MERKEZ ADANA ŞUBE ANKARA ŞUBE ANTALYA ŞUBE BURSA ŞUBE DENİZLİ ŞUBE DİYARBAKIR ŞUBE ESKİŞEHİR ŞUBE GAZİANTEP ŞUBE İSTANBUL ŞUBE İZMİR ŞUBE KOCAELİ ŞUBE MERSİN ŞUBE SAMSUN ŞUBE TRABZON ŞUBE

· 

GENEL

· 

SMM

· 

ÜYELİK İŞLEMLERİ

· 

MİSEM

· 

EMO E-POSTA

· 

FERDİ KAZA SİG.

· 

İMZA YETKİSİ

· 

ENERJİ VERİMLİLİĞİ

· 

SORUN SÖYLEYELİM

· 

ENERJİ KİMLİK BELG.

· 

ENAZ (ASGARİ) ÜCRETLER

· 

YAPI DENETİM

· 

E-İMZA

· 

MESLEKİ SORUMLULUK SİGORTASI

· 

LPG SORUMLU MÜDÜRLÜK

· 

EMBK

· 

KVKK

GÜNEY GÖNENÇ KONFERANSI “BİLİM İNSANININ SORUMLULUKLARI”


HABER


 
3 Aralık 2011 tarihinde aramızdan ayrılan, ülkemiz bilim ve demokrasi tarihine önemli katkıları bulunan Hocaların Hocası Güney Gönenç 10 Aralık 2015 Perşembe günü EMO Ankara Şubesi’nde düzenlenen “Bilim İnsanının Sorumlulukları” konferansı ile anıldı. Moderatörlüğünü Prof.Dr.Haluk Tosun’un yaptığı etkinlikte Prof. Dr.Gencay Şaylan, “Bilin İnsanının Sorumlulukları” başlıklı sunumun yaptı.
 

Etkinliğin açılışını EMO Ankara Şubesi Yönetim Kurulu Başkanı Ebru Akgün Yalçın yaptı. EMO Ankara Şubesi Yönetim Kurulu Başkanı Ebru Akgün Yalçın açılışta yaptığı konuşmada şunları söyledi; " Yaşamın bilime ve insan hakları mücadelesine harcamış bu güzel insan bizi böylesi anlamlı günde bir araya getirdi. Bugün 10 Aralık Dünya İnsan Hakları günü. Güney Hoca da bir insan hakları savunucusuydu. 10 Ekim`de Ankara`da emek diyenleri, barış diyenleri, özgürlük diyenleri katlettiler. Bugün 10 Ekim`in ikinci ayı. Güney Hoca da barış mücadelesinin yılmaz bir neferiydi. Bu uğurda bedel ödedi. Aynı zamanda bugün Nobel Bilim Ödülleri veriliyor. Bildiğiniz gibi Aziz Sancar da bu ödüle layık görüldü. Bu vesile ile temel bilimlere yönelik ilginin artmasını umuyor aynı zamanda bilim üretenlere özgür, bağımsız, demokratik bir ortam yaratılmasını umuyoruz."

Akgün`ün konuşmasının ardından söz alan Prof. Dr.Haluk Tosun şöyle konuştu, "Güney Hoca`yı kaybedeli 4 yıl oldu. Ona layık olmaya çalışıyoruz. Çok güzel bir anma üslubu bulduğumuzu da düşünüyorum. Hep böyle devam eder umarım.  Her yıl aralık ayının uygun bir tarihinde kendisini konferanslarla anmayı diliyorum. Bugünkü  konuşmacımız  Gencay Şaylan. Güney Hoca`nın çok yakından arkadaşıydı, birbirlerini de çok severlerdi. Gencay Hoca Siyasal Bilgiler mezunu. TODAİE hocalığından sonra Raşit Kaya`nın da öngörüsüyle ODTÜ`ye geçecekti. 82 yılında ODTÜ`nün full time hoca olarak geçecekti ama şubat sonunda 39 aylık bir ara verdi. Barış Derneği yöneticisi olması nedeniyle tutuklandı. Birkaç cezaevinde yattı. Orada kitaplar çevirdi, hiç hayatının bir parçası olmamış olan sporuna devam etti. 39 ay sonra tahliye oldu. Üniversiteye dönmedi, gazetecilik yaptı. Asıl gazeteciliğini Cumhuriyet`te yaptı. Ankara bürosunda rahmetli Uğur Mumcu ile birlikte çalıştı ve çok özel sayfalar oluşturdu. Çünkü bilgi olarak geniş bir  derinlemesine bildiği şeyler çok geniş kapsamlıydı, gazetede kendini göstermişti. Daha sonra üniversiteye döndü ardından TODAİE`ye döndü. Emekli oldu. Doğu Akdeniz Üniversitesi`ne geldi orada siyaset bilimi ve kamu yönetimi bölüm başkanlığı yaptı. Lefke Avrupa Üniversite`de hem dekanlık yaptı hem bölüm başkanlığı yaptı, bir çok ders verdi bir çok tez yönetti. Gencay Şaylan`ın hiç bir zaman şikayet ettiğini görmedim. 4 ders ver deseler verir, 5 ders ver deseler verir yorulmaz. Beni çok etkileyen bir şey var Gencay Şaylan ağabeyimizde bizim gibi insanları çok etkileyecek çok şey var. Neo liberalizm bütün dünyaları kasıp kavururken bizim gibi ülkelere getireceği felaketleri belki de o dönemin bilim insanları arasında en önce görenlerdendir. Kitaplarıyla inceledi ve uyarılarda bulundu. Gürültüsü çok çıkan, içi kof bunlar -benim sıfatlarım- sahte entellerin tozu dumana kattığı ortamda Gencay Hoca`nın bilime dayalı uyarıları bilerek göz ardı edildi. Göz ardı edildi ama onlar tarihteki yerlerini aldı. Bu kitaplar kehanetin belgeleri olarak okunacaktır. Çok yönlü bir insandır hakikaten. Bugünkü konu bilim adamının sorumluluğu. İki yapılı parçası var. Bir bilim ve bilim adamları onu yapanlar bir de sorumluluk. Bilim dediğimiz zaman doğa bilimleri, sosyal bilimleri anlıyoruz. Biz Mühendislik Odasıyız. Neden bilim adamını öne çıkartmış olduk? Aslında bu çok iyi oldu çünkü bilim ve mühendisliğin karşılıklı etkileşimleri birbirlerinin içine girmesi inanılmaz boyutlara çıktı. Bu böyle değildi. Bu ilişkiler sınırlıydı arttı. Baş döndürücü hızla bu ilişkiler arttı. Günümüzde bilimin kuramsal yanı, uygulamalı yanı var. Gelişmiş modeller konuluyor, ölçme yöntemleri vs. çok çok gelişiyor. Bu yapı sadece doğa bilimlerine değil, mühendislik bilimlerine de sosyal bilime de uygulanmaya başladı. Her şey iç içe geçti. Yoğun bilimsel üretim üst düzey uygulama mühendislik alanlarına girdi. Bilim adamları da çok çok kuramsal alanlar dışında mühendislik ve uygulamayla birlikte anılıyor.

Bugünkü başlığımızın ikinci yarısına bakarsak. Sorumluluk. Sorumluluktan ne anlıyoruz? Bilim adamının sorumluluğu dediğimiz zaman ne anlıyoruz? Uygulayıcıların sorumlulukları nedir? Birinci Dünya Savaşı`nda Almanya`da Fritz Haber bir kimyacı öylesine etkili zehirli gazlar üretme işini buldu ve pratiğe geçirdi ki milyonlarca insan bu yüzden öldü. Kendi ırkının da ölümüne yol açtı. Kendisi de Yahudiydi. Bulguları Yahudi toplumunun büyük bir kırımdan geçmesine yol açtı. Sorumluluktan ne anlayacağız? Buna girmek istemiyorum. Kapsamlı bir sorumluluktan bahsedebiliriz .Bunu hocamızı bize anlatacak."

Haluk Tosun`un giriş konuşmasının ardından Prof. Dr. Gencay Şaylan, "Bilin İnsanının Sorumlulukları" konulu sunumunu yaptı.

"Bilim insanının sorumluluğu varsa Güney Hoca onun kristalleşmiş örneğidir"

Şaylan bilim insanının namusu, sorumluluğu varsa Güney Gönenç`in onun kristalleşmiş örneklerinden biri olduğunu vurgulayarak başladığı konuşmasını şöyle sürdürdü; "Haluk Hoca`nın sunumuna bir ek yapacak olursak, sorumluluk açısından baktığımızda Fritz Haber`in torunu Londra`da üniversitede çalışırken dedesinin çalışmalarından dolayı intihar etti. Bu konuşmanın Güney  Gönenç adına yapılması benim açımdan çok daha büyük motivasyon oldu. Bilim insanının namusu sorumluluğu varsa Güney onun kristalleşmiş örneklerinden biriydi. Büyük bir onur duyarak bir sizin karşınıza gelmeyi kabul ettim. Sorumluluktan başlayalım. Bir şeyden sorumlu olmak ne anlama geliyor? Sorumlu olmak bir insanlık durumu. Kuşkusuz her canlıda biyolojik bir boyutu var. Biyolojik sorumlu olma boyutu var. Nedir o? Türün devamı için yavrulara bakmak sahip çıkmak. Türün yeni kuşağına destek sağlamak. Ama burada bizim üzerinde duracağımız sorumluluk böyle bir sorumluluk değil. Bir düşüncel süreç sonunda ortaya çıkan insanlık durumu. Burada ele alacağımız sorumluluk içinde ifade edilmeyen zorunluluk var. Bireyin kendini zorunlu hissetmesi. Bu zorunluluk bilimsel ve insanın kendi kendine koyduğu zorunluluk olarak almak gerekiyor.

Yaptığınız işten dolayı başkasına zarar verdiyseniz o zararı ödemelisiniz. Sınırlı sorumlu kooperatif belli işleri yapmaya ehil yapıdan kastedilir. Bizim kastettiğimiz bilinçsel olarak bireyin kendi kendine koyduğu zorunluluk içgüdüye değil akla bağlı sorumluluk. Etik içine oturtabiliriz. Sorumluluk aynı zamanda etik zorunluluktur. Dıştan gelen zorlama tehdit söz konusu değildir, bireyin öz benliğine yaptığı sorumluluktur. Genellikle risk içerir. Riski göze alarak bireyin kendi kendine yaptırım olarak riski de göze alarak uyguladığı zorunluluk olarak düşünebiliriz. Varoluşçular ‘insanın bilinci olduğu için her şeyden sorumludur` derler. Doğrusu katılıyorum buna. IŞİD`den de sorumluyuz, Boko Haram`dan da,  kadına uygulanan şiddetten de sorumluyuz. İnsanın total çevresine duyduğu yaşadığı bağlantı ya da durum olarak ele alabiliriz. Burada iki önemli mesele var. Bunlardan bir tanesini doğruluk olarak diğerini insancıllık (hümanizm) olarak düşünebiliriz. Sorumluluğu etik değer olarak ele aldığımız zaman bunun bir doğruluk bir de hümanist olma boyutu vardır. Doğruluk dediğimiz zaman mutlaklıktan söz etmiyoruz. Doğruluk görelidir, kültüreldir uzay ve zaman boyutlarına göre değişir. İçinde bulunduğunuz uzay ve zamana göre doğruluk değişir. Genel olarak etik bir değer olarak aldığımız zaman doğruluğu dinlerle ilişkilendirebiliriz. 10 Emir`in bir emrinde ‘ yalan söyleme` denir. Dürüstlük kastediliyor burada. Dürüstlüğün biraz daha ötesine geçmek lazım. Doğruluk gerekirse riski göze alarak düşündüğünü söylemek, başkalarına anlatmak; bilim adamının da sorumluluğu böyle bir şey. Bir örnekle anlatmakta yarar var. Galileo büyük dönüşümün bir boyutu olan büyük bilimsel patlamanın çok önemli öncülerinden birisi, Kepler, Galileo, Kopernik hepsini birleştiren Newton vs. Galileo`nun önemi özellikle içinde bulunduğumuz çağda çok öne çıkıyor. Galileo ‘ben taşın neden düştüğü ile ilgilenmiyorum ben nasıl düştüğü ile ilgileniyorum` diyor. Cisimler yere böyle düşüyor. Neden değil nasıl sorusu bugünün bilim felsefesi bakımından nedenin çok önüne geçtiğini düşünüyorum. Galileo çok önemli bilim adamı. Galileo, Kopernik`in kitabını inceliyor. Tıp okuyor ama matematiğe meraklı. Kopernik`in kitabı ile ilgili kitap alıyor. Dünya güneşin etrafında dönüyor diyor. Güneş sabit, gezegen sistemi dönüyor diyor. Bu aynı zamanda dinsel temele oturan, o  zamana kadar doğru kabul edilen evrenle ilgili kuramın yıkılması demek. Engizisyonun karşısına çıkarılıyor., Aynı şekilde bilim dünyasına katılmak isteyen bir sürü adam yakılmış. Kitap toplatılıyor. Tutamıyor kendini ölümünde 3 yıl önce Papa`ya gidiyor özel istiyor ‘şu kitabı basalım insanlar okusun öğrensin`. Papa izin veriyor fakat tekrar engizisyon mahkemesinin karşısına çıkıyor, ev hapsine mahkum ediliyor 3 yıl daha yaşıyor ve ölüyor. Kopernik`ten aldığı bir kuram var. Bilim dediğimiz, evrendeki nesnelerin ve fenomenlerle ilgili açıklayıcı bilgiyi üretmek. Onun açısından bu doğru. Bu doğruyu her yerde insanlara anlatma gereğini duymuş. Bilim etiğinin bence çok güzel örneklerinden bir tanesi."

"Bilim insanı doğru bildiğini anlatacak"

Bilim insanının doğru bildiğini anlatması gerektiğin önemini vurgulayan Şaylan şöyle devam etti, " Burada tabi mutlak şeylere gitmemek lazım. Kendi alanımdan örnek vereyim. ABD siyaset biliminin öncülerinden Gabriel Almond diye birisi var. Çoğulcu toplum, çoğulcu siyasi sistemle ilgili katkılar yapmış. 1950`li yılların başında Harvard Üniversitesi`nde ünlü bir konuşması var. ‘Biz  siyaset bilimciler olarak Amerikan siyaset biliminin en doğru siyasi sistemi olduğunu anlatmalıyız` diyor. Kendine bir misyon biçiyor. Galileo örneğine benzetebilir miyiz? Bir fark var. Bunu söylerken hiçbir risk almıyor tam tersi destek alıyor. ABD`de cadı kazanın yaşandığı Mccarthy döneminde ‘biz Amerikan siyasal sisteminin en doğru ve en iyisi olduğunu söylemek zorundayız` demek demin ki Galileo örneğinden çok farklı düşündüğünü ifade etmek oluyor. Risk yok aksine şöhret var, destek var. Söylenmesi gereken şudur sanıyorum. Bilimle ideoloji arasında bana göre ontolojik iç içe geçmişlik var. Bilim evrendeki olgularla nesnelerle ilgili bilgiyi üretmek açıklama yapmaktır. Bu çerçevenin içinde bilimde doğru yanlış ikilemi vardır. Doğru ve yanlış çıkar. İdeoloji ise bir insanın, insan grubunun total çevresini bütünüyle yorumlaması olarak tanımlayabiliyoruz. Bu da kaçınılmaz olarak çıkarları yansıtır. İdeolojide iyi ve kötü vardır, bilimde doğru ve yanlış vardır. Bunları birbirinden ayırmak mümkün değildir. Biz sosyal bilimciler kuram yerine,  ideoloji yerine söylem kavramını kullanmak istiyoruz. Liberalizm bir söylemdir. Ekonomi ile ilgili kuramsal boyutu neo- liberal yorumuyla egemen biçimi sayılabilir. Aynı zamanda ideolojidir; toplumda bir grubun çıkarlarını yansıtır. Marksizm de söylemdir. Marksizm de insanları toplumu açıklayan kuramları vardır, aynı zamanda toplumsal kategorinin dünyaya bakışını yansıtan özelliği vardır. Sosyal bilimlerde bunu hiç gözden kaçırmamamız lazım.

Ekonominin en temel kavramlarından bir tanesi değerdir. İnsan ilişkilerini açıklayan en temel kavramlardan biri değer kavramıdır. Nasıl tanımlarız değer kavramını? Bir malın değerini belirleyen onun son kullanım biçimidir hayır bir  malın değerini belirleyen o malı üretmek için kullanılan emektir. Bir gruba göre biri diğer gruba öbürü doğrudur. Bu kuramlar aynı zamanda belli bir toplumsal tercihi, ideolojileri de yansıtır. Biyoloji de bu çok açık olarak ortaya çıkıyor. Irkçılıkla ilgili kuramlar ideolojik kuram bağlantısının doğa bilimlerinde….bütün bilimler içinde en gelişmiş bilim dalı fizik olarak değerlendirirsek; Einstein- Philipp Lenard çekişmesi önemlidir. Katod ışınlarından dolayı Nobel ödülü almış Lenard çok hırslı bir kişi. Deneysel fizikçi. Einstein ise 1921 yılında Nobel alıyor. Einstein parlayan bir yıldız. O dönemin Alman üniversiteleri dünyanın açık ara ana bilim merkezleri. Einstein da kuramsal fizikçi. Deneysel fizikçi mutlak doğrular üzerine kuramı oturtur. Einstein`in kuramsal fiziği zaman ve uzay boyutuna bağlı olarak açıklama çıkar. Doğru zaman ve uzay boyutuna göre değişir. Bütün bilim dünyasını alt üst eden öncü. Einstein`i çok kıskanıyor. İlk bakışta bilimsel tartışma kuramsal fizik mi deneysel fizik mi tartışması derinleşiyor, buraya kişilik özellikleri giriyor derken 1933`te Hitler iktidara geliyor. Hitler iktidara gelir gelmez  Lenard,‘kuramcıların canını okudum` diyor.  İşin içine siyaset giriyor. Lenard, Hitler ile görüşüyor, ‘Yahudi fiziği bilimi mahvediyor` diyor.  Kastettikleri başta Einstein ama bir sürü Yahudi hoca da var üniversitelerde. Lenard, Yahudi fiziğine karşı Alman fizik, Aryan fizik diyor. Bütün bilimsel başarılar Aryanlar tarafından şey yapılmıştır diyor. İşler kızışmaya başlayınca ülkeyi terk edenlerden. 1935 yılında da yasa çıkıyor Almanya`da, 14`ü Nobelli 2 bin Yahudi hoca -aralarında sosyal bilimciler de var-, üniversiteden uzaklaştırılıyor. Gerçekten o dönem Alman üniversiteleri dünyadaki üniversitelerin çok önünde. Bunun da arkasında çok açık siyasal, sosyal ekonomik değişken var. İngiltere özellikle onu takiben Fransa, sanayi devrimini tamamladığı zaman henüz Almanya`da tek devlet yok. Bir sürü Alman devleti var. Orada ortaya çıkan iktisatçı  Litz`in ünlü bir kuramı var. Bu dönem klasik liberalizmin en popüler olduğu dönem. ‘Pazar her sorunu çözer katiyen bu piyasaya müdahale edilmeyecek` görüşü hakim. David Ricardo bunu uluslararası ilişkiye taşıyor. Buna ilk karşı çıkan Litz. Teknoloji burada çok önemli diyor. Teknolojik olarak ileri giden ülke ile teknolojik olarak geri kalmış ülke ilişkiye girdiği zaman teknolojisi geri olan ülke her zaman kaybeder diyor. Liberal iktisat kuramına çok önemli katkıda bulunuyor. Teknolojik eşitlik olmadan ülkeler arasında serbest pazar geçerli olmamalı diyor. ‘Almanya özellikle İngiltere ve Fransa`ya karşı gümrük duvarlarını yükseltmeli` diyor Litz. Ama onun ötesinde ‘devletin görevi ülkelerini teknoloji üretir hale getirmektir` görüşünü söylüyor. Teknolojiyi ithal etmek, bunun ülke içinde yayılmasını sağlamak en önemlisi ülke içinde teknoloji üretecek ortam yaratılmalı görüşünü savunuyor. Teknoloji nedir? Bilimin yaşama uygulanmasıdır. Önce bilimsel sıçrama yapılacak. Bilim nerede yapılıyor? Üniversitelerde yapılıyor. Üniversitenin kökeni dinsel, büyük ölçüde kilisenin denetiminde kurulan, mevcut bilgileri yeni kuşaklara aktarmaya çalışan kurumlar. Üniversite içinde yeni kuram üretme söz konusu. Bu çerçeve içinde Alman üniversiteleri bunu yapacak. Yani bilim üretecek. Üniversitelerin bilim üretmesi için de özerk olması lazım. Almanya`da öyle pek demokratik gelenek yok. Aydın despotizmi, Alman yönetimi özellikle Prusya aydın despotizmi kavramına çok uyuyor. Aydın despotizmi bunu kabul ediyor. Bu adamlar bilimi üretecek, bilimi üretmek isteyenlere karışılmayacak ,üretim bilim yaşama uygulandığı zaman teknolojik şeylik sağlanacak. Bu çok başarılı oluyor. Alman üniversiteleri çok büyük hamle yapıyorlar. Alman üniversitelerinden doktora almak kavramı iyi bilim adamı olmak için gereklidir düşüncesi yerleşiyor.

1933 Hitler ile birlikte Alman üniversitelerinin sonu geliyor.  Yahudi olmadıkları için üniversitede kalan hocalar büyük sıkıntılar içindeler. Einstein`in muhteşem metaforları var. Güzel kadınla geçirdiğiniz bir saat bir saniye gibi geçer, kızgın sobanın üzerine bir saniye oturursanız bir saat gibi geçer…böyle güzel metaforları var. Hitler`in bu girişiminin başka ülkeler açısından yarar sağladığını unutmayalım. Amerikan üniversitelerin ileri gitmelerinde önemi var. Çünkü Amerika`ya gidiyor bu bilim adamları. Bu bilim insanlarından en çok  yararlana ülkelerden birisi de Türkiye. Türkiye de Almanya`da kaçan hocalara kapılarını açıyor. Türkiye`de üniversite gelen hocaların katkısıyla toplumdaki diğer kurumların çok üzerine çıkmıştır bence. Sonra toplumsal birleşik kaplar kuramı çalışmış, toplumda ne varsa oraya inmiştir. Bilim adamının gereğinde risk alarak doğru yanlış ikileminde doğru sandığını ortaya koyması. Pek risk almadan ortaya konulan doğrular tabi olabilir , Almond misalinde olduğu gibi sorumluluğu ne ölçüde yerine getiriyor.İkinci boyut motivasyon demiştim. Bilim insanının motivasyonu bilinmeyeni bilinene çevirmektir. Bilimin bir özelliği de , bilim amaçlı olarak yapılıyor. Neolitik devrimle beraber atamız ayağa kalktığı andan itibaren çevresini doğayı kendine yararlı haline getirme uğraşı içine giriyor. Yararlı hale getirme bilim sayesinde oluyor. Bilim sayesinde doğayı değiştirmeye çalışıyor. Genetiği Değiştirilmiş Organizmalar,  bitkiler deniliyor. Neolitik devrim bitki türlerini insanların kendi yararına olacak şekilde değiştirilmesi denilebilir. Buğday, arpa, çavdar, meyveler sebzeler doğada değil. İlkel halde bulunurken kendi çıkarına yararlı olacak şekilde değiştiriyor insanlar.

Bu gelişmeler yaşanırken dünyada Einstein, Roosvelt`e ünlü mektubunu yazıyor. Hitler`in elinde atom bombası çalışması yapan bilim adamlar var diyor. Bunun üzerine ABD, Manhattan Projesi`ni başlatıyor. Projenin başında Oppenheimer var. Füzyon olayını gerçekleştirmek için büyük bir şevkle girişiyor. Birden bire işin nereye gideceğini fark ediyor. İnsancıllık açısından nereye gideceğini fark ediyor Oppenheimer dramı başlıyor. ‘Bu bombayı insanlara karşı kullanamayız` diyor. Japonya temsilcilerini çağıralım onların gözleri önünde bombayı patlatalım, ‘bu silahı insanlara karşı kullanamayız` diyor. Oppenheimer ile birlikte çalışan General ‘bir silah yapıldı mı kullanılır` diyor. Hümanizmadan kaynaklanan bir sorumluluk ve büyük bir dram. Oppenheimer karşı çıktığı için öteleniyor."

"Aydınla bilim insanı arasında geniş ortak alan olduğunu söyleyebiliriz"

Aydınla bilim insanı arasında geniş ortak alan olduğunu kaydeden Gencay Şaylan sözlerini şöyle sürdürdü; "Şimdiye kadar söylediklerimizde sorumluluk örneğini bireysel boyutta ele aldık. Aydın sorumluluğu da diyebiliriz.  Aydın kavramı çok muğlak bir kavramdır. Sonuç olarak aydınla bilim insanı arasında geniş ortak alan olduğunu söyleyebiliriz. Konuyu bireysel çerçevede aldık acaba kurumsal çerçevede ele alabilir miyiz? Kurumsal boyutu deyince aklıma üniversite geliyor. Ayının 40 hikayesi vardır 40`ı da ahlat üzerinedir. Ne sorun varsa üniversite geliyor. Üniversitelerin 70`li yıllardan itibaren aşağı düşmeye başladı ama şimdiki hali beter. Üniversite Avrupa`da kilise içinde ortaya çıkıyor. Kilise total ideolojiyi kontrol ediyor. Bilimi sanatı, entellektüel yaşamı her şeyi kontrol ediyor, üniversite kilise içinde ortaya çıkıyor. İlk kurulan Bolonya sonra Paris sonra Oxford üniversiteleri öyle gidiyor. Üniversitelere geç feodal dönemin kurumu diyebiliriz. Teoloji ana öğretilen dallardan bir tanesi. Salt din adamı yetiştirmeye yönelik değil. Müslüman toplumlarda medrese var. Üniversite medrese özdeş değil. Medresenin amacı din adamı yetiştirmek. Din adamı Hristiyanlık`ta manastırda yetişiyor. Müslümanlıkta manastır yok. Bolonya Üniversitesi 11. Yüzyılın son 10 yılında ilk kurulan üniversite. Amacı mevcut bilgilerin gelecek kuşaklara aktarılması. Rektör, dekan kiliseye özgü kavramlar. Din bilgisinin yanında toplumun gereksinme duyduğu hukuk ve tıp öğretiliyor. Felsefe, mantık öğretiliyor. Örgütlenme lonca olarak yapılıyor. Üniversitenin giderek özgürleşmesi Avrupa`daki büyük dönüşümle birlikte gerçekleşiyor. Modernitenin yükselişi deyin, bu çerçeve içinde üniversite dönüşüyor. Siyasi gücün kontrolünden çıkmaya başlıyor. Newton falan üniversitede yetişiyor. Büyük dönüşüm dediğimiz dönüşüm, kapitalizme dönüşüm özgün batı felsefesinin de ortaya çıkışı. O zamana kadar dünyayı evreni açıklamak; Çin, Müslüman Ortadoğu`da fark etmiyor; dinsel çerçeve içinde, aşkın gücün evreni düzenlemesi olarak düşünülüyor. Büyük dönüşümün kapitalizme dönüşümün bir boyutu da aklın öncelik almasıyla beraber başta ekonomi olmak üzere siyasi alanın da değişmeye başlaması söz konusu. Ortaçağ`da ana slogan ‘bütün iktidar tanrıya aittir`. Bu dönüşümle beraber ‘iktidar toplumdadır`. Devlet güç iktidar, insanların toplum içindeki karşılıklı ilişkilerinden kaynaklanan insanların bilinçle ortaya koyduğu bir olgudur. Özellikle Almanya`daki değişmeyle beraber üniversitenin özerk yani ancak akademisyen –ne yapar akademisyen bilgi üretir, nesnelerin bilgisini yapar- o mesleki becerinin siyasi güce karşı otonomisi olması lazım düşüncesi gelişiyor. Her türlü siyasi güç doğru yanlış ikileminde kendi yaptığının doğrulanmasını isteyecek,  o bilgi üretiminin önünde engelleyici rol oynayacaktır. Üniversitenin işlevine kimsenin karışmaması şeyini getiriyor. Bunun bütün dünyaya yayıldığını görüyoruz.

Bu çerçeve içinde üniversite bilim insanının sorumluluğunun gerçekleşeceği kurumsal alanı oluşturuyor. Bilim insanı belli bir güvence altında rahatça sorumluluğunu yerine getirecek. Doğru yanlış ikilemi içinde doğru olduğunu düşündüğünü ortaya koyacak. Üniversite otonomisinin yıkılışı bana sorarsanız 1970`li yıllarda evrensel süreç olarak başlıyor. Kapitalizmin tarihi devrevi bir tarih. Bütünüyle yeniden yapılanarak tekrar yükselmeye başlıyor.70`li yıllardaki kriz refah devleti kapitalizmi diye tanımladığımız dünya sisteminin krizle karşılaşması kâr hadlerindeki genel düşme diye tanımlanacak krizle karşılaşması ve yeniden yapılanması küresel kapitalizm aşamasına geçiş yaşanıyor. Küresel kapitalizm, küreselleşme bir bakıma hep var. Kapitalizm hep küresel, 16. Yüzyılda ortaya çıktığından bu yana küreseldir. Kuzey Batı Avrupa`da çıkıyor ve bütün dünyanın tarihini o belirliyor. Burada ulusal devletler ana aktörlerden bir tanesi. 70`li yılların krizi ve yeniden yapılanmayla yeni bir aşamaya geçtiğini düşünüyorum. Buna küresel kapitalizm demek, artık ulusal devletin işlevini yitirmesi …. Neo- liberalizm diye tanımlayacağımız ekonomik düşünce. Klasik kapitalizmde insan haklar vs. var. Neo- liberalizm sadece ekonomik reçete. Politik olarak tutuculukla iç içe geçen bir söylem olarak belirtilebiliyor. Her alanın metalaşması üniversitenin de metalaşması. Üniversitenin özerkliğini kaybetmesi demek Pazar güçlerine tabi olması demektir. Böyle durumda üniversitelerin özerkliği kalmıyor. Üniversiteye piyasanın hâkim olması. Theacher üniversitelerine dönüştü, bu ne demektir piyasaya bağlı hale geldi. Araştırmanı yap kazan paranı. Piyasada talebi olmayan bilgi üretmenin hiç önemi kalmadı. Piyasa güçleri dediğimiz de sermayeyi düşünmemiz lazım,  sermaye senin ne olduğunu belirleyecek. Üniversite bütün dünyada büyük bir dönüşümü uğradı. Siyasi rejimlerin otoriteleşmeye başlamasıyla bu dönüşüm çok açık belirgin hale geldi. Türkiye`de 60`lı 70`li yıllarda toplumda çok önemliydi, özerk kurumlar olarak doğruyu temsil ediyordu. Üniversitelerde belli açıklama yapıldığında yankı buluyordu toplumda.

Bilim adamının sorumluluğunun kurumsal çerçevesi olarak üniversiteyi düşündüğümüz zaman tam bir çöküntüyle karşı karşıyayız. ABD ve İngiltere`de de giderek azaldı. Oralarda da piyasanın gücü üniversitenin özerkliğini bitirdi. Eser halinde kişiler kaldı, Chomsky vs. Kıta Avrupası`nda belki bu iş biraz daha yavaş gidiyor ama sanıyorum orada da bu durum var. Otoriter yönetimler altında, Türkiye siyasi olarak otoriter yönetim altında yaşayan toplum olarak düşünmemiz gerekiyor, üniversite bütün işlevini yitirdi. Bir iki tane seçkin kurumumuz var onlar da ne kadar yaşayacak emin değilim. ODTÜ`yü düşünün. Ahmet`in gelecek sene rektörlüğü bitiyor. ODTÜ`ye yeni gelecek rektörle buranın ne hale geleceğini tahmin etmek için kâhin olmaya gerek yok.

Piyasa artı siyasi baskı kurumu çökertmiş. Bu kurum içinde bilim insanının sorumluluğunun bireysel sorumluluktan öteye geçmeyeceğini söylemek mümkün."

Gencay Şaylan`ın sunumunun ardından  katılımcıların katkıları ve soruları ile etkinlik sona erdi.

 

 



“SANAL ÇALIŞANLAR GELİYOR” RPA: ROBOTİK SÜREÇ OTOMASYONU BAŞLIKLI WEBINAR DÜZENLENDİ

21.07.2023
 


Çok Okunanlar


EMO ANKARA ŞUBESİ 26. DÖNEM YÖNETİM KURULU BAŞKANI PROF DR. ŞEREF SAĞIROĞLU`NA BİLGİSAYAR MÜHENDİSLİĞİ BÖLÜM BAŞKANLIĞINA ATANMASINDAN DOLAYI TEBRİK ZİYARETİ

TÜRK TELEKOM A.Ş. GENEL MÜDÜRLÜĞÜ NATO VE TAFİCS GRUP MÜDÜRLÜĞÜ`NE ZİYARETTE BULUNULDU

TÜRK TELEKOM A.Ş. ANKARA BÖLGE MÜDÜRLÜĞÜ`NE ZİYARET

KAMUSAL SİBER SAVUNMA DERNEĞİ’NDEN ŞUBEMİZE ZİYARET

23 NİSAN ULUSAL EGEMENLİK VE ÇOCUK BAYRAMI KUTLU OLSUN

8. SAMSUN İNŞAAT FUARI DÜZENLENİYOR

Okunma Sayısı: 487


Tüm Haberler

Sayfayı Yazdır



 
Oda aidatlarınızı kredi kartınızla güvenli bir ortamda ödeyebilirsiniz.
ÜYE HAKLARI VE GÜVENLİ AİDAT ÖDEME
 

COPYRIGHT © 2005-2024 TMMOB ELEKTRİK MÜHENDİSLERİ ODASI GENEL MERKEZİ
IHLAMUR SOKAK NO:10 KIZILAY/ANKARA
TEL: +90 (312) 425 32 72 (PBX) - FAKS: +90 (312) 417 38 18

KEP ADRESİ : emo.merkez@hs01.kep.tr

 
 
Key Yazılım Çözümleri A.Ş.