda adeta şeytanla iş yaptığını ortaya koymaktadır. Likidite küresel sistem içerisinde daha yüksek getiriler arayarak çalkalandıkça, bir ulus kendisini dışarıdan gelen ve baş döndürücü bir ısınmayı ateşleyebilen "sıcak para"ya gark olmuş durumda bulabilir ya da yabancı paranın herhangi bir nedenle ülkeden ayrılmaya karar vermesi halinde ani bir kredi açlığı çekebilir. Bunlar yaşandı. Bizler bu rehin alınmışlığı ve vaat edilen refahın nasıl bir yanılsama içerdiğini beş yıl önce çok somut bir örneğini yaşadık. 2001 krizini herkes can yakıcı bir şekilde yaşadı bu ülkede. "Değişim, ancak içeriden açılan bir kapıdır" lafzına denk düşecek bir biçimde ülkenin zenginliği ve refahı, ancak o ülke vatandaşlarının iradeleri, inançları ve çalışmaları ile gerçekleşebileceği görüşündeyiz. Bu bağlamda Meksika için NAFTA ne anlama geliyorsa, Türkiye için de AB benzer bir durum içermektedir.

Değerli delege arkadaşlarım;

Konuşmamın başından bu yana sözünü ettiğim gelişmeler çerçevesinde finans–kapital zorba hegemonyasını çevre ülkeleri içeriden teslim alamadığı durumlarda şiddete, saldırıya, savaşa ve işgale başvurarak gerçekleştiriyor. Dünyada her yıl konvansiyonel silahlarla 500.000‘in üzerinde insan ölüyor; yani dakikada bir kişi. Dünya üzerinde her on kişiye 1 silah ve her bir kişiye 2 mermi düştüğü saptanmış. Ve dünya ülkelerinin üçte biri, sağlık hizmetleri için harcadığı paradan daha fazlasını silahlanmak için harcıyor.

Gelişmekte olan Uzakdoğu ile enerji kaynaklarının arasında yangın koridorları oluşturmak ve enerji kaynaklarının denetimi ile enerji yollarını güvence altına almak amacıyla önce Afganistan'a ardından Irak'a giren ABD, bölgeye yönelik projelerini adım adım hayata geçirmektedir.

ABD, 11 Eylül sonrası kitle imha silahları arama bahanesi ile kendine ülkelere demokrasi götürme görevini biçince, saldırının da altyapısını oluşturmuş oluyor. Aslında asıl amaç ve strateji, dünya ve Türkiye için çok açıktı ve durumu Thomas P.M. Barnet de çok net bir şekilde şöyle özetliyor:

"Amerikalılar, şimdiye kadar yaşadığımız 11 Eylül ve iki büyük savaş sonunda, ABD ölçüsünde başka bir gücün olmadığını anlamış bulunuyorlar. Ayrıca dünyanın gerçekten ne olduğunu görmeye başlıyoruz: Küreselleşmenin İşleyen Merkezi‘ne kendilerini aktif bir şekilde entegre etmiş toplumlar ile küreselleşmeye Entegre Olmamış Boşluk'un tuzağına düşmüş olanlar – yani büyük oranda küresel ekonomiyle ve istikrarı tanımlayan kurallar dizisiyle ilişkisiz olanlar.

Bu yüzyılda tehlikeyi tanımlayan şey bağlantısız olmaktır.

Sık sık bana sorulan bir soru var, ‘Neden Türkiye, Küreselleşmenin İşleyen Merkez'i tanımınızda yer almıyor?‘

Ben, Türkiye'yi küreselleşmenin Entegre Olmamış Boşluğu tanımının ya da küresel ekonomiyle en az bağlantılı ve bu yüzden de kitlesel şiddet ve çatışma riskine en açık ülkeler grubu içine dahil ettim. Bunun üç nedeni var.

Amerika'yı güvenli hale getirmenin en hızlı yolu İran, Kuzey Kore, Suriye gibi en tehlikeli ve bağlantısız devletlere karşı önceden sert bir şekilde müdahalede bulunmaktır ya da temel olarak , ‘Sıradaki kim?‘ stratejisidir.

Kuzey Kore'nin Kim Jong-il'i devrildikten sonra en azından rejimin terörist gruplara ve El-Kaide'ye desteği sebebiyle İran bizim için listenin başında yer almaktadır.

Amerika, Orta Asya'da ve İran Körfezi'nde savaşa hazırdır çünkü, bu bölgeden akan enerji küresel bağlantının korunması bakımından önemlidir.

Ortadoğu, Merkez'e katılana kadar biz asla Ortadoğu'yu bırakmayacağız. Bizim güvenlik ihracımız olmasa bu bölge Rusya, Çin, Hindistan, İran ve Türkiye gibi bölgesel aktörlerin büyük oyunlarının oynandığı bir alandan başka bir şey olmayacaktır."

Görünen o ki ABD Ortadoğu'da kalıcıdır.

Bu durumda yapılacak olan 1 Mart'ta "savaşa hayır" diyen yüzbinler ile yeniden yeniden savaşa karşı duruşu örgütlemek, sokaklarda, meydanlarda mücadeleyi yükseltmektir. İşte bu nedenle TMMOB ve EMO Mayıs ayında da Atina meydanlarından tüm dünyaya bir kez daha savaşa hayır diye haykıracaktır.

Ve elbette ki tüm dünyada olduğu gibi ülkemizde de kirli savaşa hayır demekteyiz. Barış isteyen aydınlara karşı "Aydınlıkları, kerameti kendinden menkul, aydınlattıkları çevrenin de kaç lüks olduğu bilinmeyen bir grubun, bazı yandaşları ile birlikte kurulurken ulus devlet formu üzerine inşa edilen Türkiye Cumhuriyeti'nin üniter yapısını bozmaya yönelik girişimlerini nefretle kınıyorum" diyerek, hem aydınlara hem de Kürt sorununu dile getiren Başbakan'a göz dağı vermek isteyenlerin barışı talep etmeleri elbette olanaksızdır. 1998 TMMOB Demokrasi Kurultayı‘nda Kürt Sorunu başlıklı metnin ilk paragrafı; "Ülkemizin en temel sorunlarından olan Kürt sorununun, demokrasinin Türkiye'de tüm kurum ve kurullarıyla köklü bir şekilde yerleşmesi önünde engel olduğu, bu sorunun demokratik yollarla çözülmeyişinden ötürü sürdürülmekte olan savaş -yıl 1998- ülke kaynaklarını tüketmekte olduğu gibi, ülkenin gelecekteki ekonomik, siyasal, sosyal ve kültürel gelişimini de ipotek altına almaktadır. Kürt sorunu tarihsel, siyasal ve sosyal boyutları olan bir sorundur" şeklinde başlayıp, son paragrafı "Barış, ancak demokrasi, özgürlük ve insan haklarının olduğu bir ortamda yaşama geçirilebilir. Kürt sorunu emperyalist ülkelerle ve bölgede anti-demokratik devletlerin çıkarları ve kirli emelleri doğrultusunda değil, demokrasi ve özgürlük taleplerine uygun demokratik, adil, eşitlik temelinde barışçıl yöntemlerle çözülmelidir" diyerek çözüm önerisi ile tamamlanmaktadır.

Bugün yaşananlara baktığımızda bu çözümden ne kadar uzakta olduğumuzu görüyoruz. Şemdinli'de provakasyonun üstünü örtmek isteyenlerin yargıdan kaçıyor olması, ne yazık ki TMMOB'nin söylemlerinden ve çözüm önerilerinden ne kadar uzakta olduğumuzu bir kere daha göstermektedir.

Yine günümüzde sıkça yaşanan faşist güruhların, o azgın şiddet eylemcilerinin afiş asmak, nü resim yapmak gibi en doğal eylemlere bile tahammülsüzlükleri ve linç girişimleri, bizlere geçmişte uygulanan oyunları hatırlatmaktadır. Özellikle güvenlik güçlerinin olaylara müdahalede zayıf kalmaları, izleyici pozisyonda olmaları Sivas katliamını bir kez daha anımsatmaktadır. Fakat bu toplum, bizler, biz mühendisler aynı oyunun bir daha oynanmasına asla ve asla izin vermeyeceğiz.

Yolsuzluklara karşı mücadeleyi her zaman, her platformda sürdüren Odamız ve aktif üyelerimize yapılan, yıldırma saldırıları giderek sürdürülmekte, Odamız ve üyelerimiz yıldırılmak istenmektedir. En son örneğini, Antalya‘da kıyı yağmalamasına karşı çıkan Likya Haber Gazetesi sahibi olan, aktif üyemiz Özer Yılmaz‘a yapılan saldırı da bunun bir uzantısıdır. Eğer bu ülkede, bu ülkenin yararları-çıkarları için, bu ülke insanlarının çıkarları için mücadele ediyorsanız, şiddet başta olmak üzere her türlü saldırı size yöneliyor. Bu ve benzeri saldırıları tertipleyen çıkar gruplarının ortaya çıkarılması ve hak ettikleri cezayı almaları doğrultusunda kararlı olduğumuz bilinmelidir.

Değerli konuklar, sevgili delege arkadaşlarım;

İçinde bulunduğumuz süreçte AKP iktidarı son yirmi beş yılda görev yapmış olan siyasi yapılanmalardan çok da farklı bir rota izlemedi. Aslında bu süreç içerisinde görev yapmış pek çok yapılanma, Anavatan‘ından, Doğru Yoluna, AKP‘sinden o zamanın Refah Partisi‘ne, MHP‘sine, hatta DSP‘sine kadar hemen hepsi benzer politikalar izlediler. Kendi önlerine sürülmüş olan politikaları izlediler. Dolayısıyla Türkiye dünyanın başaramadığı birşey başarmıştır. İnsan klonlama. Bunları klonlanmış siyasiler olarak adlandırmak istiyorum. Çünkü hepsi birbirinin aynısı eylemlilikler içerisinde. Hatta AKP, bunlardan çok daha uyumlu bir şekilde finans-kapital zorbanın küresel politikalarını uyguladı. Geçmiş hükümetlerin uyguladıkları politikalar ile enerji alanında ülkeyi tam bir çıkmaza soktuklarını sık sık dile getiren AKP Hükümeti‘nin, bugün gelinen noktada eleştirdikleri yanlış uygulamaları aynen sürdürdükleri görülmektedir. Hiçbir değişiklik yok arkadaşlar. Verdikleri sözlerle yaptıkları uygulamalar tamamen farklı. Göreve geldiklerinde biz değiştik diyorlardı. Biz aynı hataları yapmayacağız diyorlardı. Ama bu değişim bana çok ilginç bir fıkrayı, anekdotu hatırlattı. Afrika‘ya gittiklerinde seyahat edenler, bir kabileye uğruyorlar. Kabile şefine diyorlar ki, "Ya zamanında siz insan eti yiyordunuz, hala böyle birşey var mı?" Şef karşı çıkıyor: "Biz kesinlikle değiştik. Kabilemizde yamyam kalmamıştır. Son yamyamı dün yedik." Buradaki değişim sözü aslında biraz buraya denk düşüyor.

Al ya da öde anlaşmaları aynı biçimde uygulanmaktadır. Rusya Federasyonu ile yapılan çeşitli toplantılardan çıkan sonuca bakılırsa bugün dünden daha da vahim noktadayız. Fiyatları bir adım geri çekip iki adım öne almışlardır. Yani bugün dünden daha pahalı doğalgaz almakta olduğumuz açık. Formül değişiklikleri hiçbir olumlu sonuç doğurmamıştır. Bu görülen, bilinen birşey. Bütün bunların yanında Rusya Federasyonu doğalgaz piyasamıza sokulmuş olup, Rusya Federasyonu‘na bağımlılık pekiştirilmiştir. İran ile yapılan doğalgaz anlaşmaları da aynı şekilde kalmış olup olumlu bir gelişme gerçekleştirilememiştir. YİD sözleşmelerinden doğan kamu zararı, çıkarılmak istenen yeni yasa ile katmerlenerek kamunun sırtına yani halkın sırtına yüklenmek istenmektedir. İki yıl boyunca TBMM‘de bekleyen Sayıştay Raporu tüm ısrarlarımıza rağmen ele alınmamış olması dikkat çekiciydi.Odamızın baskıları sonucu Sayıştay Raporu ancak içinde bulunduğumuz günlerde gündeme gelmiştir. Aslında bu gündeme gelişini de, özellikle hükümetin içinde yer alıp, kabul etmesini, biraz yapay buluyorum. Bir taraftan seçim dönemi yaklaşıyor, bir taraftan baskılar var. Dolayısıyla Sayıştay Raporu‘nun gündeme gelmesi AKP‘yi de bir noktada herşeye rağmen rahatsız ediyor. Belki Danıştay yüklenme, hukukun üstüne yüklenme, gündem saptırma anlamına gelebilir diye düşünüyorum. Kişisel görüşüm.

Meclis'teki gelişmelerden aslında çok da umutlu değiliz. Yapılan yolsuzluklar yaratılan kamu zararları sonucu sorumlular yargılanamamakta. Biliyorsunuz en son Yüce Divan‘a gidenler beraat etmiş konumda. Yine Yüce Divan‘da olanların akibeti konusunda aynı şeyin gündeme gelebileceği görüşündeyim. Yüce Divan bir noktada aklama divanına dönüşmüş durumdadır. İşte bu uygulamalar icraatin içindekileri bugün daha pervasız uygulamalarla ülkeyi zarara uğratmaktan çekinmediklerini açık bir biçimde göstermektedir. Ülkenin yarınlarını ipotek altına alacak uygulamaları yapmaktan kaçınmamaktadırlar. Bunun en somut örneklerinden biri de nükleer lobilerin istemlerine boyun eğip, nükleer enerjiyi gündemimize sokmalarıdır.

Fakat diğer yandan hayat devam etmektedir. Ve hayati önem taşıyan enerji politikalarında gelecek kurgusu oldukça önemlidir. 2000‘li yılların başında doğalgaz anlaşmalarından ötürü alım garantili doğalgaz santrallarının devrede tutulması ve kamu termik santralları ile HES'lerin sıkça devre dışında bırakılması hem yüksek oranda sunum fazlasını gündeme getirdi, hem de kamu zararlarına neden oldu. İçinde bulunduğumuz günlere gelinceye kadar özelleştirme ve serbestleştirme uygulamaları nedeni ile kamu yeni yatırımlara ve yenileştirme çalışmalarına yönelmedi. EPDK ise toplam 13.000 MW.'lık lisans başvurusunun ancak 5.850 MW'lık kısmına lisans verdi, 2005 yılı sonu itibariyle. Özel sektör ise aldığı bu 5.850 MW'lık lisans kısmının ne kadarını hayata geçirdi? Sadece 120 MW‘lik kısmını. Görülen o ki, bu gidişle yakın gelecekte bugün % 20‘ler seviyesinde olan sunum fazlası (veya yedek) hızla sıfırlanacak ve enerji açığı ile karşı karşıya kalacağız.

Bütün bu gelişmeler gösteriyor ki sunum güvenliği açısından EPDK‘nın ve özel sektörün tüm söylemlerine rağmen ETKB hızla müdahil olması, yeni yatırımlara yönelmesi gerekmektedir. AKP iktidarı seçim öncesi vermiş olduğu enerjide dışa bağımlılığı azaltma ve yerli enerji kaynaklarını kullanma sözünü yerine getirmelidir. Bilindiği üzere ülkemizde birincil enerji kaynaklarında en büyük pay %38 ile petrole, % 24 ile kömüre, % 27 ile doğalgaza ve % 3.5 ile hidroelektriğe aittir. Tüketim içindeki yerli üretim payı petrolde % 7.3 doğalgazda ise % 2.7‘dir. Görüleceği üzere ülkemiz enerji bakımından dışa bağımlı durumdadır. Bu kader midir? Elbette ki değil.

EMO olarak çok küçük sapmalar içeren talep tahminlerimizi kamuoyuna devamlı sunmaktayız. Yine potansiyel tespitlerinde en son verileri kullanarak gerçekçi potansiyel tespitlerimiz ortadadır. Bütün bunların ışığında hızla önümüzdeki yirmi yılın kamu eliyle planlanması ve bu plan-projeksiyonlara uygun olarak enerji geleceğimize ilişkin rota çizilmelidir.

Özelleştirmelere gelince; ülkemizde 1983 yılında 2983 sayılı Yasa ile başlayan özelleştirme uygulamaları, değişik zamanlarda altı kez revize edilerek günümüze kadar gelmiştir. Özelleştirme uygulamaları ana model içinde değerlendirildiğinde çok net bir tablo ortaya çıkmaktadır. Özelleştirme rant ekonomisinin ayrılmaz bir parçasıdır.

Türkiye'de özelleştirmeye ilişkin gerçekleştirilen üç temel yasal düzenlemeyi, 2983, 3291 ve 4046 sayılı yasalar olarak sıralamak olasıdır. Söz konusu yasalar genel olarak özelleştirmeye ilişkin hususları düzenlemekle birlikte 1980'li yıllardan 2001 yılına kadar gelen süreçte, sundukları hizmetin özelliklerinden kaynaklanan yasal nedenlerle, enerji ve telekomünikasyon alanlarında ayrı düzenlemeler yapılmış, ayrıca ekonominin liberalleşmesi politikası doğrultusunda tekel niteliğine haiz bazı kamusal üretim alanlarında da (çay ve tütün gibi..) özel sektöründe faaliyet göstermesine olanak sağlayan yasal değişikliklere gidilmiştir.

Özelleştirme ile ilgili ilk kapsamlı düzenleme 1994 yılında 4046 sayılı Yasa ile yapılmıştır. Yine bu Yasa ile özelleştirme mevzuatında ilk kez özelleştirme ilkeleri tespit edilmiştir. Bunların içerisinde en önemlisi, özelleştirme uygulamalarından elde edilecek gelirlerin genel bütçe harcama ve yatırımlarında kullanılmaması lafzıdır.

13 Ağustos 1999 tarihinde kabul edilen ve aynı tarihlerde Resmi Gazete‘de yayımlanarak yürürlüğe giren 4446 sayılı Yasa ile Anayasa‘nın 47. maddesinin kenar başlığı "devletleştirme ve özelleştirme"şeklinde değiştirilerek, bu maddeye 2. fıkrasından sonra; "Devletin, kamu iktisadi teşebbüsleri ve diğer kamu tüzel kişilerinin mülkiyetinde bulunan işletme ve varlıkların özelleştirmesine ilişkin esas ve usuller kanunla gösterilir. Devlet, kamu iktisadi teşebbüsleri ve diğer kamu tüzel kişileri tarafından yürütülen yatırım ve hizmetlerden hangilerinin özel hukuk sözleşmeleri ile gerçek kişilere yaptırılabileceği veya devredilebileceği kanunla belirlenir" hükmü , Anayasa‘nın 125. maddesinin 1. fıkrasının sonuna;

"Kamu hizmetleri ile ilgili imtiyaz şart ve sözleşmelerinde bunlardan doğan uyuşmazlıkların milli veya milletlerarası tahkim yoluyla çözülmesi öngörülebilir" hükmü eklenmiştir.

Anayasa‘nın 155. maddesini 2. fıkrası ise; "Danıştay, davaları görmek, Başbakan ve Bakanlar Kurulu‘nca gönderilen kanun tasarıları, kamu hizmetleri ile ilgili imtiyaz şart ve sözleşmeleri hakkında iki ay içinde düşüncesini bildirmek, tüzük tasarılarını incelemek, idari uyuşmazlıkları çözmek ve kanunla gösterilen diğer işleri yapmakla görevlidir" şeklinde değiştirilmiştir. Söz konusu düzenlemeler ile Anayasa‘ya ilk kez özelleştirme kavramı girmiş, kamu hizmetlerinin "özel sözleşmelerle" yaptırabilmesine ve kamu hizmetleri ile ilgili imtiyaz şart ve sözleşmelerinden kaynaklanabilecek uyuşmazlıkların, uluslararası tahkim yoluyla çözülmesine olanak sağlanmıştır. Danıştay'ın görevleri arasında bulunan imtiyaz şart ve sözleşmelerindeki "inceleme" yetkisi "görüş bildirmeye" dönüştürülmüştür.

Avrupa Birliği Elektrik Mevzuatı ile uyum sürecinde 20 Şubat 2001 tarih ve 4628 sayılı Elektrik Piyasası Yasası ile "rekabet ortamında özel hukuk hükümlerine göre faaliyet gösterebilecek" bir elektrik enerji piyasası oluşturulması ve bu piyasada bağımsız bir düzenleme ve denetimin sağlanması için yeni bir yapı; Elektrik Piyasası Düzenleme Kurumu ve Kurulu oluşturulmuştur. Elektriğin özel nitelikleri her zaman bilinmektedir. Ancak neoliberaller, elektrik enerjisinin de aynen diğer piyasa malları gibi pazarda alınıp satılacağı sözünü veren serbestleştirmeyi satmaktadırlar. Bunun bir illüzyon olduğu şimdi açıktır. Yapılan uygulamaların sonuçları da ortadadır. Örnekleri; Enron'dur, Kaliforniya krizidir, ÇEAŞ'tır, AKTAŞ'tır.

Değerli dostlar;

Bir başka özelleştirme gerçeği de haberleşme, iletişim alanında yaşanmaktadır. Günümüzde enformasyonun işlenmesi ve aktarılmasının giderek önem kazanması telekomünikasyon sistem ve araçlarını küresel toplumun merkezi sinir sistemleri haline getirmiştir. Uluslararası telekomünikasyon hizmetlerinin işleyişini ve yapısını etkileyen gelişmelerin sonucunda, ulusal ve tekelci karakterdeki yerli kamu telekom işleticileri faaliyetlerini hızla kendi ulusal sınırlarının ötesine yaymaya başlamışlardır. Sonuç olarak gerek temel iletişim hizmetleri gerekse haberleşme tesislerindeki olanaklar ve yeni hizmet çeşitleri küresel bir nitelik kazandırılırken, bu alanın uluslararası rekabete açılması ivme kazanmıştır. 1998 yılına kadar telekomünikasyon alanına yönelik dönüşümler genelde politika geliştirme, yasa taslakları oluşturma, geleneksel PTT'lerin, icracı bakanlıkların yeniden yapılandırılması için gerekli altyapıların hazırlanması, şirketleşme, özelleştirme, rekabet ortamının oluşturulması, yeni düzenleyici aktörlerin oluşturulması gibi etkinlikler çerçevesinde belirginlik kazanmıştır.

1998 yılı ise bir dönüm noktası oluşturmaktadır. Telekomünikasyon alanına yönelik politika oluşturma aşamasından bu politikaları uygulama aşamasına geçilmiştir. Bu dönüşüm, piyasaların serbestleşmesi "sınırlarını aç, rekabetle tanış, pazarını düzenle" ile ifade edilebilecek gelişmelerle ilişkilidir. Ve gelinen noktada Türkiye de bu gelişmelerden nasibini almış ve Türk Telekom AŞ.'nin yüzde 55 hissesi, toplam 6.5 milyar dolar karşılığında bir konsorsiyuma satılmıştır. Türk Telekom‘un sahip olduğu telekomünikasyon altyapısı, büyüklüğü, yaygınlığı, değeri, alternatifsiz oluşu, toplumsal hedeflere yönelik hizmet görmesi gibi nedenlerle sınırlı kaynaklardandır ve stratejik bir öneme sahiptir. Türk Telekom‘un sahip olduğu altyapı, doğal ve sınırlı kaynaklar içerisindedir. Bu nedenle, mülkiyetinin devri yöntemiyle özelleştirilmesi olanağı bulunmamaktadır. Dolayısıyla telekomünikasyon altyapısı özel mülkiyet konusu olamaz. Türk Telekom‘un satışı kamu çıkarlarına aykırıdır. Türk Telekom‘un özel tekel haline gelmesiyle, hizmet kalitesi ülkenin her kesimine eşit olarak yayılamayacaktır. Yüksek fiyatlar ve kalitesiz hizmet sorunu ile karşı karşıya kalacağız. Yine bilinmelidir ki, telekomünikasyon alanında rekabet olanağı yoktur. Önce serbestleşmenin sağlanması ardından da rekabet olanağının sağlanması söz konusu olamaz. Rekabet Kurulu kararına da altyapı oluşturan Kablo TV altyapısının Telekom‘a alternatif olabilmesi teknik olarak olanaklı değildir.

Türk Telekom'un satış sonrası abonelere nasıl bir ücretlendirme yöntemini uygulayacağı, hizmet kriterlerinin ne olacağı, özelleştirme sonucu Oger Telekom'un yeni teknolojiler getirmesi, yatırımın ne olacağı gibi pek çok önemli ayrıntı hala bugün için de belirsizliğini korumaktadır.

Türk Telekom özelleştirmesine ilişkin Odamızın ve sendikaların açtığı davalar sürmektedir. Yapılan tüm mücadele inanıyoruz ki karşılığını bulacaktır. Bugün itibariyle özel sektörün insafına terk edilmiş gözüken Telekom çalışanları Odamız ve ilgili kamu sendikaları ile birlikte mücadeleyi sürdürecek ve mutlaka olumlu bir sonuç alınacaktır.

Değerli dostlar;

Dünya ölçeğinde bir başka talan alanı da yazılım sektörüdür. 2005 yılı içerisinde Microsoft, dolayısıyla B.Gates'in ülkemizi ziyaretleri bu konuda ipuçları içermektedir. Oysa dünya Çin'den Hindistan'a, Almanya'dan en son Venezuella'ya kadar özgür yazılım tercihlerini yapmışlardır. Türkiye için de Pardus bir adımdır.

Üzerinde önemle durulması gereken bir konu da ulusal yazılım politikalarımızın ivedilikle belirlenmesidir. EMO'nun 2005 yılında gerçekleştirdiği Ulusal Yazılım Mühendisliği Sempozyumu bu açıdan oldukça önemli bir adımdır. Özellikle yabancı yazılım firmalarının eğitimden e-devlet sürecine yazılım sektörümüz üzerindeki hegemonyası gelecek açısından kaygı yaratmaktadır.

İnternet dünyanın her tarafındaki milyarlarca insanın iletişimini sağlamak ve gelmiş geçmiş en büyük veri tabanı olması misyonunu üstlendi. Dünya üzerinde pek çok insan interneti diğer insanlar ile iletişim kurmak amacıyla kullanıyor. Artık mendilin yerini mektup, mektubun yerini kart, kartın yerini telefon ve nihayet telefonun yerini internet almış durumda. Elbette ki özel yaşam ile ilgili sorunlar da ortaya çıkmaya başladı. Dolayısıyla yasal kısıtlılıklar gündeme gelmeye başladı. Artan IP adresi taleplerinin karşılanması ayrı bir konu oldu. İnternette gittikçe yaygınlaşan istem dışı alınan elektronik ileti olan SPAM‘ın bireylerin özgür iradesine müdahale edici, bireysel ve ulusal kaynak israfına yol açıcı olması tartışılır oldu. İnternette Türkçe nitelikli içeriğin artmasının, bu kaynağın daha verimli kullanılmasını sağlayacağı düşüncesindeyiz.

Her şeyden önce EMO olarak; Bilgisayar Mühendislerinin en büyük sorunlarından biri olan yazılım geliştirme konusunda üretim araçlarının ellerinden alınması girişimlerine karşı örgütlü mücadelemizi gündemde tutmak ve genişletmek birincil görevlerimiz arasında yer alacaktır.

Bugün için aramıza yeni katılmalarına rağmen gördük ki, Biyomedikal Mühendislerinin de kendilerine özgü pek çok sorunları bulunmakta... Gerek küreselleşmenin getirdiği sorunlar, gerekse mesleğe özgü sorunlar örgütlülük içinde çözümü olan sorunlardır. Kısa bir süre içerisinde anılan sorunların çözümünde olumlu adımlar atılacağına inanıyoruz.

Değerli delege arkadaşlarım;

Önemle üzerinde durduğumuz bir konu da mühendislik eğitimidir. 2005 yılı içerisinde gerçekleştirdiğimiz Eğitim Sempozyumu pek çok soruna parmak basmış ve konunun ilgililerini biraraya getirerek, talepler ile çözüm önerilerini toplanmış ve kamuoyuna sunmuştur. Şüphesiz bu taleplerin açınımı pek çok kere vurguladığımız mühendislik eğitimi, mühendislik hizmetlerinin sağlıklı bir biçime yaşamda yerini alması, mühendislerin uygar çalışma ortamına kavuşması ile birlikte iktisadi–sosyal alanda da bilim ve teknolojiye verilen önemi kapsayan ülke politikalarının oluşmasından geçmektedir. Bu politikaların en önemli göstergeleri de; eğitim, AR-GE faaliyetleri ve sanayileşmede bilinçli seçim ve yönlendirmelerdir.

Türkiye'de eğitim düzeyi son derece düşüktür. 25-60 yaş arası nüfusun sadece % 18'i lise ve üniversite mezunu iken bu oran Kore'de %61'e ulaşmaktadır. Bu oran ABD'de %86, AB içerisinde de İspanya'da % 33, Almanya'da % 81 seviyesindedir. Eğitim düzeyine paralel olarak bilimsel faaliyetlerde de Türkiye'nin durumu ne yazık ki iyi görünmemektedir. 100.000 kişiye düşen bilimsel makale sayısı, Türkiye'de 3 iken, ABD'de 77, Kore'de 10'dur. Patent başvurularında da benzer durum söz konusudur.

Üretimde ise durum içler acısıdır. Örneğin elektronik sektöründe 2000 yılı DTÖ verilerine göre dünyadaki toplam üretimin binde 18'i Türkiye'de gerçekleşmiştir.

Günümüzde AR-GE faaliyetlerine kaynak ayıran üniversiteler ve kamu sektöründen sonra en son sırada % 4.6 payla özel sektör gelmektedir.

Değerli dostlar;

Mühendisler bir yandan mesleki gelişimi, dayanışmayı, bilginin alternatif bir şekilde yeniden üretimini hedeflerken, diğer yandan da bilgiye en fazla ihtiyacı olan, bilgiden, iktidardan, güçten, her şeyden uzak tutulan kitlelerle bilgiyi paylaşma durumundadır.

Yaratılan değerlerin topluma yeniden dönmesi bu değerleri yaratanların ortak bir amaç etrafında örgütlenmesini ve mücadele etmesini gerektirmektedir. Bu çerçevede bağımsız ve demokratik bir Türkiye doğrultusunda, yaşanan ve bilinen tüm insanlık dışı süreci değiştirme eylemliliği içinde bulunan, toplumsal muhalefetin alanını genişleten, dayanışmayı sağlayan, örgütlülüğü gelişmiş, üretken bir EMO yaratma perspektifi de diğer temel görevlerimizden biridir.

Görüldüğü üzere amaç ve görevlerin kendisi de tıpkı hayatın bizatihi kendisinde olduğu gibi siyaseti içermektedir. Bu bağlamda EMO amaç ve görevlerini yerine getirirken, meslek ve meslektaşı ile ilgili sorunların tespiti ve çözümü doğrultusunda çalışma yürütürken, politik anlamda görüş oluşturacaktır ve bu görüşleri de toplum ile paylaşacaktır.

"EMO, gücünü mesleki uzmanlık alanlarındaki bilgisinden, birikiminden ve potansiyelinden alan ve uygarlığın gelişmesi ve insanca yaşam ortamlarının sağlanmasında yalnızca bilim ve tekniğin gelişmesinin yeterli olmadığını, toplumda yaratılan diğer değerler gibi, bilimsel ve teknolojik gelişmelerin de yarattığı bilgi ve ürünlerin kullanımında toplumun söz, karar ve yetki sahibi olmasını, doğa ve insanın temel değerler olarak kabul edildiği ekonomik, sosyal, siyasal ve kültürel politikalarla birlikte emeği, özgürlüğü, eşitliği, demokrasi ve barışı savunmaktadır.

Diğer yandan işsizlik, mesleğin araştırma-geliştirme ve tasarım etkinliklerinde yoğunlaşmayı sürdürdüğü bir dünyada mesleki bilgi ve becerilerimizi uygulama ortamlarının daralması, beyin göçünün hızlanması, aldığımız eğitim ve üstlendiğimiz sorumluluklara uygun olmayan düşük gelir düzeyleri, mühendisleri yoğun bir biçimde olumsuz etkilemektedir. Asgari ücretle çalışma, kendi alanında iş bulamadığı için nitelik sorgulaması yapmadan başka alanlarda çalışma, iş güvencesi eksikliği ile sürekli iş değiştirme gibi sorunlar durumu daha da kötüleştirmektedir.

Hayatın hemen her alanında gün geçtikçe artan oranda emekçilerle ortak sorunları birlikte yaşamakta olan Elektrik, Elektronik, Bilgisayar, Yazılım, Biyomedikal Mühendisleri 40. Olağan Genel Kurullarını bugün işte bu durum içerisinde gerçekleştirmekteler.

Yeni dönem, yukarıda sözünü ettiğimiz misyon çerçevesinde EMO'nun önüne koyduğu görevler doğrultusunda mücadeleyi daha da yükselteceği dönem olacaktır. Ülkemiz toplumsal muhalefet içerisinde çıtayı yükselterek emek mücadelesine ivme kazandıran EMO'nun bu durumu, global finans-kapital zorbaya teslim olmuş, onun direktifleri ile hareket etmekte olan egemen güçlerin gözünden kaçmamaktadır. Finans-kapital zorbanın tek kutuplu dünyaya entegre etme çalışmaları kapsamında çıkartılan Kamu Reformu yasaları, GATS (Hizmet Ticareti Genel Anlaşması), özelleştirmeler ve benzeri toplumun geniş kesimini etkileyen kapsamlı düzenlemelerin ardından sistemin EMO özelinde de örgütü işlevsizleştirmeye yönelik hazırlıklar içinde olduğu bilinmektedir. Bazı kurum ve kuruluşlar aracılığıyla münferit saldırılar giderek sistemli hale dönüşme eğilimindedir. Bu saldırıların bir ayağı da medya içerisindedir. Geçtiğimiz günlerde Hürriyet Gazetesi‘nde Ertuğrul Özkök‘ün gerek isim vermeden Odamıza, gerek demokratik kitle örgütlerine saldırısı da oldukça önemlidir. İki cümleyle onu anlatmak istiyorum:

"Ama özelleştirmeyi engelleyerek, o firmaların yıllar sonra çok daha ucuza satılmalarına neden olan insanlardan hiç hesap sorulmadı. Oysa bazılarının bu ülkeye verdiği zarar, bütün hortumcuların verdiğinden daha büyüktü" diyor.

Elbetteki burada bizleri hortumcuların verdiği zarardan daha büyük bir zarar vermekle suçlarken, sadece bizleri değil, bu kararları veren hukuğu, hukukçuları da aynı biçimde suçlamaktadır. Odamız kendisine gerekli cevabı anında vermiştir.

EMO mevcut örgütlü yapısıyla, emekten yana muhalif güçler ile birlikte finans kapital-zorbanın ve işbirlikçilerinin ezberini bozacak, hesaplarını boşa çıkartacak güce ve inanca sahiptir.

Her ne kadar adetten değilse de ben konuşmamı burada bir şiirle kapatmak, bitirmek istiyorum.

Her Şey Sende Gizli

Yerin seni çektiği kadar ağırsın,

Kanatların çırpındığı kadar hafif...

Kalbinin attığı kadar canlısın,

Gözlerinin uzağı gördüğü kadar genç...

Sevdiklerin kadar iyisin,

Nefret ettiklerin kadar kötü...

Ne renk olursa olsun kaşın gözün,

Karşındakinin gördüğüdür rengin...

Yaşadıklarını kar sayma:

Yaşadığın kadar yakınsın sonuna; ne kadar yaşarsan yaşa,

Sevdiğin kadardır ömrün...

Gülebildiğin kadar mutlusun.

Üzülme bil ki ağladığın kadar güleceksin

Sakın bitti sanma her şeyi,

Sevdiğin kadar sevileceksin.

Güneşin doğuşundadır doğanın sana verdiği değer

Ve karşındakine değer verdiğin kadar insansın.

Bir gün yalan söyleyeceksen eğer;

Bırak karşındaki sana güvendiği kadar inansın.

Ay ışığındadır sevgiliye duyulan hasret,

Ve sevgiline hasret kaldığın kadar ona yakınsın.

Unutma yağmurun yağdığı kadar ıslaksın,

Güneşin seni ısıttığı kadar sıcak.

Kendini yalnız hissettiğin kadar yalnızsın.

Ve güçlü hissettiğin kadar güçlü.

Kendini güzel hissettiğin kadar güzelsin...

İşte budur hayat!

İşte budur yaşamak,

Bunu hatırladığın kadar yaşarsın

Bunu unuttuğunda aldığın her nefes kadar üşürsün

Ve karşındakini unuttuğun kadar çabuk unutulursun

Çiçek sulandığı kadar güzeldir

Kuşlar ötebildiği kadar sevimli,

Bebek ağladığı kadar bebektir.

Ve herşeyi öğrendiğin kadar bilirsin,

Bunu da öğren,

Sevdiğin kadar sevilirsin...

demiş Can Yücel.

Bu şiirdeki iki dizeyi çok seviyorum. Ki bunları tekrar burada dile getirmek istiyorum. Aynı zamanda bu, konuşmamın başından bu yana genelde dışarıya mesaj verdik, bu da içeriye bir mesaj olsun. Bu Odaya, dolayısıyla misyonuna inanan ve emek verenlere bizim teşekkür borcumuz var. Ama bu emeği, duygusal sermayeye dönüştürmek yoluyla sahiplenmek isteyip, "Benim odam, en çok ben çalıştım, dolayısıyla yalnız benim ağırlığım var" diyenlere ikinci dizede Can Yücel çok güzel yanıt veriyor: "Yerin seni çektiği kadar ağırsın." Elektrik Mühendisleri Odası‘na yıllarını vermiş olup, bugün fiziki olarak aramızda olamayan başta Sevgili Hasan Balıkçı, Alaettin Anahtarcı ve diğerleri olmak üzere yitirdiğimiz tüm değerleri burada ben bir kez daha sevgi ve saygıyla anıyorum. Hayatta olup aramızda görmeyi çok arzuladığım, bizatihi davet ettiğim, bir kısmı öğleden sonra gelecek olan ve ne yazık ki aramızda bilinçli ya da bilinçsiz unutulan bu Oda‘da başkanlık, yöneticilik yapmış olan değerlerimize sahip çıkmanın en azından vefa adına önemli olduğunu vurgulamak isterim. Burada sözü yine büyük ustaya, Can Yücel‘e bırakmak istiyorum. Şöyle diyor dizesinde ve "Karşındakini unuttuğun kadar çabuk unutulursun."

Omuzlarınızın daima birbirine yakın olacağı inancıyla başarılı bir genel kurul diliyorum. Teşekkürler.

TMMOB Yönetim Kurulu Başkanı Mehmet Soğancı'nın Elektrik Mühendisleri Odası 40. Olağan Genel Kurulu'nda yaptığı açılış konuşması.

Sayın Divan,
Sevgili Yönetim Kurulu Üyesi Arkadaşlarım,

Sevgili Konuklar,

Sevgili Delege Arkadaşlarım,

Hepinizi Türk Mühendis ve Mimar Odaları Birliği Yönetim Kurulu adına sevgiyle, saygıyla selamlıyorum.

Genel Kurulumuza hoş geldiniz. Serdar, Nail, Cemalettin, İsmail ve Hüseyin arkadaşımla beraber TMMOB‘nin 23 önemli odasından birinin genel kurulunda sizlerle birrlikte bu havayı soluyor olmaktan çok büyük bir onur duyduğumuzu öncelikle belirtmek isterim. Öncelikle görev süreleri bugün burada tamamlanacak olan değerli Yönetim Kurulu Üyesi arkadaşlarıma, TMMOB‘nin bir döneminde kişisel birikimlerini, örgütümüzün birikimleriyle harmanlayarak, özel yaşamlarından zaman ayırarak, örgütümüze verdikleri katkıdan dolayı Yönetim Kurulumuz adına teşekkür ediyorum. Onlar artık kendi kişisel tarihlerinde onurlu bir görevi yerine getirmenin keyfini yaşayacaklar. Yönetim Kurulumuz aynı zamanda yarın belirleyeceğiniz yeni yönetici arkadaşlarımıza da şimdiden başarılar diler.

Sevgili Arkadaşlar,

İki yılda bir mart-nisan ayları Odalarımız ve Birliğimiz için TMMOB örgütlülüğü açısından çok önemli aylar oluyor. Bu aylarda şimdi olduğu gibi TMMOB‘nin bütün Odalarında Oda Genel Kurulları yapılıyor. Odalarımızda programlarını belirterek, birlikte çalışacak yeni dönem yöneticilerimiz belirleniyor. Oda Genel Kurullarında ortaklaşabildiklerimiz de Birlik Genel Kurulu‘na taşınıyor. Orada karar alınıyor ve bu örgütün 2 yıllık çalışma dönemi böyle bir süreçle birlikte üreten, birlikte karar alan, birlikte yöneten bir anlayışla böyle bir süreç izlenerek belirleniyor. Ben Oda Genel Kurullarını onurlu bir yürüyüş, dik bir duruş içerisinde bulunan Birliğimizin bağlı Odalarının yol haritasının kenar çizgilerinin netleştiği, koordinatlarının yeniden belirlendiği, düzenlendiği, kilometre taşlarının yerli yerine konulduğu önemli günler olarak değerlendiriyorum.

Öncelikle yaşanan dönemi değerlendirmeden önce "Nasıl bir dünya, Nasıl bir Türkiye, Nasıl bir meslek örgütü, nasıl bir Oda" Sorularına cevap vermek gerekir. Bunu sevgili Kemal, sevgili Başkanım gerçekten bütün bir ayrıntılarıyla ve Elektrik Mühendisleri Odası‘na yakışır bir şekilde, "Nasıl bir dünya, Nasıl bir Türkiye, Nasıl bir Yaşam" sorularına cevap vererek, burada bize hakikaten ayrıntılara girerek aktardı. Çok dikkatli dinledim. Bu tespitleri aldığım notlarla sizlere aktarmak burada kendisine bir haksızlık olarak değerlendiririm. Sizlere de bir haksızlık olarak değerlendiririm. Kemal‘in söylediklerini kabul etmemek mümkün müdür? Dünyanın bu aşamasında ve bu ülkede önümüzdeki çalışma döneminde bu Oda‘yı ve bu örgütü neler beklediğini bu tespitler üstünden söylemek, kahinlik olmayacaktır, çok kolay olacaktır. Önümüzdeki dönem dünyada neoliberal politikalarının ısrarla sürdürüleceği, ABD ve koalisyon güçlerinin Ortadoğu‘daki işgali sürdürecekleri, İran ile Suriye üzerindeki baskılarını artıracakları, ancak buna karşı da başta ABD‘de olmak üzere dünyanın dört bir yanında neoliberal saldırılara karşı işgale karşı protestoların düzenleneceği dönem olacaktır. TMMOB, emek ve demokrasi güçleri ile birlikte üzerine düşeni her dönem yaptığı gibi önümüzdeki dönemde de yapacaktır. Önümüzdeki dönem, ABD‘nin arka bahçesinde ortaya çıkan umudun giderek güçlendiği bir dönem olacaktır. Küba‘da, Brezilya‘da, Arjantin‘de, Venezuella‘da, Uruguay'da, Bolivya'da oluşturulan bloğa Şili'nin de eklenmesiyle umudun büyüdüğünü ve yeşerdiğini göreceğiz. Latin Amerika'da esen rüzgarların esintilerinin ülkemize de ulaşmasını dileriz.

Önümüzdeki dönem Türkiye'de AKP iktidarının IMF, DB politikalarını harfiyen uygulayacağı, bu politikalardan zarar gören emekçilerin ve onların örgütlerinin de taleplerini yükselterek, mücadele edeceği bir dönem olacaktır. TMMOB ve odalarımız bu kavganın odağında yer alacaktır. Önümüzdeki dönem AB müzakere süreçlerinin egemenler açısından bile zorlu geçeceği, ama emekçiler açısından bu mücadelenin mücadele sürecine çevrileceği bir dönem olacaktır. TMMOB ve odamız gerek tarama gerekse müzakere sürecinde 35 konu başlığı üzerinde sürmekte olan sürece müdahale etmeyi kendisine görev bilmektedir. Önümüzdeki dönem TMMOB olarak kendi uzmanlık alanlarımız üzerinden üyelerimizin ve kamunun çıkarlarını savunduğumuz ve bu doğrultuda çok sayıda panel, sempozyum, kongre ve benzeri etkinlikleri gerçekleştireceğimiz, diğer emek ve meslek örgütleriyle birlikte mitingler ve gösteriler düzenleyeceğimiz bir dönem olacaktır. Önümüzdeki dönem TMMOB ve bağlı odaların bugüne kadar yaptığı yaşama dair önerilerin de doğru çıkmasını da göz önüne alarak, doğrularımızı her platformda söylemeye devam edeceğimiz bir dönem olacaktır. Özellikle dışa bağımlı bir enerji politikasının bizi ve bizimki diğer ülkelerin nasıl zora soktuğunu iktidardakiler dahil artık herkesin nasıl gördüğünü biliyoruz. Buradan siyasal iktidara sesleniyoruz:

"TMMOB'nin ve EMO'nun sözlerini algılamaya çalışınız."

Burada Odamızın yaptığı önemli çalışmaların az önce ifade edilen ve çalışma programında aktarılacağını bildiğim çalışmaların da altını Yönetim Kurulumuz olarak çizmem gerekir.

Önümüzdeki dönem insan hakları ihlallerine yönelik her türlü girişimin kalkmasını istediğimiz bir dönem olacaktır. Kalkmayacaktır, mücadele edeceğimiz bir dönem olacaktır. Kürt Sorununun barış içinde demokratik çözümünden yana olduğumuzu her ortamda ifade etmeye devam edeceğiz. Birlik olarak üzerimize düşen her türlü demokratik girişimi yaptığımızı, yapacağımızı, yapmaya hazır olduğumuzu burada bir kez daha ifade ediyoruz. Bu dönem özelleştirme programında yer alan TEKEL'in sigara fabrikalarının, Devlet Demiryolları'na ait limanların, şeker fabrikalarının, demir çelik işletmelerinin, Sümer Holding'in, Denizcilik İşletmesi'nin, bir çok elektrik üretim tesislerinin hisselerinin yerli ve yabancı özel tekellere devredilmek isteneceği dönem olacaktır. PETKİM, TÜPRAŞ, ERDEMİR, Türk Telekom, Eti Alüminyum, TÜGSAŞ gibi 2005 yılında özelleştirilen kuruluşlara karşı hukuki mücadelelerin sürdürüldüğü bu süreçte TMMOB ve Odamız bu talana karşı çıkmayı sürdürmeyi görev bilmektedir.

Bu dönem eğitim ve sağlıktan sonra sosyal güvenliğin de özelleştirilmeye çalışılacağı bir dönem olacaktır. TMMOB sorunlu işleyen sosyal devlet ilkesini tümüyle işlemez kılacak bu düzenlemelerin karşısında olacaktır. Bu dönem siyasi iktidarlarca 2B adı altında mali kaynak sağlamak gerekçesiyle orman arazilerinin işgalcilere satışının gündeme getirileceği bir yıl olacaktır. TMMOB, bu talana karşı çıkışını sürdürmeye devam edecektir. Bu dönem kamunun yeniden yapılandırılması projesi kapsamında kurumlar ve çalışan personel açısından zor bir yıl olacağı bellidir. Kamu Personel Rejimi Yasası'nın gündeme getirileceği süreçte yanlışları engellemek, doğruları söylemek açısından TMMOB, üyelerinin ve tüm insanların insanca yaşayabilecekleri bir ortama kavuşmaları açısından üzerine düşeni yapmaya devam edecektir. Bu dönem Elektrik Mühendisleri Odamızın, Makine Mühendisleri Odamızın, İnşaat Mühendisleri Odamızın, Mimarlar Odamızın önemli adımlar attığı ve Birlik Genel Kurul kararımız olan meslek içi eğitim ve belgelendirme çalışmalarımızın giderek arttırılacağı ve giderek geliştirileceği bir dönem olacaktır. Buna TMMOB insanlığın ve üyelerimizin ihtiyacı olduğunun farkındadır. Bu dönem gerek meslektaşlarımız, gerek halkımız açısından yoksulluğun arttığı, işsizliğin arttığı bir dönem olacaktır. Bu sözden hareketle TMMOB kurtuluş yok tek başına, ya hep beraber, ya hiç birimiz diyerek emek ve demokrasi güçleriyle birlikte mücadelesini bu dönemde sürdürmeye devam edecektir.

Sevgili Arkadaşlar,

Kısacası güç görevler bizi beklemektedir. Güç görevler, güçlü örgütlenmeler ile gerçekleşir. TMMOB ve Odamız bu görevlerin üstesinden gelebilecek güçlü örgütlerdir. TMMOB'nin insana ve yaşama karşı sorumlulukları vardır. TMMOB bu sorumluluk gereklerini yerine getirmeye kararlıdır. Aramızdan seçtiğimiz arkadaşlarımızla 2 yıl önce Birlik Genel Kurulu'nda şunları söylememiş mi idik? TMMOB bu yıl kuruluşun 50. yılını kutlamaktadır. Birlik bu 50 yıl boyunca bilim ve teknolojinin insanlarımızın yaşamına yansıtılması ve bu alanların kamu çıkarı gözetilerek denetlenmesi çalışmalarını aralıksız sürdürmüştür. Ancak ne var ki bu 50 yıllık süreç askeri darbeler, sağ siyasi iktidarlar altındaki siyasi çatışma ortamları, baskılar ve yasaklamalar altında kısırlaşan ülkemiz demokrasisi ve örgütlenme kısıtlılıkları altında geçirilmiştir. Bütün bu olumsuzluklar içinde bile Birlik, özellikle 70'lerden bu yana ülkemizin kalkınması ve sanayileşmesinde, imarında, bilim ve teknoloji politikalarının önemine vurgu yapan, kamu yararı ve adil paylaşımdan yana yurtsever toplumcu bir çizgiyi savunan çalışmalarını ve mücadelesini sürdüregelmiştir. Bütün bu süreç içerisinde söylediklerinin haklılığı ve doğruluğu ilerleyen zaman dilimlerinde defalarca ve defalarca kanıtlanmıştır. Uzun geçmişimize dayanan deneyim ve bilgi birikimimiz ışığında günümüzün yüklü gündemi ve sorunları değerlendirildiğinde; mesleki demokratik kitle örgütü olmanın sorumluluğuyla hareket ederek, çağdaş, bağımsız, demokratik ve sanayileşen bir Türkiye özlemiyle, üyemizin sorunlarının toplumun sorunlarından ayrılmayacağı bilinciyle, halktan ve emekten yana tavır alan, bu doğrultuda politikalar üreten ve mücadele veren bir TMMOB'ye üyelerimizin ve halkımızın ihtiyacı devam etmektedir. TMMOB, toplumsal muhalefetin odağında yer alarak, bu onurlu mücadeleye, bu onurlu yürüyüşe devam etmeye kararlıdır. Bu dönem Elektrik Mühendisleri Odamızın da içinde olduğu, bütün odalarımızın verdiği destek ve güçle TMMOB, önceki dönemleriyle kendisini şöyle kıyaslıyor:

Bu dönem, önceki dönemlerden çok daha fazla bilimsel ve teknik rapor, bildiriler halinde, kitaplar halinde kamuoyuna sunulmuştur. TMMOB bu dönem 7 ayrı sempozyum ve kongre etkinliğini Odaların desteği ve sekreteryalığı hizmetleriyle gerçekleştirmiştir. Tarihinin ilk defasında Öğrenci Üye Kurultayı'nı oluşturmuştur. Bu dönem meslek alanlarının yetki ve sorumluluklarını tanımlamada yeterli ve gerekli çaba gösterilmiştir. 17 odanın Ana Yönetmeliği ortak mutabakatlarımız olarak, ilk defa TMMOB Yönetim Kurulu kararı haline getirilmiş ve Resmi Gazete'de yayımlatılmıştır. Çeşitli odalarımıza ait 20'ye yakın uzmanlık, belgelendirme, meslek içi eğitim, SMM yönetmelikleri, Yönetim Kurulu tarafından onaylanmış, karar altına alınmış, Resmi Gazete'de yayımlatılmıştır. Bu dönem odaların meslekler arası yetki alanı tartışması büyük ölçüde meslek tanımları yazılı şekle getirilerek, tartışmalar büyük ölçüde çözümlenmiştir. Bu dönem çok sayıda rapor ve kitabın basıldığı bir dönem olmuştur. AB Türkiye İlişkileri ve TMMOB kitabının tüm arkadaşlarımızca dikkatlice okunduğuna inanmak isterim. Hele bu fon tartışmalar yüzünden TMMOB'nin bir odasının yöneticilerini Onur Kurulu'na verdiği bir dönemde, gerçekten farklı vesaik ve söylemler altında TMMOB'nin söylemediği ve yazmadığı sözleri ifade eden arkadaşlarımın özellikle bu kitabı hassasiyetle okumaları gerekmektedir diye düşünüyorum.

Sevgili Arkadaşlar,

Söylemeden geçemem. 8 Ekim Mitingimizi de tarihimizin en coşkulu ve en katılımlı bir şekli ile birlikte gerçekleştirdik. Katılmayan, katılamayan arkadaşlarımıza da "Sen yoktun, bir eksik kaldık" dedik. Biz Yönetim Kurulumuzun, TMMOB Genel Kurulu'nda aranızdan seçeceğiniz delegelerinizce yapılacak değerlendirmelerde, "Genel Kurul'da verilen görevlerini yerine getirmek için yetkilerini kullanan bir yönetim" sözlerinin kullanacağı, bunun bolca konuşulacağını biliyoruz. Açıkçası bundan da Yönetim Kurulu Üyesi arkadaşlarım olarak bundan da çok büyük bir onur duyuyoruz. Hepimizin düşüncesinde bir TMMOB olabilir. Bir kitle örgütünde herkesin gönlünde bir başka model ve işleyiş olması çok doğaldır. Ancak TMMOB Genel Kurullarında oybirliği ile aldığı kararlarında kendini şöyle ifade etmektedir. Burada kısaca ondan da bahsetmek gerekir. Şöyle diyor TMMOB kendisi için:

- Birlik ve bağlı Odaları, mesleki demokratik kitle örgütüdür.

- Demokrat ve yurtsever karakterdedir.

- Emekten ve halktan yanadır.

- Antiemperyalisttir.

- Yeni dünya düzeni teorilerinin, ırkçılığın ve gericiliğin karşısındadır.

- Siyasetin dar anlamını yaşar, yaşamın her olayını siyasetle ilişkili görür.

- Barıştan yanadır.

- İnsan hakları ihlallerine karşıdır, insanlık onurunun korunmasından yanadır.

- Örgütsel bağımsızlığını her koşulda korur. Gücünü sadece üyesinden ve onun bilimsel çalışmalarından alır.

- Meslek ve meslektaş sorunlarının ülkenin ve halkın sorunlarından ayrılmayacağını kabul eder.

- Politikanın oluşturulması ve uygulanmasında demokratik merkeziyetçi yöntemleri uygular. Karar alma süreçlerinde demokratik ve katılımcıdır.

- Bağlı odalarıyla birlikte mühendis ve mimarların meslek alanlarını düzenler. Üyesinin ve halkın çıkarlarını korur.

- Sanayileşme ve demokratikleşme alanlarında durum tespitleri yapar. Politikalar ve çözüm önerileri üretir.

- Ülkenin demokratikleşmesi için çaba sarf eder. Kamuoyuna yönelik çalışmalar içinde tartışmasız yer alır. Demokratik kitle örgütleri, sivil toplum örgütleriyle ilkeli ve demokratik işbirliği içerisindedir.

TMMOB bütün geçmiş dönemlerinde olduğu gibi 70'li yıllarından beri yarattığı bu değer, karar altına aldığı bu değerlerle, bu dönemde bağlı odaları ile birlikte bu ilkeler altında çalışmalarını yürütmüştür. Aslında bu örgütün, 70'lerden beri belirlenmiş yol haritasını, en özlü sözlerle Sevgili Başkanım Teoman Öztürk, 80'lerde söylememiş miydi:

"Yüreğimizdeki insan sevgisi ve yurtseverliği, baskı, zulüm ve engelleme yöntemlerinin söküp atamayacağı bilinci içinde, bilimi ve tekniği emperyalizmin ve sömürgenlerin değil, halkımızın hizmetine sunmak için her çabayı güçlendirerek sürdürme yolunda inançlı ve kararlıyız."

Sevgili Arkadaşlar,

Her zaman söylenir, bu örgüt, gücünü sadece örgütlü üyesinden alır. Bu örgüt emekten ve halktan yanadır. Bu örgüt meslek alanlarıyla ilgili ülke gerçeklerini ortaya koyar. Sorunları, nedenlerini ve çözüm yollarını önerir. Bu örgüt sadece gerçek olanı söyler. Bu örgütün insana ve insanlığa yönelik başka bir dünya için büyük ütopyaları vardır. Şimdi ütopyalarımızı, hayallere, hayallerimizi gerçeklere dönüştürme zamanıdır. Son cümleleri de şöyle bitirelim:

Günler ağır. Sıkıntılı, sancılı bir ülkenin her türlü olumsuzluğu, mühendis kimliğimizin ötesinde yurttaş kimliklerimizle hepimizi vuruyor. Bu nedenle şimdi bu sözler daha anlamlı. Bu ülkenin, bu ülke insanının TMMOB'ye ihtiyacı var. TMMOB'nin odalarına, odaların şubelerine, şubelerin örgütlü üyeye ve kadrolara ihtiyacı var. İyi ki bu ülkenin TMMOB'si, iyi ki TMMOB'nin Elektrik Mühendisleri Odası var, iyi ki Elektrik Mühendisleri Odamızın kadroları var, değerli delegeleri var. İyi ki varsınız. Hepinize saygılar sunuyorum.



TELE 1- SABAH PUSULASI

28.03.2024
 


Çok Okunanlar


EMO 49. OLAĞAN GENEL KURULU TOPLANIYOR

EMO 49. OLAĞAN GENEL KURULU

DEPREMZEDEYE DEĞİL ENERJİ ŞİRKETLERİNE DESTEK

KTMMOB EMO YENİ YÖNETİM KURULU BELİRLENDİ

SİNOP NÜKLEER GÜÇ SANTRALI İNADINDAN VAZGEÇİLMELİDİR   

EMO 49. OLAĞAN GENEL KURULU TOPLANIYOR

HALKIN DEMOKRATİK İRADESİ GASP EDİLEMEZ

EMO, SİNOP NGS NAZIM İMAR PLANI İÇİN İPTAL DAVASI AÇACAK (BAŞKENT GAZETESİ)

ELEKTRİK MÜHENDİSLERİ ODASI - OLAĞAN GENEL KURULU! (ENERJİEKONOMİSİ.COM)

EMO: SİNOP NGS PROJESİNDEN VAZGEÇİLMELİ (ENERJİGUNLUGU.NET)

Okunma Sayısı: 1077


Tüm Haberler

Sayfayı Yazdır



 
Oda aidatlarınızı kredi kartınızla güvenli bir ortamda ödeyebilirsiniz.
ÜYE HAKLARI VE GÜVENLİ AİDAT ÖDEME
 

COPYRIGHT © 2005-2024 TMMOB ELEKTRİK MÜHENDİSLERİ ODASI GENEL MERKEZİ
IHLAMUR SOKAK NO:10 KIZILAY/ANKARA
TEL: +90 (312) 425 32 72 (PBX) - FAKS: +90 (312) 417 38 18

KEP ADRESİ : emo.merkez@hs01.kep.tr


Diğer birimlerin iletişim bilgileri için tıklayınız

 
 
Key Yazılım Çözümleri A.Ş.