MERKEZ ADANA ŞUBE ANKARA ŞUBE ANTALYA ŞUBE BURSA ŞUBE DENİZLİ ŞUBE DİYARBAKIR ŞUBE ESKİŞEHİR ŞUBE GAZİANTEP ŞUBE İSTANBUL ŞUBE İZMİR ŞUBE KOCAELİ ŞUBE MERSİN ŞUBE SAMSUN ŞUBE TRABZON ŞUBE

· 

GENEL

· 

SMM

· 

ÜYELİK İŞLEMLERİ

· 

MİSEM

· 

EMO E-POSTA

· 

FERDİ KAZA SİG.

· 

İMZA YETKİSİ

· 

ENERJİ VERİMLİLİĞİ

· 

SORUN SÖYLEYELİM

· 

ENERJİ KİMLİK BELG.

· 

ENAZ (ASGARİ) ÜCRETLER

· 

YAPI DENETİM

· 

E-İMZA

· 

MESLEKİ SORUMLULUK SİGORTASI

· 

LPG SORUMLU MÜDÜRLÜK

· 

EMBK

· 

KVKK

ULUSLARARASI TAHKİMİN 10. YILI KUTLAMALARINA YÖNELİK MÜZİKAL İÇİN BİR “LİBRETTO” DENEMESİ: “KAPILDIM SANA, BİR MECNUN GİBİ” (CUMHURİYET ENERJİ/ KIDEMLİ UZMAN ENERJİ ŞARTI SEKRETARYASI DR. SEDAT ÇAL)


YAZILI BASINDA ODAMIZ


 
Anayasa değişikliklerine gidiş, kuşkusuz birdenbire olmadı. Bu süreç, 1995 yılında enerji sektöründe “özelleştirme” kisvesi altında ihalesiz/sorgusuz/sualsiz özel kişilerle imzalanmaya başlanan –ve içerdiği ayrıcalıklar nedeniyle “ballı kaymak tadındaki”- yap-işlet-devret (YİD) veya işletme hakkı devri (İHD) sözleşmelerinin Danıştay ve Anayasa Mahkemesi’nce imtiyaz sözleşmesi olarak nitelendirilmesine yol açtı.
 

Enerji sektöründeki altyapı yatırımlarına ilişkin imtiyaz sözleşmelerinde uluslararası tahkim hükmüne yer verilebilmesini sağlayan Anayasa değişikliklerinin üzerinden tam 10 yıl geçti. Böylece, anılan değişikliklerin kısaca değerlendirmesini ve muhasebesini yapmak için yeterli bir vesile doğmaktadır.

Bu genel muhasebeyi yaparken, müzikalimizde en temel enstrüman olarak üstad Nef"i tarafından ünlü Siham-ı Kaza‘sında en kâmil biçimde kullanıldığı bilinen "hiciv" yönteminden yararlanılacaktır.

1999 yılının Temmuz ayında gerçekleştirilen Anayasa değişiklikleriyle, enerji altyapısına yönelik olarak devlet ile özel kişiler arasında imzalanan -ve o ana kadar "kamu hizmeti imtiyaz sözleşmesi" olarak nitelendirilen- sözleşmelerin, bundan böyle yasal düzenlemelerle "özel hukuk sözleşmeleri" şeklinde düzenlenebilmesi olanağı getirilmişti. Ayrıca bu türden bir yasal düzenlemeye gidilmediği durumlarda hâlâ imtiyaz sözleşmesi olarak kalabilecek sözleşmelere uluslararası tahkim koşulunun konulabilmesi olanağı tanınmıştı.

Böylece, değişiklikler öncesindeki Danıştay ve Anayasa Mahkemesi kararlarıyla imtiyaz sözleşmesi niteliğinde -ve ülkenin bekasıyla doğrudan ilintili- olduğu vurgulanan enerji altyapı sözleşmeleri çerçevesinde yabancı yatırımcılar ile devlet arasında doğabilecek uyuşmazlıkların, Danıştay yerine yabancı hakem heyetlerince görülmesi olanağı getirilmiş oldu.

"Âheste çek kürekleri, mehtâb uyanmasın..."

Anayasa değişikliklerine gidiş, kuşkusuz birdenbire olmadı; müzikalin bu kısımları gergef gibi yavaş yavaş, özenle işlendi. Bu süreç, 1995 yılında enerji sektöründe "özelleştirme" kisvesi altında ihalesiz/sorgusuz/sualsiz özel kişilerle imzalanmaya başlanan -ve içerdiği ayrıcalıklar nedeniyle "ballı kaymak tadındaki"- yap-işlet-devret (YİD) veya işletme hakkı devri (İHD) sözleşmelerinin Danıştay ve Anayasa Mahkemesi‘nce imtiyaz sözleşmesi olarak nitelendirilmesine yol açtı. Şaşılacak şeydir; imtiyazların ihalesiz biçimde idarenin keyfince verilmesi, hukuk öğretimizde kabul görmekteydi (ilginçtir, bu yaklaşım öğretide halen de savunulmakta). Yargı organlarındaki imtiyaz algısı ise, bu sözleşmelere ilişkin uyuşmazlıkların uluslararası tahkime götürülememesi sonucunu doğurdu. Zira, yargı kararlarına göre, "idari yargı rejimi"nin geçerli olduğu ülkemizde, idari yargıya bağlı kılınan imtiyaz sözleşmelerinden doğacak uyuşmazlıkların ulusal veya uluslararası tahkime götürülmesi mümkün değildi.

Osmanlı döneminin kapitülasyonlarının Lozan Andlaşmasıyla güç bela kaldırılabilmesinin ardından toplumda haklı bir duyarlılık bulunmaktaydı. Unutulmaması gerekir ki, imtiyaz sözleşmelerinin imzalanması Cumhuriyet‘in ilk yıllarında hükümete dahi tanınmayan bir yetki çerçevesinde düzenlenmekte ve imtiyazlar ancak Türkiye Büyük Millet Meclisi‘nin (TBMM) onayıyla verilebilmekteydi. Daha sonraları TBMM yerine Danıştay‘ın bu sözleşmeler imzalanmadan ön inceleme yapması suretiyle bir yargısal denetimin yeterli olacağı anlayışı benimsendi. Buradan da açıkça görüldüğü üzere, imtiyaz sözleşmeleri bu türden özel düzenlemelere gereksinim duyuran bir önem ve öncelik silsilesini içermekteydi.

Bununla birlikte, 1995 yılındaki yargı kararıyla YİD ve İHD sözleşmelerinde uluslararası tahkime gidilememesi, bir anda 1999 yılındaki Anayasa değişikliklerine giden süreci başlatıverdi. Bu dönemin hararetli tartışmalarında, bir yanda Osmanlı devrinin kapitülasyonlarının geride bıraktığı acı izlerin etkilediği, ülkenin ekonomik ve yargısal bağımsızlığı yönünde endişeler taşıyan uluslarararası tahkim karşıtları; diğer yanda ise, tahkimin hiç de korkulacak bir kurum olmadığı ve hatta "tahkimin olumsuzluk içerdiği yönünde hiçbir bilimsel veri bulunmadığı" gibi mesnetsiz iddiaları savunan, tahkimin "çağdaşlığın bir gereği" olduğu ve giderek "tahkimi kabul etmeyen ülkelerin yok olacağı" yolundaki veciz görüşlerini gayretle ortaya koyan tahkim yanlıları mevzileniyordu. Ticari tahkim ile yatırım tahkimi ayrımının kavranılamamış olması ise, en temel eksiklik olarak belirmekteydi.

Tahkim yanlısı girişimler, 1995 yılından başlayarak 1999 yılındaki Anayasa değişiklikleriyle zafer takını dikinceye değin hiç hız kesmedi. Bu yönde irili ufaklı girişimler dört bir yandan denendi ve imtiyaz sözleşmelerinde tahkime karşı çıkan mevziiin kalesine biteviye huruç hareketi yapıldı. Bu, kimi zaman bir yasa çıkarmak suretiyle, kimi zaman yönetmelikler veya Bakanlar Kurulu kararlarıyla denendi: Zafer, kaçınılmazdı.

Tarihteki yüz yıl savaşları kadar uzun süreli olmasa da, ülkenin yaklaşık beş yılını kapsayan döneminde çok hareketli bir siyasal/yargısal/ideolojik savaşımına sahne olan bu mücadele, 1999 yılında Meclis‘in eşine az rastlanır bir çoğunlukla Anayasa‘yı değiştirerek uluslararası tahkime kamu hizmeti imtiyaz sözleşmelerinde yer verilebilmesi olanağını getirmesiyle sonuçlandı. Ne var ki, uluslararası tahkim sevdası, kimileri için belki şaşırtıcı, ancak yine kimileri için pek de sürpriz olmayan gelişmeleri doğurdu.

"Bekledim, gelecektin, ömre bedel an gibi..."

Tahkim için canhıraş gayretler sergilenirken, ülkenin karanlıkta kalmaması için elektrik yatırımlarının bir an önce yapılması gerektiği, sınırlarımızın hemen dışında 50 milyar ABD Dolarlık sermayenin "yatırım aşkıyla" ve "hazır kıta" durumunda beklediği söyleniyordu. Tahkim yanlısı cephenin flamasında dosta düşmana heybetle sallanan düsturu ise, dönemin Cumburbaşkanı tarafından özenle işlenmişti:

"Ya uluslararası tahkim, ya açlık ve işsizlik."

Milyar dolarlık projeler için sınırlarımızı kuşatarak uygun ortamı beklediği söylenen yabancı yatırımcılara kalenin kapısını böylece içeriden ardına kadar açmış durumdaydık, ama yabancı sermaye gelmedi! Üstelik, biz bu kez "bu ne perhiz, bu ne lahana turşusu" deyimini çağrıştıran bir biçimde- tam da tersini yaptık. Bu meyanda, Anayasa değişikliklerinin sonrasında, yatırımcılarla imzalanmış durumda bulunan ve yürütülmeyi bekleyen sözleşmelerin iptali için yasalar çıkarıldı. Dolayısıyla, "serhat boylarında hazırda bekleyen yabancı sermaye akıncıları"nın ülkemize vaki seferleri, bir başka bahara kalmış görünüyordu.

Aslında, bu gelişme öngörülebilirdi. Zira, dönemin yetkilileri enerji üretimine yönelik gereğinden fazla sayıdaki sözleşmeleri "ha babam, de babam" imzalamaktaydı.  Belli ki, o dönemin "hit" parçası olarak, hareketli bir eser seçilmişti:

"Tanrım,

Bana bir tane,

Bir de yetmez beş tane,

Beş de yetmez yedi tane,

Ver, ver, ver, ver;

Ver Allah‘ım ver!"

Oysa, tüm bu imzalanan sözleşmeler -yapım için geçecek makul süre sonrasında- devreye girecek olursa, aşırı bir kapasite fazlası doğuyordu ve devletin üretilen enerjiyi satın alma yükümlülükleri, kamu maliyesini çökertmeye yeter derecede fahiş rakamlara ulaşıyordu. Diğer yandan, bu denli çok sayıda enerji üretim yatırımının makul bir süre içerisinde yapılamayacağı da aslında açıktı. Dönemin yetkililerine göre, "finansmanı bulan gelir, bulamayan beceriksiz yatırımcı ise ‘doğal seleksiyon‘la ayıklanmış olurdu". Oysa, imzalanmış sözleşmelerin hukuksal sorumluluk ve devlete tazminat davaları olarak döneceği de yeterince açık olmalıydı.

 Bu sözleşmelerin ülke ekonomisinde mali dengeleri zorlayacak etki yaratacağını "aniden ve nihayet farkeden" IMF‘nin telkiniyle, bu kez sözleşmelerin iptali yolu arandı ve olabilecek en kötü senaryo böylece yazılmış oldu: Yasa çıkararak, aşırı sayıdaki imzalı sözleşme sorununun kökünü kurutmak, yani yasayla bunları iptal etmek. Devletin uluslararası tahkimde sorumluluğuna hükmedilmesini ve tazminat ödemesini bundan daha kolaylaştıracak bir çözüm olamazdı!

Ne var ki, iptal edilmesi için yasa çıkarılan bu sözleşmelere, yasayla iptal girişiminin hemen öncesinde uluslararası tahkim olanağı -ne hikmetse- ihsan edilivermişti. Böylece, "kasabının bıçağını yalayan koyun" durumu ortaya çıkıyordu. Sonuç, şaşırtıcı olmayan biçimde, sözleşmelerdeki tahkim olanağından yararlanmak suretiyle, yabancı yatırımcıların yüzlerce milyon ABD Doları tutarlarına varan tazminat davalarını uluslararası tahkim heyetlerinin önlerine koyması oldu. Daha geçtiğimiz günlerde, bunların birisi ülkemiz aleyhine 100 milyon dolarlık tazminat kararıyla sonuçlandı. Sonuçta, bugüne kadar ülkemiz aleyhine birkaç yüz milyon dolarlık tazminat kararları verildi. Milyar dolarlık diğer kimi tahkim davaları ise halen devam etmekte.

"Tanrım, ben nerde yanlış yaptım..."

Aslında, "Perşembe‘nin gelişi Çarşamba‘dan belliydi" ve yaşanan gelişmeler için kehanette bulunmaya gerek de yoktu. Yabancı yatırımcıların tahkimi bir bahane olarak kullandıkları yönünde özel sektördeki ilgili çevrelerden gelen değerlendirmeler de bulunmaktaydı. Ancak, tahkim sevdasının ateşi bir kez yanmıştı ve karşı durulamaz biçimde "âşık, maşukuna kavuşacaktı"; kısacası, "vuslat" kaçınılmazdı. İkinci Dünya Savaşı sonrasındaki yeni küresel düzenin veya başka tabirle "Bretton Woods" uyuşmasının ürünü, yahut yine bir ironik ifadeyle "mahşerin iki atlısı" Dünya Bankası ile IMF‘nin "ve etkili ve masum" telkinleri -giderek kredileri durdurma ve sair mekanizmalar yoluyla zorlamaları- ise, bu ateşin kor haline gelmesini sağlıyordu.

Gelinen noktada, uluslararası tahkime gidilmesine yardımcı olan dostlarımızın da artık bu sevdanın efsunkâr etkisini -nihayet- atmaya başladıklarını büyük bir memnuniyetle gözlemekteyiz. Ne var ki, "bâde harâb-ül Basra" deyimini burada anımsıyoruz. Yine, "belki bir gün bana geleceksin; lâkin, vakit geçmiş olacak" diyen şarkımızı da, işte tam bu anda seslendirmemiz gerekiyor. Ve belli belirsiz bir türkü -belki- dudaklarda:

"Kendim ettim, kendim buldum"

Kuşkusuz, uluslararası tahkime ilişkin müzikalimizin son perdesi henüz inmedi. Yürümekte olan davaların sonucuna göre izleyicilere sunulacak yeni bölümleri dinlemeye ve heyecan verici -keza, yeterince didaktik- bu müzikalin kalan kısımlarını izlemeye hazır olalım...

(Cumhuriyet Enerji; 27.10.2009)



TELE 1- SABAH PUSULASI

28.03.2024
 


Çok Okunanlar


EMO 49. OLAĞAN GENEL KURULU TOPLANIYOR

EMO 49. OLAĞAN GENEL KURULU

EMO 49. OLAĞAN GENEL KURULU TOPLANIYOR

1 MAYIS’TA ALANLARDAYIZ

YENİLENEBİLİR ENERJİ TEKNOLOJİLERİ SEMPOZYUMU

OKTAY FIRAT’I KAYBETTİK…

ELEKTRİK MÜHENDİSLERİ ODASI - OLAĞAN GENEL KURULU! (ENERJİEKONOMİSİ.COM)

EMO 49. ÇALIŞMA DÖNEMİ BAŞLADI

EMEK VE BİLİM İLE KURULACAK YENİ BİR TOPLUMSAL DÜZEN İÇİN: YAŞASIN 1 MAYIS!

EMO 49. OLAĞAN GENEL KURULU TOPLANIYOR (ENERJİGUNLUGU.NET)

Okunma Sayısı: 488


Tüm Yazılı Basında Odamız

Sayfayı Yazdır



 
Oda aidatlarınızı kredi kartınızla güvenli bir ortamda ödeyebilirsiniz.
ÜYE HAKLARI VE GÜVENLİ AİDAT ÖDEME
 

COPYRIGHT © 2005-2024 TMMOB ELEKTRİK MÜHENDİSLERİ ODASI GENEL MERKEZİ
IHLAMUR SOKAK NO:10 KIZILAY/ANKARA
TEL: +90 (312) 425 32 72 (PBX) - FAKS: +90 (312) 417 38 18

KEP ADRESİ : emo.merkez@hs01.kep.tr


Diğer birimlerin iletişim bilgileri için tıklayınız

 
 
Key Yazılım Çözümleri A.Ş.