MERKEZ ADANA ŞUBE ANKARA ŞUBE ANTALYA ŞUBE BURSA ŞUBE DENİZLİ ŞUBE DİYARBAKIR ŞUBE ESKİŞEHİR ŞUBE GAZİANTEP ŞUBE İSTANBUL ŞUBE İZMİR ŞUBE KOCAELİ ŞUBE MERSİN ŞUBE SAMSUN ŞUBE TRABZON ŞUBE

· 

GENEL

· 

SMM

· 

ÜYELİK İŞLEMLERİ

· 

MİSEM

· 

EMO E-POSTA

· 

FERDİ KAZA SİG.

· 

İMZA YETKİSİ

· 

ENERJİ VERİMLİLİĞİ

· 

SORUN SÖYLEYELİM

· 

ENERJİ KİMLİK BELG.

· 

ENAZ (ASGARİ) ÜCRETLER

· 

YAPI DENETİM

· 

E-İMZA

· 

MESLEKİ SORUMLULUK SİGORTASI

· 

LPG SORUMLU MÜDÜRLÜK

· 

EMBK

· 

KVKK

NAZİF TEPEDELENLİOĞLU ANMA ETKİNLİĞİ: GEÇMİŞTEN GÜNÜMÜZE BİLİMSEL BİR TAVIR OLARAK BARIŞTA ISRARCIYIZ


HABER


 
1999 yılında aramızdan ayrılan üyemiz bilim insanı Nazif Tepedelenlioğlu anısına; “Geçmişten Günümüze Bilimsel Bir Tavır Olarak Barışta Israrcıyız” başlıklı etkinlik 24 Şubat 2016 Çarşamba günü EMO Genel Merkez Toplantı Salonu’nda düzenlendi. Moderatörlüğünü TİHV ve TMMOB eski başkanı Yavuz Önen’in yaptığı etkinlikte TMMOB ve Çankaya Belediyesi eski Başkanı Bülent Tanık, Eğitim Sen 5 No’lu Şubesi YK Üyesi ve Ankara Üniversitesi SBF Arş.Görevlisi Aysun Gezen konuştu.
 

Etkinliğin açılış konuşmasını yapan EMO Ankara Şubesi 22. Dönem Yönetim Kurulu Başkanı Ebru Akgün Yalçın, Nazif  Tepedelenlioğlu`nun özgeçmişini okuduktan sonra şunları söyledi; "Ülkemizin şu anda tam da ihtiyaç duyduğu böylesi bir ortamda özellikle akademisyenlere yönelik linç kampanyaların paralelinde böyle bir etkinliğin anlamlı olduğunu düşündük. Nazif Hoca`yı saygıyla anıyoruz" dedi.  Nazif Tepedelenlioğlu ile ilgili hazırlanan kısa filmin ardından etkinliğe geçildi.

"Nazif Hoca`ya bizi bu savaş ortamında barış ideali etrafında bir araya getirdiği için borçluyuz"

TİHV ve TMMOB eski başkanlarında Yavuz Önen oturumun açılışında yaptığı konuşmada özetle şunları söyledi; "Değerli dostlar merhaba. Nazif dostumuzu saygıyla anıyoruz ve kendisine teşekkür borçluyuz. Bizi bu savaş ortamında barış ideali etrafında bir araya getirdiği için. Bilim adamı olmak diktatörlüklerde, askeri rejimlerde anti demokratik yönetimlerde çok zordur. Biz değerli dostumuz diyoruz ama 1402`lik, düşman ilan edilmiş yurt dışına gitmek zorunda bırakılmış bir arkadaşımız. Buradan başlayarak aynı ülkü etrafında ya da o yolda yürüyen Güney Gönenç`in ismi söylendi, çok yakında kaybettiğimiz iki ismi zikrederek konuşmama başlamak istiyorum. Biri Tosun Terzioğlu. Tosun Hoca`yı şunun için anıyoruz . Kendisi TÜBİTAK`ta görevli iken TİHV olarak TÜBİTAK ile eğitim kitaplarındaki insan haklarına aykırı terimleri, sözcükleri temizleme çalışmaları yaptık. Kendisini saygı ve sevgiyle anıyorum. İkincisi, İTÜ Şehircilik Kürsüsü Profesörü Hande Suher Hocamızı kaybettik. Şehir plancılığı eğitimi, Şehir Plancıları Odası bölümleri yokken İTÜ`de şehircilik eğitimi de alıyorduk. Hem mühendislik unvanımız var hem de mimarlık şehircilik de öğreniyorduk. Sonra o yetkileri elimizden aldılar. O da sistem tarafından pek sevilen bilim insanı değildi. Kentsel mekanda kamusal alan üzerinde çalıştı; kamu haklarını savundu insanca yaşam alanlarını savundu. Haldun Özen hocamızı da saygıyla analım. TİHV kurucularından, Harita Mühendisleri Odası`nda büyük emekleri var. 1402`liklerle ilgili çok kapsamlı bir çalışmayı o yayımladı. Aydınlar Dilekçesi imzacılarından. Bilim insanlarının Türkiye`de hakim sınıfların hegemonyasına teslim olmaması geleneksel iştir, yeni değildir az da olsa var ama var. Hiçbir zaman yok edilemedi. Aklı ve ahlakı, bilimi önemseyen, bilimin toplumsallığından bilinçli olarak farkında olan insanlar tavırlarını halktan yana, mağdurlardan yana konumlanmasını aldığı zaman bedelini de ödüyor. Bu çerçevede onurlu duruş göstermek bedel ödemek demektir. Bunu göze alan pek çok hareketler var. 1980 darbesinden 4 yıl sonra da olsa Prof. Hüsnü Göksel`in sözcülüğünü yaptığı bini aşkın aydının imzasının olduğu Aydınlar Dilekçesi vardı. Dilekçenin tümünde barış sözü geçmiyordu ama askeri diktatörlüğün bütün özgürlükleri ayaklar altına aldığı ortamda onurlu bir çıkış yapabiliyorlar. Barış Davası`nı burada anmak lazım. Aydınlar,  Barış Derneği kurdukları için ağır bedeller ödediler, cezaevine girip yargılandılar. Onları da sevgi ve saygıyla anıyoruz. Bu zincirin en son halkası ‘biz bu suça ortak olmayacağız` diyen aydınların yaptığı açıklamadır. Savaşın ne olduğuna dair ayrıntılı bilgiye ve savaşın yıkımlarına dair araştırmaya ihtiyaç var, daha doğrusu yapılmış araştırmaları incelemeye ihtiyaç var. Barış savunuculuğu politik bir davranıştır. O nedenle, savaş insanlık tarihiyle yaşıt bir olgudur.  Savaş hiçbir zaman bitmedi bitmeyecek. Savaş karşıtlığı da benzer şekilde bitmeyecektir. Bu iki çelişik hareket insanlık var oldukça bir arada yaşamaya devam edecek. İki dünya savaşı sonrası çok önemli kararlar alındı uluslararası hukuk oluşturuldu. Bunun iki temel ayağı vardır; ilki bir daha asla savaş olmayacak iki savaşa neden olan adil olmayan paylaşım sona erecek. Bütün dünyanın halklarına refah eşit dağıtılacak sözleri verildi. 90`lardan sonra her şey değişti, savaş devam ediyor. Bilim adamlarının da bunları hafızalarımızda çok net tutmamız gerekiyor. Böyle bir söz verildi, barışseverler bu değere sahip çıkacak. Bu önemli bir ülküdür. Savaş ortamında bu çok önemlidir. Bilim adamları örgütlü olarak ya da bireysel olarak barış savunuculuğu yapmıştır. Einstein bir barış yazısında diyor ki, "Hiçbir zaman iyi bir savaş ve kötü bir barış olmamıştır." Bu temel bir veridir. Diyor ki, ‘biz ölüme ve savaşlara sorgulamadan gidiyor can veriyoruz. Can verilecekse barış için verelim. Savaş insanlık tarihinin maddi ve kültürel birikimlerini yok eden onları yıkan bir olgudur.`

Bilimin toplum için kullanılması yolunda adımlar attı ama onun bilim dalında dünyayı yıkan çok büyük silahlar da imal edildi. Sonuç olarak şunu söyleyeceğim; evet bedel ödeniyor ama hemen şimdi tabirinden giderek son cümlemi kurmak istiyorum. Barış savunuculuğu ertelenecek bir şey değil. Hepimizin her gün her an uyarıldığı; basın yayın ve tv aracılığıyla yönlendirildiğimiz bir savaş var. Barış savunuculuğu tarihin hiçbir döneminde -Türkiye için söylüyorum bunu- bu kadar ihtiyaç haline gelmemişti. Bunu yaygınlaştırıp bu zincirin halkalarını büyütmek lazım. Burada bir anımı sizlerle paylaşmak istiyorum. 1980 askeri darbesinde ben TMMOB YK Başkanı, Bülent Tanık 2. Başkandı. TBMM`ye gittik askeri darbeden 2 ay sonra. 2 ay bizi içeri almadılar ilginçtir. Eski adresten gidip aramışlar. O dönem TMMOB`nin 500 çalışanı vardı. Bankalar bütün paraları bloke etmişlerdi. Bu blokajı yıkmak için TBMM`ye gittik. Barış demokrasi temel insan haklarını savunanlar için militarizmin tavrını göstermek için anlatmak istiyorum. Bütün odalar askeri heyetler tarafından kullanılıyordu. Bir kurmay albay bizi karşıladı, bize yer göstermeden merhaba demeden şu cümleyi sarfetti  ‘siz mühendis ve mimarları komünist yapmak için çaba harcadınız, TSK sizi sevmiyoruz bunu bilin` demişti. Bizim tarzımızı aklın ve bilimi toplumun hizmetine sunmaktı. Dünya görüşümüz onun söylediği gibi de olabilir, devrimciydik sosyalisttik komünisttik, militarizm bizi de sevmediklerini söylemişlerdi. Biz orada dik durduk. "

"1128`liklerden 1402`liklere selam"

Yavuz Önen`in açılış konuşmasının ardından Eğitim Sen 5 No`lu Şubesi YK Üyesi ve Ankara Üniversitesi SBF Arş. Görevlisi Aysun Gezen söz aldı. Aysun Gezen şunları söyledi; "1402`liklerden bahsedildi metnin ilk imzacısı olarak. 1128`liklerden 1402`lere selam diyerek başlamak istiyorum.  Barışta ısrarcı olan akademisyenlerin yaşadığı bir süreç içindeyiz. Bildiri ilk çıktığında herkes ‘neden böyle bir şeye gerek duydunuz?` diye sordu. Neden diye sorulmasını anlamsız buluyorum. Akademi güncel olana toplumsal olana kayıtsız, kendi içine kapanmış ki sizin toplumsal olaylara verdiğiniz tepki şaşkınlıkla karşılanıyor. Bütün nedenlerin ortada durduğunu görüyoruz, AKP`nin içerde ve dışarıda yürüttüğü savaş politikaları, Kürt illerindeki olağanlaşmış olağanüstü hal durumu, hiçbir hukuku tanımı olmayan tamamen keyfi bay başkanın iki dudağı arasından çıkan kelimelerin emir telakki edildiği katliamların, bunlar üzerine yapıldığı durum var. Ağır insan hakları ihlalleri var. Bodrumda katledilmiş insanlık söz konusu. Bunca sebep ortada dururken akademisyenlerin zaten buna kayıtsız kalması beklenemezdi. Her birimiz bu katliamları yaşıyoruz, yanı başımızda yaşanan patlamalarla katliamları ayağımıza getirdiler. Katliamların üstü örtülme gereği duyulmuyor, daha önceleri gizlenirmiş estetize edilirmiş şu an buna gerek görülmemekte. Korku ve yalan siyaseti güdüyorlar. Literatürde hukuku koruyan ve hukuk kuran şiddet ayrımı vardır. AKP hukuku koruyan şiddeti  uyguluyor yetersiz kaldığı zaman kolluk kuvvetinin yetkilerini artırıyor. Kolluk kuvvetinin tamamen hukuk dışı uygulamalar yapması demektir. AKP sıkıştığında hukuku kuran şiddet devreye giriyor. Neden Bay Başkan diyorum. Brecht`in dizelerinden kaynaklı olarak Bay Başkan kavramını kullanıyorum. Akademinin örgütlü denebilecek nispeten toplumsal olaylara temas eden bir  tepki vermesi, devleti işlediği suçları söyleyerek böyle  tepkisi çok kıymetli. Bu tepkiyi örgütlü şekilde vermekte geç kaldık. Bildirinin hemen arkasından Bay Başkan bütün hiddetini akademisyenlerin üzerine kustu ve cadı avı başladı.  Süreç başladığından bu yana 24 akademisyen açığa alındı, bunların çoğu sendikalı ve Eğitim Sen`liler. Gözaltına alınan akademisyen sayısı 33. Bunların 24`ü Eğitim Sen üyesi. Metropol şehirler dışında Türkiye`nin her yerindeki üniversitelerde yaygın şekilde baskılar var.

102 farklı üniversitesinden ses gelmiş. Bu da çok önemli çeşitliliği ifade ediyor. Barış talebinin ne kadar yakıcı karşılığını bulduğunu gösteriyor. Vakıf  Üniversitelerinde iş çıkartmaları çok sıkıntılı. İşten çıkartmalar sözleşmelerin yenilenmemesi şeklinde oluyor. Yaptığınız işte yetersiz olduğunuzu ve sözleşmenizin feshedildiği söyleniyor imza attığınız için işten atıldığınızı değil. Meslek onurunu küçülten başka bir baskı mekanizması uygulanıyor. Mersin`de iki akademisyen apar topar işten atıldı. Vakıf üniversitelerinden 12 akademisyen işten atıldı. Bir çok yerde savcılıklar Bay Başkanın daha hiddetin kusmasını beklemeden harekete geçtiler. Davalar soruşturmalar başladı. Bir çok akademisyen ifade vermeye başladı. Bir çok yerde yetkisizlik kararı verilmeye başladı. Dosya İstanbul`a gönderilecek gibi görülüyor. Bir çoğumuz özellikle idari soruşturmalara uğruyoruz. Ankara Üniversitesi`nde 124 kişi soruşturmaya uğrayıp ifadelerimizi verdik. Süreç metropol dışındaki arkadaşlar için daha yakıcı. Bir çoğu tehdit ediliyor kapılarına çarpı konuyor. Bu kadar baskıların olduğu yerde barış sözünü söyleyebilmek büyük cesaret. Barışın sözünü yükselten insanlar oldukça umudun kaybolmayacağını düşünüyorum. Uzun süredir üniversiteler kampuslar saldırı altındaydı. Hacettepe`de Cebeci`de bu saldırılar oluyordu. Hedef göstermeler vardı. Böyle geniş çaplı saldırı bekliyorduk. İmzacılar ile birlikte süreç başlamış oldu. Üniversitelerin tamamında polisler için yerler tahsis ediliyor. Van`da Marmara Üniversitesi`nde, İstanbul Üniversitesi`nde bu uygulama var. Ankara Üniversitesi`nde de var. Kendi personelinden korkan yönetimlerle karşı karşıyayız. Cebeci kampusunda polis kontrolü söz konusu. Kimlik göstermezseniz gözaltına alınıyorsunuz. İlk gün 17 öğrenci gözaltına alındı. Üst araması, bagaj araması, üniversiteler polisin kontrolü altında şu anda.  Hâlâ umut var hâlâ  bunun mücadelesini veren insanlar var. Eğitim Sen tarafından hazırladığımız raporda rektatör ifadesini kullanmıştık. Üniversiteler, rektatörler ve kolluk güçleriyle teslim altına alınmak isteniyor. Benzer süreç milli eğitimde de var. Barış talebini seslendirenler milli eğitim personel arkadaşlarımız soruşturmayla karşı karşıyalar. 5 bin kişiler. Eğitim sisteminin kendisi AKP politikalarının saldırısı altında.

Akademik yaşamın da içinde bulunduğu toplumun sorunlarına hiçbir şekilde kayıtsız kalamayacağını savunuyoruz. Akademinin şimdiye kadar bazı istisnalar dışında sınıfta kaldığını söyleyebilirim. Bilgi üretme sürecinin toplumdan kopuk olduğundan, akademisyenlerin fildişi kulelerde yaşadığını söylemek mümkün. Bir kısım mücadele alanının içinde öyle boğuluyor ki mücadele alanının teorisini üretmekte zorlanıyor. Sosyal bilimcilerin kendi yaptığımız mesleği mücadelenin kendisi gibi algılıyoruz, yazmayı çizmeyi, ders vermeyi mücadele olarak düşünüyoruz. Bunun içinde barış bildirisi bize çok güzel bir şeyi gösterdi. Toplumsal olanla hiçbir alakası olmayan bilgi üretim süreçlerinin neden bu hale geldiğini düşünmek gerekiyor. Akademisyenlerin mesleklerini yerine getirmesini küçümsemiyorum bu çok önemli. Hakikati savunmak için bu tarz da çok önemli. Bu mücadelenin kendisi değildir mücadelenin parçasıdır. Barış için akademisyenlerin bu suça ortak olmayacağız bildirisini böyle okumak lazım. Bu bildiri bence akademi ile toplumsal yaşam arasındaki uçurumu kapatacak bir bildiri. Dayanışma ilişkileri nasıl örülmeli. Çok kapsamlı saldırı geliyor.Sendikaların yanı sıra toplumsal dayanışmayı ayağa kaldırmamız lazım. Bildiri bir tür manivela oldu her yerden destek yağdı. Bu desteğin büyümesi AKP`yi bu denli kızdıran şeylerden birisi. Biz önümüze bir savaş karşıtı kongre yapmayı koyduk, barışın sözünü üretmek toplumsallaştırmak, barışı çok daha geniş ele alan bir arada yaşamayı örgütleyecek şekilde tartışmak önümüzdeki en büyük hedef olarak duruyor. Bildirideki taleplerin arkasında durmak ve takip etmek de önemli bir görev olarak önümüzde duruyor. Hala umut var diyorum."

"Dünya artık hoş geldin kavramını tartışmak zorunda"

Aysun Gezen`in ardından söz alan TMMOB ve Çankaya Belediyesi eski Başkanı Bülent Tanık şunları söyledi; " Ben Aydınlar Dilekçesi sanıklardanım, 1402`liğim. Kenan Evren öyle bildiriler yayınlıyordu ki bu Anayasaydı. 1402 Sıkıyönetim Yasası, 2-B maddesi diye bir maddesi var. 1402 olmak işinizden sorgusuz sualsiz atılmanız, bulunduğunuz ilin dışına sürülmeniz başka yerde iş bulamamanız anlamına geliyordu. Bunun hakkında herhangi bir yargıya başvurma hakkınız yoktu. Bugün başvursanız başvurmasanız ne olur diyebilirsiniz, Danıştay`a başvuru hakkı 1986 yılında tanındı. 1992`de yeniden kamu görevine iade edildim. "Lüzumu gereğince memuriyetinize son verilmiştir` denilen bir yazı ile kamudan atılmıştım. Şu ankiler şanslılar dedim, bildiriyi bütün dünya öğrendi. Kenan Evren biraz daha akıllıydı, basını susturdular verilen dilekçe nereye gitti tereddüt içindeydik. Bir gün Turgut Özal dilekçedeki bazı maddelerden bahsedince, Özal`ın konuşmasına yayın yasağı koydular. Başbakana yayın yasağı konuldu. Dünya ve kamuoyu bizim meşhur aydınlar dilekçesinden haberdar oldu. 6 sayfaya yakın bir metin. 86`da beraat edildi. Yeni dilekçeler gelinceye kadar bu madalyalar sizde olacak. Aydınlar Dilekçesi`nde terör eylemlerinden demokrasi sorumlu tutulamaz saptaması bulunuyordu. Diğer bazı maddeler şöyleydi: Terörün varlığı hiçbir zaman devletin aynı yöntemlere başvurmasının yöntemi olamaz. İşkence insanlık suçudur.  Çoğunluk iradesi bahane edilerek temel hakların ihlal edilmesi hiçbir şekilde kabul edilemez. Özgür basın sansüre uğratılamaz hapse atılamaz, demokratik düzeni bütünleyen temel öğelerden birisidir. Bu özetlemeyi yapan gazeteci arkadaş bir de not düşmüş. Ne kadar tanıdık diyor o gazeteci arkadaş. Dilekçenin son cümlelerden biri şuydu, ‘toplumun sağlıklı düzene geçişi ile ilgili görüşlerimizi açıklama görev ve hakkını kullandık`.

Bu suça ortak olmayacağım konusu bence çok önemli. İki tavırla ilgili bu bildiriye yönelik değerlendirmemi sizinle paylaşacağım. Kenan Evren`in söz ettiği gibi ‘ben içine ederim böyle aydınların tavrını` dediği yaklaşım. İkincisi bizim sosyal çevremizdeki insanların ve siyasilerin değerlendirmeleri olarak konuşmayı hak eden şeyler. ‘Metnin bazı bölümlerine katılmıyorum o nedenle imzalamam` diyenler, diğeri ‘ içeriğine katılmıyorum ama düşünce özgürlüğü o yüzden sahip çıkmak lazım` diyenler.  Dış güçlerin denetimi diye paranoyak bir şey var. Bu bildiri Güneydoğu`da Diyarbakır`da aylar süren sokağa çıkma yasakları, yargısız infaz olaylarıyla ilgili yapılan işlere ‘ben rıza göstermiyorum` diyerek karşı olmanın gerekçesi olarak ifade edilen şey. Ölü yok ki bizimkiler şehit onların ki etkisiz haline getirilmişler! İçerde hakim savcı yok onlar paralel, falan terör örgütünün mensupları! İçerde general, asker yor bunlar Ergenekoncu! Dış güçler buraya gelsin gözlem yapsınlar, basın giremiyor. Şu anda 118 gazeteci içerde, bunlar gazeteci değil casuslar! Güneydoğu`da haber alma özgürlüğü adı altında kafasına tabanca dayanan gazetecileri bu toplumun görmesi lazım. Bir siyasi partinin temsilcisi milletvekilleri o bölgeye gitmek için izin alıp geçemiyorsa önüne engel konuyorsa buraya uluslararası gözlemci çağırmadan kuşku duymak bana göre çok büyük bir önyargıdır. İki nokta var söylenen, ikincisi de Kürt siyasi iradesi diye bir cümle var.  Bu bildirinin bütünü insanlar öldürülmesin yaşam hakkına dönük ihlaller olmasın, devlet kendi de terör uygulamasın lafını eden bildiri. Siyaseten yanlış olan belki yanlış belki doğru olan Kürt siyasi iradesi. Bu ne denmek?  Birincisi Kürt halkının tercihleriyle ilgili bir şeye sen saygılı mısın değil misin? Onun bileceği iştir. Yaşam hakkının korunması ve iç barış mücadelesinin önüne Erdoğan`dan başlayarak köklü saldırı bulunmakta. Bunun hoş görülür tutum olduğunu düşünmüyorum.

Savaş ve barış ile ilgili bazı şeyleri sizinle paylaşmak istiyorum. Şu anda yaşadığımız sıkıntıların çok önemli bir bölümü ilan edilmiş ya da edilmemiş Türkiye ciddi oranda savaş yaşıyor. Bölgesel bir iç savaştır. Orman yangınları gibi kozalak atıyor. Yanan kozalak çevrede rüzgârın dışında da ormanın yangının sürmesidir. Ankara`da yaşanan patlamalar İstanbul`da yaşanan patlamalar bu kozalaklar olduğunu göstermekte. Uyuyan kozalakların olduğunu biliyoruz. Barış istiyoruz demek yetmiyor. Barışı elde etmek için savaşmalıyız lafı etmemiz yetmiyor. Bu bilinç düzeyine gelmiş insan sayısı 1300 akademisyen…350 bin Türkiye`de akademisyen var.  Batı dünyasında da bizde de tartışılması gereken konulardan biri ötekileştirme yabancılaştırma. Irkçılığın ilk adımlarıdır. Dünya artık hoş geldin kavramını tartışmak zorunda. Hekimlerin örgütü var Sınır Tanımayan Hekimler Örgütü. Marks`ın da Engels`in de 1800`lü yıllarda ilan ettikleri enternasyonal dünya ütopyası var. Herkesin her yere seyahat ettikleri halkların dayanışma içinde oldukları bir dünya. Böylesi bir hareket şu an var mıdır? Mallar serbest dolaşıyor parası olan serbest dolaşıyor önemli oranda. Yeterince paranız varsa AB sizi mülteci hatta misafir olarak kabul eder. Bir başkasının bizim coğrafyamıza gelmesini sorgulamalıyız. Bu dünyada yaşamak herkesin hakkıdır. Kentleri bombalandığı için göçen insanlar niye bizim buraya geliyor duygusuna karşı mücadele etmek savaşa karşı mücadelenin en önemli adımlarından birisi olacaktır. Yabancılar geldi bizim mutluluğumuz bozuldu onlar ikinci sınıf demek değerlendirmeyi sorgulamaya başlamamız lazım. Dünyanın hepimizin ortak yaşamı olduğunu kabul etmemiz bizi barış yoluna götürecek önemli adımlardan birisidir. Kendi çocuklarımızı etkileyecek mücadele vermiyorsak savaşa karşı elimize silah almak zorunda kalırız. Kimsenin eline silah almadığı barış oluşturulmalı. Hoşgörü anlayışının yerleşmesi hemen elde edilen bir şey değildir."

Konuşmaların ardından etkinlik, üyelerimizin konuyla ilgili sorularının katılımcılar tarafından yanıtlanması ile sona erdi. EMO Ankara Şubesi Yönetim Kurul Yazman Üyesi Alaattin Ali Yolcu da konuşmacılara katılım belgesi verdi.



“SANAL ÇALIŞANLAR GELİYOR” RPA: ROBOTİK SÜREÇ OTOMASYONU BAŞLIKLI WEBINAR DÜZENLENDİ

21.07.2023
 


Çok Okunanlar


EMO ANKARA ŞUBESİ 26. DÖNEM YÖNETİM KURULU BAŞKANI PROF DR. ŞEREF SAĞIROĞLU`NA BİLGİSAYAR MÜHENDİSLİĞİ BÖLÜM BAŞKANLIĞINA ATANMASINDAN DOLAYI TEBRİK ZİYARETİ

TÜRK TELEKOM A.Ş. GENEL MÜDÜRLÜĞÜ NATO VE TAFİCS GRUP MÜDÜRLÜĞÜ`NE ZİYARETTE BULUNULDU

TÜRK TELEKOM A.Ş. ANKARA BÖLGE MÜDÜRLÜĞÜ`NE ZİYARET

KAMUSAL SİBER SAVUNMA DERNEĞİ’NDEN ŞUBEMİZE ZİYARET

23 NİSAN ULUSAL EGEMENLİK VE ÇOCUK BAYRAMI KUTLU OLSUN

8. SAMSUN İNŞAAT FUARI DÜZENLENİYOR

Okunma Sayısı: 363


Tüm Haberler

Sayfayı Yazdır



 
Oda aidatlarınızı kredi kartınızla güvenli bir ortamda ödeyebilirsiniz.
ÜYE HAKLARI VE GÜVENLİ AİDAT ÖDEME
 

COPYRIGHT © 2005-2024 TMMOB ELEKTRİK MÜHENDİSLERİ ODASI GENEL MERKEZİ
IHLAMUR SOKAK NO:10 KIZILAY/ANKARA
TEL: +90 (312) 425 32 72 (PBX) - FAKS: +90 (312) 417 38 18

KEP ADRESİ : emo.merkez@hs01.kep.tr

 
 
Key Yazılım Çözümleri A.Ş.