MERKEZ ADANA ŞUBE ANKARA ŞUBE ANTALYA ŞUBE BURSA ŞUBE DENİZLİ ŞUBE DİYARBAKIR ŞUBE ESKİŞEHİR ŞUBE GAZİANTEP ŞUBE İSTANBUL ŞUBE İZMİR ŞUBE KOCAELİ ŞUBE MERSİN ŞUBE SAMSUN ŞUBE TRABZON ŞUBE

   · ŞUBE Giriş Sayfası

 İSTANBUL ŞUBE

   · 

ŞUBE TARİHÇESİ

   · 

ŞUBE YÖNETİM KURULU

   · 

ŞUBE DENETÇİLERİ

   · 

ŞUBE ÇALIŞANLARI

   · 

KOMİSYONLAR

   · 

ÇALIŞMA PROGRAMI

   · 

ÇALIŞMA RAPORU

   · 

TEMSİLCİLİKLER

   · 

HABERLER

   · 

DUYURULAR

   · 

GÖRÜŞLER-RAPORLAR

   · 

BASIN AÇIKLAMALARI

   · 

YAZILI BASINDA ŞUBEMİZ

   · 

GÖRSEL BASINDA ŞUBEMİZ

   · 

BASINDAN SEÇTİKLERİMİZ

   · 

YİTİRDİKLERİMİZ

   · 

EVLİLİK DUYURULARI

   · 

YENİ DOĞAN DUYURULARI

   · 

İŞ YAŞAMI DUYURULARI

   · 

MİSEM EĞİTİMLERİ

   · 

EĞİTİMLER

   · 

İŞ VE ELEMAN ARAYANLAR

   · 

SMM NEDİR?

   · 

ÖLÇÜM VE BİLİRKİŞİLİK İÇİN BAŞVURU

   · 

YAYIN SATIŞ VE KİTAP LİSTESİ

   · 

İSTATİSTİKLER

 
Şube Kapsamındaki İller:

 EDİRNE   İSTANBUL   KIRKLARELİ   TEKİRDAĞ 
 

 
MİSEM EĞİTİMLERİ
 

EMO İstanbul Şubesi
Haber Bülteni
SAYI: 81

Tüm Sayılar

· 

GENEL

· 

SMM

· 

ÜYELİK İŞLEMLERİ

· 

MİSEM

· 

EMO E-POSTA

· 

FERDİ KAZA SİG.

· 

İMZA YETKİSİ

· 

ENERJİ VERİMLİLİĞİ

· 

SORUN SÖYLEYELİM

· 

ENERJİ KİMLİK BELG.

· 

ENAZ (ASGARİ) ÜCRETLER

· 

YAPI DENETİM

· 

E-İMZA

· 

MESLEKİ SORUMLULUK SİGORTASI

· 

LPG SORUMLU MÜDÜRLÜK

· 

EMBK

· 

KVKK

14 ŞUBAT 1914 BASIN TOPLANTISI:ZAM VE KARANLIK


BASIN AÇIKLAMASI


 
14 Şubat 1914 İstanbul‘un elektrikle buluştuğu gündür. Elektriğin İstanbul’a gelişinin 94. yılında, elektrik alanındaki gelişmeler hiç de içaçıcı değildir. Cumhuriyetin ilk yıllarının, devletleştirme adı altında sürdürülen, kamulaştırma, yerli kaynakların kullanımı, dışa bağımlılığın azaltılması uygulamalarından bugün eser bile kalmamıştır. AKP iktidarı bu ülkedeki “ekonomik” ve “rantabl” saydıkları her şeyi satmaktadır. Türk Telekom’dan, Kuşadası limanına; PETKİM’den, bankalara kadar bir çok kuruluş uluslararası global sermayenin denetimi altına girmiştir. Enerji alanında da benzer gelişmeler olmuş ve olmaya devam etmektedir. Böyle bir günde hepimizin bugününü ve geleceğini yakından ilgilendiren elektrik enerjisinin durumunu ve uygulanan enerji politikalarını, Marmara Bölgesi‘nin enerji profilini ve çözüm önerilerini ve elektrik zamlarını kamuoyuna sunduğumuz basın toplanıtısı metni aşağıda yer almaktadır.
 

14 Şubat 2008 günü Şubemiz Tülin Aydın Toplantı Salonu‘nda Şubemiz YK Başkanı Erol Celepsoy‘un sunduğu basın açıklamasının tem metni aşağıdadır:   

ZAM VE KARANLIK
14 ŞUBAT 1914 - 14 ŞUBAT 2008

  Değerli Basın Mensupları;

Avrupa‘da 1878 de kullanılmaya başlanan elektrik, ülkemize 24 yıl sonra Mersin-Tarsus‘da 2 kw‘lık bir dinamo gücüyle girebilmiştir. İstanbul ise 12 yıl daha beklemek zorunda kalmıştır.

İtalyan yazar Edmondo de Amicis 1874‘de İstanbul  için, "Avrupa‘nın gündüz en parlak, gece en karanlık şehridir. Tek tük ve birbirinden çok uzak olan fenerler belli başlı sokakları ancak aydınlatır; ötekiler mağara gibidir, kimse elinde bir fener olmadan bu sokaklara girmeyi göze alamaz. Bu yüzden, gece olur olmaz, şehir ıssızlaşır..." demektedir.

İstanbul‘a elektrik hiç de kolay giremez. Sultan Abdülhamit , bu "tehlikeli enerjiyi" İstanbul`un günlük yaşamına sokmak istemez. Refik Halit Karay , padişahın bu korkusunu şöyle anlatır: "Düşününüz: İki tel dolana kıvrıla, havadan ve yeraltından geliyor, geliyor, ta yanı başınıza, yatağınızın başucuna akrep gibi kuyruğunu büküp yapışıyor. Bu öyle bir akreptir ki, zehirli iğnesini herhangi bir adam, yüzlerce, binlerce metre uzaktan, kilometrelerden harekete geçirebilir; bir bombayı, bir barut lağımını patlatabilir. İstemem! İstemem!"

Bazı kaynaklar Abdülhamit`in endişeleri dışında nedenler de sıralar: Halkın elektrikten yangın çıkmasından korkması, evlerde elektrik kullanılmasının dine karşı olduğu rivayetleri ve bilhassa İstanbul`daki Havagazı Şirketi`nin imtiyaz haklarına dayanarak elektrikle aydınlatmaya muhalefet edişi gibi...

1908 İkinci Meşrutiyet‘in ilanından sonra korkular ortadan kalktı ama elektrik hemen gelemedi. Tramvay ve gaz şirketleri ellerindeki imtiyazları kaybetmek istemiyordu. Sorun görüşmeler sonucu çözüldü ve Macar Ganz Elektrik Anonim Şirketi`ne 50 yıl için "Rumeli ciheti"nde (yani Avrupa yakasında) elektrik dağıtımı imtiyazı verildi. Sözleşme gereği elektrik donanımı Haziran 1913`te tamamlanacaktı. Ancak Silahtarağa`da yapımına başlanan santral, Balkan Savaşı nedeniyle bir süre aksadı. Öte yandan 28 Eylül 1913 günü İstanbul`u basan sel, santral binasında önemli ölçüde hasar yarattı.

Fabrika ilk olarak 11 Şubat 1914‘te Dolmabahçe Sarayı ve tramvay hatlarının elektrik enerjisinin sağlanmasında kullanıldı. 14 Şubat 1914 tarihinde ise İstanbul‘un zengin ailelerinin evlerine elektrik verildi.  Santral üretime başladıktan sonra pay senetleri tümüyle Belçikalı Sofina şirketine devredilmiş, böylece Ganz ismi ortadan kalkarak yerini Sofina`ya bırakmıştı. 1931 yılında Sofina Şirketi Kadıköy Elektrik ve Havagazı Şirketini de satın alarak şehrin Anadolu yakasına ve Adalara da enerji vermeye başladı.  Şirket Osmanlı Türk Elektrik Anonim Şirketi adı altında faaliyetlerini 1938`e kadar sürdürdü.

Görüleceği gibi, 1930‘lu yıllara kadar ülkemizdeki elektrik çalışmaları, genelde yabancı işletmelerin elinde olan küçük yerel santraller ve onların beslediği birbirlerinden ayrı yerel dağıtım şebekelerinin işletilmesi şeklinde olmuştur. Genç Cumhuriyetin yöneticileri, bağımsızlık düşüncesiyle imtiyazlı ve yabancıların elinde bulunan tesisleri kamulaştırırken, Sofina Şirketinin imtiyazı da Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti tarafından satın alınmıştır. Aynı görev 3480 sayılı Yasa ile kurulan Bayındırlık Bakanlığına bağlı İstanbul Elektrik İşleri Genel Müdürlüğü‘ne verilmiştir. Bir yıl sonra da İstanbul‘un elektrik işleri 3645 sayılı Yasa ile belediyeye devredilmiştir. Enerji alanında bu gelişmeler olurken gaz işleri ayrı bir şirket halinde devam etmiştir. Ancak 1945 yılında, devletçilik politikasına uyularak 4762 sayılı Yasa ile bu imtiyaz da Türkiye Hükümeti tarafından satın alınmıştır. Bu hizmetler de İstanbul Belediyesi İstanbul Elektrik, Tramvay ve Tünel İşletmeleri Umum Müdürlüğü‘ne devredilmiştir.

Burada kısaca acı bir gerçeğe değinmekte yarar vardır. Yabancı şirketlerin denetiminde başlayan İstanbul enerji sistemi birçok aşamalardan sonra devletleştirilmiştir. Eski imtiyazlar karşılığı milyonlarca lira ödenmiş ve sistemin devletleştirilmesi gerçekleştirilmiştir. Bugün ise elektrik alanı tamamen imtiyazlar ve büyük vurgunlar karşılığında özel şirketlere ve uluslararası tekellere devredilmektedir.  1930‘larda Belçikalı Sofina şirketi gitmiş ancak, bugün Alman EON, İtalyan ENEL ve daha niceleri devrededir.

Silahtarağa, üretime başladığı tarihten, 1952 yılına kadar İstanbul‘un elektrik ihtiyacını tek başına karşıladı. Santralın yenilenmemesi ve eski teknolojiyle üretime devam ettirilmesi sonucunda 1983 yılında tamamen durduruldu. İstanbul 1 Numaralı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu,  6 Mart 1991 günü Silahtarağa Termik Santralı‘nı tarihi eser olarak koruma altına alıp,  bu alandaki yapılara "endüstriyel müze" olarak  fonksiyon verilmesinin uygun olduğu kararını verdi.

Değerli Basın Mensupları;

Böylesine tarihi süreci olan bir Santralı,  hiçbir rant, çıkar kaygısı taşımadan gelecek kuşaklara aktarmak, bir bilimsel yuva ve müzeye dönüştürmek, panellerin, kongrelerin,  sergilerin yapıldığı bir teknopark anlayışıyla düzenlemek hepimizin hayaliydi. Bu amaçla İstanbul Teknik Üniversitesi (İTÜ) ve Elektrik Mühendisleri Odası olarak 2001 yılında çalışmalara başladık. Enerji Bakanlığı‘ndan proje ile ilgili "olur" talebinde bulunduk. Ancak bu onay hiçbir gerekçe gösterilmeden verilmedi.

Oysa Santral, 14 Nisan 2004 yılında Bilgi Üniversitesi‘ne 20 yıllığına tahsis edilebilmişti. Bu gelişmeler karşısında, EMO olarak İstanbul 2. İdare Mahkemesi‘ne "kamu malı olan taşınmazların tahsis şeklinin değiştirildiği, kamu malının özel bir üniversite tarafından kullanılmasına izin verilmesinin hukuka aykırı olduğu, ortada herhangi bir ihale süreci olmaksızın kamu malının tahsis edilmesinin yasal olmadığı" gerekçeleriyle dava açtık.

Bu dava 19 Eylül 2007 tarihinde sonuçlanmış,  "hukuka aykırılık bulunmadığı" kararına varılmıştır. Tabi ki, hukuksal süreç bitmemiş, Danıştay nezdinde temyiz talebinde bulunduğumuz için devam etmektedir.

Değerli Basın Mensupları;

IMF ve Dünya Bankası direktifleriyle dayatılan, başta enerji ve iletişim olmak üzere tüm stratejik temel altyapı hizmetlerinin özelleştirme adı altında hızla tasfiye edildiği, sektörün kurumsal yapısının çok parçalı hale getirilerek kaos ve yolsuzluklarla beslenen, dışa bağımlı politika izlendiği sektörün arpalık ve yağmalama alanına çevrildiği, kadroların siyasi çıkarlar uğruna tersyüz edildiği, ehli kadroların sürgüne gönderildiği bir ortamda 7-8 Eylül 2007 tarihinde gerçekleştirdiğimiz Marmara Enerji Forumu‘nda üniversitelerimizden, resmi kurumlarımıza; demokratik kitle örgütlerinden özel sektöre kadar bir çok katılımcının yer aldığı Forum‘u gerçekleştirdik. Bu Forum‘da amacımız, bölgedeki enerji planlaması ve yatırımları; bölgenin ülke ekonomisindeki yeri, nüfusu ve nüfus artış hızı, sanayi yatırımları ve sanayi bölgelerinin gelişimi de ele alınarak acilen tartışmaya ve değerlendirmeye almaktı.

Forum boyunca ortaya konan gerçekler, başta bölgemiz olmak üzere, ülkemizin enerji talepleri ve güvenliği açısından geri dönülmez bir yola sokulduğunu göstermiştir. Bu gerçeklerin bir özetini "Sonuç Bildirgesi" olarak kamuoyuna sunduk.  Bu bildirgede söylediklerimiz özetle şunlardır:

Marmara bölgesi ülkemizin sanayisini, dolayısıyla nüfusunun en yoğun olduğu bölge olarak ülke elektrik enerjisinin yaklaşık 1/3‘ünü tüketmektedir.

Türkiye genelinde enerji üretimimizin  %51‘nin,  Marmara bölgesinde ise  %77-81‘inin doğalgaz santralları tarafından karşılanmasının yanlışlığı ve bir an evvel yerli kaynaklar kullanarak üretimin süratle arttırılması gerekliliği ortadadır.

Özellikle kömür santrallarının ve yeni yakma teknolojilerinin ön plana çıkartılarak bu konularda yeni yatırımların yapılması gerekmektedir.

Enerji sektöründe ülkemizin önünü tıkayan, kamunun yatırım yapmasına engel teşkil eden 4628 sayılı Elektrik Piyasası Yasası ve 4646 sayılı Petrol Piyasası Yasası acil olarak iptal edilmesi gereklidir.

Nükleer santrallerle enerji üretiminin,  bilinçsiz bir şekilde, tepeden inme tercüme yaklaşımlarla; kopya yasalarla sokulmak istenmesinin karşısında durulmasının gerekliliği tekrar tekrar net olarak ortaya çıkmaktadır.

Kamu kurumları arasında bir hiyerarşik düzen dışında kopuk ve dağınık bir bilgi kirliliği açık ve net olarak görülmektedir. 

Dağıtım şirketleri olarak tüm bölgelerdeki ortak sorun, gerekli yatırımın yapılabilmesi için kaynak ayrılmaması ve yeterli sayıda kalifiye eleman sıkıntısının olduğudur. 

Kayıp kaçak oranını Dünya ve Avrupa normlarına düşürmek için yapılan çeşitli çalışmalar olmasına rağmen dağıtım şirketleri arasında hesaplama ve oran değerlendirmelerinde kamuoyunu yanıltan farklılıklar görülmüştür.(Tahakkuk eden,satın alınan enerji,satılan enerji ve tahsilat vb. net olarak değerlendirilememektedir.)  

Üretim, İletim, Dağıtım ve Pazar (Tüketici)  faaliyetlerinin serbestleştirildiği ülkemiz elektrik piyasasında; Piyasa faaliyetlerinin çok sayıda farklı şirket tarafından yürütülmesi, her şirketin, sorumluluklarının ve ekonomik önceliklerinin farklı olması; gerektiğinde, sistem işletmesi ve kamu hizmeti anlayışının göz ardı edilebilmesi; piyasa içindeki faaliyetlerde sağlıklı bir koordinasyonun sağlanamaması, gibi hallerde sorunlarla karşılaşılmasının her zaman mümkün olduğu açıkça ortaya çıkmaktadır.

Serbestleştirme ile merkezi planlama anlayışından, piyasa katılımcılarına dayalı dağınık bir yönetim anlayışına geçilmiştir. Elektrik enerjisi planlaması; üretim, iletim, dağıtım ve tüketimin bütüncül bir anlayış içinde değerlendirildiği merkezi bir yapı içinde ele alınmalıdır.

Dağıtım şirketlerinin Dengeleme Uzlaştırma Yönetmeliği (DUY) öncesi ve DUY sonrası enerji alış fiyatları arasında yaklaşık %20‘lik fark ile kamu zararı oluşmuştur. Özel üretim şirketlerine DUY ile aktarılan bu açık, yeni zamların habercisidir.

Enerji verimliliğinin öneminin ortaya konulması ve Enerji Verimliliği Yasası‘nın uygulanması gerekliliği; uygulamaya yönelik alt yönetmelik çalışmalarına hız verilip Odamızın bu işin içerisinde fiilen bulunması gerekliliği; enerjinin etkin kullanımının yeni bir enerji kaynağı olarak değerlendirilmesi, Enerjinin etkin kullanılmasının arttırılması ile ulusal kazancımızın artacağı, dışa bağımlılığın azalacağı ortadadır.

 Değerli Basın Mensupları;

Bu sonuçların açıklanmasından kısa bir süre sonra,  bunlar söylenmemiş gibi siyasi iktidar, diğer alanlarda olduğu gibi, enerji alanında da IMF ve Dünya Bankası‘nın direktiflerini daha süratli, "kraldan çok kralcı" geçinen bir anlayışla yaşama geçirmeye başladı.

Eski cumhurbaşkanımızın veto ettiği "Nükleer Güç Santrallarının Kurulması ve İşletilmesi Hakkındaki Yasa Tasarısı‘nı,  Meclis‘te bekleyen birçok yasaya rağmen gündemine alarak, yangından mal kaçırırcasına yasayı Meclis‘ten çıkarmıştır. Bu ısrarın ve aceleciliğin arka planında uluslararası enerji tekellerinin istekleri bulunmaktadır.

Çünkü, Stratejik Teknik Ekonomik Araştırmalar Merkezi‘nin (STEAM) 18 Ocak 2008 günü Lütfi Kırdar Kongre Salonu‘nda Nükleer başlığıyla gerçekleştirdiği Enerji Arenası‘nda, uluslararası ve ulusal düzeyde söz sahibi enerji kurmaylarının bir araya gelmesi, nükleer santralleri,  kimin ve nasıl kuracağının pazarlığının yapılacağı bir arena haline getirmesi ve Enerji Bakanı‘nın "Yazı da gelse, tura da gelse, dik de dursa, biz bu santralleri kuracağız" demesinin arkasındaki mantığın başka bir açıklaması olamaz.

Bilim insanlarının ortaya koyduğu bildirge, nükleer santralların kurulmak istendiği Sinop ve Akkuyu‘daki yöre halkının mitinglerle gösterdikleri karşı duruş, yurt çapında 100 bine yakın insandan toplanan imzalar aracılığıyla ortaya konulan tepkiye karşın, nükleer santral kurulumu konusunda gösterilen bu ısrar AKP Hükümeti‘nin nükleerci zihniyetini çok açık olarak gözler önüne sermektedir.
Ama İnanıyoruz ki ülkesini seven çocuklarına yaşanabilir bir ülke hazırlamaya çalışan herkes Nükleerci parti ve kişileri mahkum edecektir. Bu karşı duruşun ön saflarında olmak odamızın her zamanki görevi olmuş, olmaya da devam edecektir.
Çünkü;

Nükleer Enerji, enerjideki dışa bağımlılığımızı daha da artıracaktır. Nükleer teknolojinin ucuz olmadığını unutmayalım. Nükleer enerjinin temiz ve güvenli olmadığı kanıtlanmıştır. ABD ve AB ülkeleri, atıklar için muazzam paralar harcamakta veya ahlaksızca,  başta Hindistan olmak üzere azgelişmiş ülkeleri nükleer çöplük olarak kullanmak istemektedir. Türkiye de bu ülkelerden biridir. Türkiye nükleer santral kurarak nükleer teknolojiye sahip olamaz aksine daha da dışa bağımlı hale gelir. Bütün bunlara ek olarak Türkiye gibi deprem kuşağında olan, "güvenlik kültürü"nün yerleşmediği, siyasal iktidarların bilim adamları ve meslek odalarını hiçe sayan politikalarla günü kurtarmaya çalıştığı bir ülkede nükleer enerji santralleri ekstra tehlike kaynağıdır.

Değerli Basın Mensupları;

Enerjideki IMF‘ci politikaların tipik bir örneği de elektriğe yapılan zamlardır. Son seçimlerde 4 yıldır elektriğe zam yapmadıklarını söyleyerek oy isteyen AKP iktidarı,  seçimleri kazanır kazanmaz,  son yılların acısını çıkarırcasına zam furyasını başlattı. IMF ile 7. gözden geçirme çerçevesinde karara bağlanan zam, elektrik faturalarını -meskenler için- %19 sanayi için %15‘lere varan bir oranda artırmıştır. Ortalama bir ailenin asgari yaşam standardına göre aylık elektrik tüketiminin 230 kilovat/saat olduğu dikkate alındığında, mevcut durumda diğer bedeller, fon ve vergiler dahil olmak üzere aylık 39.10 YTL fatura ödenirken, elektrik tutarına yapılan zamla diğer bedeller, fon ve vergilerin de artmasıyla fatura 45.9 YTL‘ye yükselmektedir. Böylece açıklanan yüzde 15‘lik zam oranı da faturalara yüzde 19 olarak yansımaktadır.

OECD ülkelerindeki 2005 yılı dolar bazında konut elektrik fiyatları karşılaştırıldığında Türkiye‘nin 11,70 centle Yunanistan, Çek Cumhuriyeti, ABD, Kanada, Meksika, Kore ve Norveç‘ten daha pahalı hizmet sunduğu görülmektedir. Sanayide ise Türkiye 10,50 centle, 22 OECD ülkesi içinde Avustralya, İtalya ve Japonya‘dan sonra en pahalı elektrik hizmeti sunan 4. ülke konumunda bulunmaktadır.

Ayrıca şunu bir kere daha belirtmekte yarar var ki, "4 yıldır elektriğe zam yapmıyoruz" sözleri bir aldatmacadır.

Şöyle ki;  Dengeleme ve uzlaştırma sistemiyle kamunun, dağıtım ve iletim hatları kullanım bedelleri gibi çeşitli işletme giderleri dahil olmak üzere tüketiciye 10-11 Ykr‘ye sattığı elektrik fiyatları serbest piyasa denilen karaborsada 15-16 Ykr‘leri dahi aşmaktaydı. Bu aradaki fark "sübvanse" edilerek zarar TEDAŞ‘a çıkartılırken, "pahalı" elektriği satan özel şirketler karlarına kar katıyorlardı. Tüketiciye yansımıyor gibi görülen bu fiyat farkları da hazineden karşılanıyordu.  Hazineden karşılanması demek, dolaylı vergiler ve borçlanmalarla, aslında tüketicinin cebinden çıkması demektir; borç makasının gittikçe artması demektir. Özel şirketlere sağlanan bu karlar siyasi iktidarın cebinden çıkmadığına göre,  bizlerin vergilerinden çıktığı çok açıktır. İktidarın son zamlarla yetinmeyeceği, elektrik fiyatlarının "otomatiğe" bağlanacağı sözlerini de dikkate alırsak, elektrik zamları kesintisiz artacak, bu alanda faaliyet gösteren özel şirketlerin doymak bilmez kar hırslarına maruz kalacağız. 

Siyasi iktidar bugüne kadar sözde "sübvanse" ettiği zamları artık  "sübvanse" etmeyerek, fiyat farklarının "otomatik" olarak faturalara yansıtma hazırlığı yapmaktadır.

Hepimizi bildiği gibi, 4628 sayılı Elektrik Piyasası Yasası‘yla, kamu tarafından düzenlenen bir elektrik piyasası yapısından vazgeçilip, piyasa kurallarının geçerli olduğu rekabetçi, serbest bir elektrik piyasası yapısına dönüldü. Yasa‘da, müşteriler serbest ve serbest olmayan gruplar halinde iki kısımda tanımlandı. Serbest olmayan müşterilere ait tarifeler piyasa katılımcıları tarafından belirlenecek,  EPDK tarafından onaylanan tarifelerle işlem göreceklerdi. Yine 4628 sayılı Yasa‘nın en önemli amaçlarından veya piyasaya sunduğu gerçeklerden biri de;  bundan böyle artık merkezî bir plânlama yapısından vazgeçilip, piyasa katılımcılarına dayalı, dağınık bir yönetim anlayışı öngörüldü. Diğer bir deyişle,  tüzel kişiliklerin, şirketlerin, özel şirketlerin, ticari faaliyetlerle uyguladıkları bir planlama anlayışı.

Bu anlayışa göre, rekabetçi bir elektrik piyasası oluşacak, rekabet ortamında, güvenilir ve ucuz elektrik elde edilecekti. Ancak bugüne kadar özel şirketler güvenilir ve ucuz enerji sağlamadığı gibi, devletten daha fazla fırsat ve olanak talep etmektedirler. Bunun en tipik örneği, 1 Temmuz 2006 tarihinde 13 ilimizin karanlıkta kalmasıyla ortaya çıkan gerçeklerdir. Tarife değişikliğini bahane eden ve daha fazla fiyata elektrik satmayı uman elektrik üreticileri,  o akşam santrallerini devre dışı bıraktılar. Arz güvenliğini kendi çıkarları için tehlikeye attıkları gibi, bir gecede 2-3 trilyon TL civarında bir kaynağı kendi kasalarına akıtıp, dağıtım şirketlerini borçlandırdılar.

Benzeri olayların bir daha yaşanmaması amacıyla, 1 Ağustos 2006 tarihinden itibaren Dengeleme Uzlaştırma Yönetmeliği (DUY) yürürlüğe kondu. Bu yönetmeliğe göre, elektrik enerjisinde arz ve talebin gerçek zamanlı olarak dengelenmesi ve piyasa katılımları sonucu oluşacak alacak ve borçların mali açıdan uzlaştırılması amaçlanmaktaydı. Ancak bugüne kadar, rekabetle oluşacak elektrik fiyatlarının düşmesi sağlanamadığı gibi, fiyatlar her geçen gün artmıştır. Öyleki, 2007 Ağustos‘unda elektrik talebinin tavan yaptığı zamanlarda özel şirketler kw/saat başına 19 Ykr fiyatlar önerebilmişlerdir. 2007 yılı itibariyle ortalama 1 kilova/saatlik elektrik fiyatı 19,127 Ykr olmuştur.

İşte bu karaborsa ortamında oluşacak fiyat farkları, değişen oranlarda, "otomatik" olarak faturalarımıza yansıyacaktır.  Özellikle Türkiye‘nin elektrik üretiminin yarıya yakınının doğalgaza bağımlı olduğu ve Rusya‘nın son dönemde Asya‘da yaptığı anlaşmalar dikkate alındığında, Nabucco Projesi gibi doğalgazdaki ülke çeşitlendirme stratejisinin çıkmaza girdiği açıktır. İran‘ın durumunda ABD ile ilişkiler nedeniyle var olan belirsizlik göz önünde bulundurulduğunda Türkiye‘nin Azerbaycan dışında elinde alternatif kalmadığı görülmektedir. (İran‘ın son zamanlarda sık sık vanaları kapatması da düşünülürse...) Bu ise Rusya‘nın doğalgaz satışında belirleyici olması ve zamların kaçınılmazlığını artırmaktadır.

Değerli Basın Mensupları;

Bir başka zam da, sokak aydınlatmalarıyla ilgili vergilerin gündeme gelmesiyle oluşmaktadır. Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulu‘nun Eylül 2007 tarihinde, Siirt İl Özel İdaresi‘nin açtığı davada, il sınırları dışında kalan bölgelerin sokak aydınlatma bedellerinin özel idarelere fatura edilemeyeği kararını vermesinden sonra, hükümet sokak aydınlatmalarının tüketicilere yansıtılmasını öngörüyor. Zaten Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Hilmi Güler 2003 yılında gazetecilerin sokak aydınlatmasıyla ilgili sorusu üzerine, "Biz genel prensip olarak elektriği kim kullanıyorsa parayı da onun ödemesini istiyoruz" diyordu.

Sokak aydınlatma bedelleri il sınırları dışında Özel İdareler, il sınırları içinde de belediyeler tarafından ödenmesi gerekiyor. 2003 yılında Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulu, "Cadde ve sokaklar ile kamuya ait ücretsiz girilen park ve bahçe gibi halka açık yerlerin aydınlatılması, hizmetin kapsamında yer alan, hizmeti belde halkının sunumuna hazır hale getiren bir faaliyettir. Belde sakinlerine eksiksiz hizmet götürmekle yükümlü bulunan belediyelerin, kamunun ortak yararlanmasına açık parklar inşa ettikten sonra aydınlatmaması söz konusu olamaz" denilerek, ayrıca faturalara sokak aydınlatma vergisinin konulamayacağı kararını veriyordu.

Ancak hükümet, dağıtım şirketlerinin özelleştirilmesinin gündemde olduğu bugünlerde, dağıtım ihaleleri alacak şirketlere "şirin gözükmek", ihalenin daha "yüksek" oranda gerçekleşmesini sağlamak için, halkımızın sırtından pazarlama politikaları gütmektedir. TEDAŞ‘ın Dünya Bankası‘ndan 205 milyon Euro kredi sağlaması ve bu kredinin sistemin "rehabilitasyonu"nda kullanılacak olması bir başka pazarlama şekli olarak karşımıza çıkmaktadır. Dünya Bankası Türkiye Direktörü Ulrich Zachau‘nun "...Proje Türkiye‘nin enerji dağıtım şebekesinin kritik bölümlerinin yenilenmesine ve rehabilitasyonuna,(...) yardımcı olacaktır. Bu çalışmalar aynı zamanda elektrik sektörünü özel yatırımlar için daha çekici hale getirecektir" sözleri de bu gerçeğin bir başka ifadesidir. Benzeri bir pazarlama yöntemi de, kayıp-kaçak oranlarının muhasebe hesaplarıyla düşük gösterilmesidir.

Değerli Basın Mensupları;

Enerji alanı herkesi cezbeden büyük pasta olması dolayısıyla, iştahları artıran bir görünüm sergilenmektedir. Bu görünüm içinde, hiçbir zaman kamu yarı gözetilmemekte, kimin ne kadar kar edeceği, kimin ne kadar pastadan pay alacağı hesaplanmaktadır.

Enerji piyasasını düzenlemek amacıyla kurulmuş olan Enerji Piyasası Düzenleme Kurulu (EPDK), her gün kapısını aşındıran bu şirketlerle dolup taşmaktadır. EPDK verilerine göre sadece elektrik piyasasında 1690 civarında lisans verilmiştir. Bu lisanslar incelendiğinde, birçoğunun taahhütlerini yerine getirmediğini görmek mümkündür. Bakanlığın yüzde 6.3‘lük düşük senaryodaki talep artışı tahminine göre her yıl en az 2000-2500 megavatlık yeni yatırım yapılması gerekirken, geçtiğimiz 5 yıllık sürede özel sektörün yaptığı yatırımlar yıllık 700 megavat düzeyinde kaldığı düşünülürse, lisansların ne olduğu da bilinebilir.

Alınan lisanlar yatırıma yönelmesi gerekirken, yine karaborsa da el değiştirdiğini, "çantacılar" adı altında lisanların satıldığı görülmektedir. EPDK bu lisans sahiplerini denetlemediği gibi, herhangi bir yaptırımda uygulamamıştır. 2007 yılında, yatırıma yönelmeyen, ya da diğer yükümlülüklerini yerine getirmemiş lisansların iptal olacağını, yatırım miktarına göre paranın bloke edileceği ilanından sonra telaşa düşen "çantacı" lisans sahiplerinin EPDK‘ya yaptığı "baskılar" sonucunda, dilimize bir "lisans affı" sözcüğünü kazandırdılar.

"Elektrik Piyasası Lisans Yönetmeliği‘nde Değişiklik Yapılmasına Dair Yönetmelik Taslağı" ile lisans affı öngörülmektedir. Bu değişikliğe göre lisans verilmesi uygun bulunmuş, ancak şirketin DSİ ile imzaladığı Su Kullanım Hakkı Anlaşması çerçevesinde teminat mektubu ibraz etmiş olsa da diğer yükümlülüklerini yerine getirmemesi nedeniyle reddedilmiş olan lisans başvuruları af kapsamına alınıyor. Düzenlemeye göre bu şekilde lisans başvurusu reddedilmiş olan şirketlere diğer yükümlülüklerini yerine getirmeleri için 31 Mart 2008 tarihine kadar süre tanınacak. Bununla da kalınmıyor; DSİ‘nin mevcut düzenlemelere göre lisans başvurusu reddedilen şirketin ihale başvurusunda verdiği teminat mektubunu gelir kaydetmesi gerekiyor. Söz konusu tutarlar, 2007 yılı itibariyle 0-10 megavat arası kurulu güç için 100 bin YTL‘den başlayıp 201 megavat ve üzeri kurulu güç için 1 milyar YTL‘ye kadar ulaşan tutarlardan oluşmaktadır. Af düzenlemesi ile bu teminat tutarlarının gelir kaydedilmesinden vazgeçilmesi mümkündür.

EPDK‘nın yaptığı lisans ihaleleriyle "çantacıların" oluştuğu ve övünülerek dağıtılan lisansların yatırıma dönüşmediği, bunun da ülkenin yatırım açmazına girmesinde büyük bir etken oluşturduğu dikkate alındığında bir de lisans affı uygulamasına gidilmesi kabul edilemez. Bu eleştiriler bizzat elektrik piyasasında iş yapan şirketlerin gündemindedir. Bu nedenle EPDK‘nın bir taraftan ne olursa olsun lisans dağıtım anlayışıyla hareket ederken, diğer taraftan yatırımların gerçekleşme durumuna göre lisans iptallerini gündeme getirmesi yeterince büyük bir çelişki olarak ortada dururken, bunun üzerine bir de lisans affı öngörülmesi elektrik enerji sektöründe yatırım kaosunu derinleştirmekten başka işe yaramayacaktır.

Değerli Basın Mensupları;

Serbest piyasa uygulamaları nedeniyle elektrik açığı sorunuyla karşı karşıya kalan ülkemizde, günü birlik ve kamu yararına aykırı uygulamalar her geçen gün yaygınlaştırılıyor. Yıllardır doğalgaz üzerinden tartışılan enerjide dışa bağımlılık sorunu, ithal kömür santrallarına verilen lisanslarla daha da derinleşecektir.

Bu amaçla Elektrik Mühendisleri Odası olarak, Samsun-Tekkeköy‘de kurulmak istenen ithal kömür santralına lisans verilmesi işlemine karşı Danıştay‘a dava açtık. İthal kömür santralı için Enerji Piyasası Düzenleme Kurulu‘nun verdiği lisansın iptali ve yürütmesinin durdurulmasını istediğimiz bu davada, ithal kömür tercihinin "ülke ekonomisi, enerjide dışa bağımlılık ve enerjide arz güvenliği" açısından kamu yararına aykırı olduğunu söylemekteyiz.

Kilovat/saatlik elektrik üretim maliyetinde yerli kömür 2.287 Ykr paya sahipken,  ithal kömürün 8.073 Ykr ile 4 kat daha fazla paya sahiptir. Kaldı ki yerli kömür kaynakları atıl durumda bekletilirken, maliyetleri de artıracak biçimde ithal kömür santrallarına öncelik verilmesinin Elektrik Piyasası Yasası‘nın amaçlarına da aykırıdır. Enerjide zaten yüksek seviyelere ulaşmış olan dışa bağımlılığın cari açığı artıracağı aşikardır. Yurtdışına döviz transferi anlamına gelen ithal kömür kullanımı cari açığı artıracağı gibi, yerli kaynakların kullanılmasıyla elde edilecek katma değer ve istihdam gibi ekonomik getirilerden de yoksun kalınmaktadır.

Ayrıca unutmayalım ki, Tekkeköy daha bugünden mobil santrallerin varlığı nedeniyle hava kirliliği ile mücadele etmektedir ve dava konusu lisans verme işleminin uygulanması sonrasında, kurulacak kömür santrali, bölgeyi yaşam açısından son derece tehlikeli bir noktaya götürecektir.

Değerli Basın Mensupları;

Elektriğin İstanbul‘a gelişinin 94. yılında, elektrik alanındaki gelişmeler hiç de içaçıcı değildir. Cumhuriyetin ilk yıllarının, devletleştirme adı altında sürdürülen, kamulaştırma, yerli kaynakların kullanımı, dışa bağımlılığın azaltılması uygulamalarından bugün eser bile kalmamıştır. AKP iktidarı bu ülkedeki "ekonomik" ve "rantabl" saydıkları her şeyi satmaktadır. Türk Telekom‘dan, Kuşadası limanına; PETKİM‘den, bankalara kadar bir çok kuruluş uluslararası global sermayenin denetimi altına girmiştir.  Enerji alanında da benzer gelişmeler olmuş ve olmaya devam etmektedir.

Bunun en büyüğü ise dağıtım şirketlerinin özelleştirilmesi olacaktır. Nisan ayı itibariyle satışa çıkarılacak olan dağıtım şirketlerini bekleyen yerli ve yabancı onlarca şirket bulunmaktadır. Bugün elektrikteki zamlardan, enerjinin kalitesizliğinden, arz güvenliğinin olmamasından dem vuranlar, yarın dağıtım şirketlerini alan özel şirketlerin gerçek anlamıyla insafına kalacaklardır.  AKTAŞ ve KEPEZ uygulamaları bunun en güzel örneklerini oluşturmaktadır.

Elektrik doğası gereği, tekel niteliği taşımaktadır ki, dağıtım alanında rekabet unsurunun oluşabileceği bir başka şirket söz konusu olmamaktadır. İster istemez tüketici konumundaki bizler, alternatifsiz olarak bölgemizde, evimizde ve işyerimizde bulunan dağıtım şirketinin uygulamalarına boyun eğmek zorunda bırakılacağız.

Bu gerçekleri, hiç bıkıp usanmadan her aşamada, her platformda anlatıp durduk. Sadece bununla yetinmedik; çeşitli etkinliklerimiz ve çalışmalarımızla kamu yararı gözetmeyen uygulamalara karşı çıktık.

Bir kez daha diyoruz ki, aşağıdaki çözüm önerilerimiz gerçekleşmediği sürece enerji konusunda sıkıntılarımız, açmazlarımız ve bağımlılığımız sürüp gidecektir.

• 4628 sayılı Elektrik Piyasası Yasası ve 4046 sayılı Özelleştirme Yasası ile kaos ortamına sürüklenen Elektrik Enerjisi Kurumları yeniden bütünlüklü bir yapıya kavuşturulmalıdır.

• Enerji alanında IMF, Dünya Bankası gibi uluslararası kuruluşların ve şirketlerin baskısından uzak, bağımsız, Türkiye‘nin kendine özgü koşulları ve ihtiyaçlarına göre planlama yapılmalıdır. Bu anlamda bir planlama ve uygulamayı gerçekleştirebilecek tek adres kamudur.

• Elektrik ihtiyacının karşılanmasına yönelik yatırım planlamasında, yerli kaynaklara öncelik verilmelidir. Bugün elektrik üretiminde % 50‘leri aşan dış kaynak bağımlılığı hızla azaltılmalı, yerli kaynaklara dayalı elektrik üretimi için kamu eliyle yatırımlar yapılmalıdır.

• Kaynaklarımızın verimli ve en etkin şekilde değerlendirilebilmesi için tek elden yatırım yapılmalıdır. Şirketlerin karlı gördüğü alanlara yatırım başvurusu yaptığı, ekonomik bulmadığı kaynaklarımızı atıl durumda bıraktığı bugünkü modelden derhal vazgeçilmelidir.

• Dünyadaki eğilimlerin ışığında enerji kaynaklarında çeşitlendirmeye gidilmelidir. Geleceğin enerji kaynakları olarak görülen çevreyle uyumlu güneş, rüzgar, jeotermal gibi kaynaklar değerlendirmeye alınmalıdır.

• Tüm dünya ilk yatırım, iletim ve kapanış maliyetleri çok yüksek, ekonomik ömürleri boyunca sıkça arızalanan ve güvenlik sorunları yaşayan, atık sorunlarına çözüm bulunamadığı için nükleer santrallerden vazgeçerken, kayıp ve kaçağın %20‘lerin üzerinde olduğu ülkemizde nükleer lobilerin dayatmaları ile yaşam alanlarımızı tehdit altında bırakacak nükleer santralleri ülkemizde kurmaya çalışmak bu ülkeye yapılacak en büyük ihanettir. Derhal bu maceradan vazgeçilmelidir.

• Elektrik dağıtım bölgeleri başta olmak üzere enerji alanındaki tüm özelleştirmeler derhal durdurulmalı, enerji alanında yeniden kamulaştırma hareketi başlatılmalıdır.14 Şubat 2008

                Bu çözüm yolları gerçekleşmediği sürece Elektrik Mühendisleri Odası olarak, karşı duruşumuzu sürdürecek ve bunu görev bileceğiz.


Erol CELEPSOY

TMMOB
Elektrik Mühendisleri Odası
İstanbul Şubesi
35. Dönem Yönetim Kurulu Başkanı 



TORBA YASA TEKLİFİNİ GERİ ÇEK

17.11.2020
 


Çok Okunanlar


ŞUBEMİZDEN İSTANBUL KÜLTÜR ÜNİVERSİTESİ`NE ZİYARET

ŞUBEMİZ ESKİ YÖNETİCİLERİNDEN İBRAHİM AKSİN VEFAT ETTI

ŞUBE KOORDİNASYON KURULU GERÇEKLEŞTİRİLDİ

ŞUBEMİZDEN İKİTELLİ OSB`YE ZİYARET

Okunma Sayısı: 2438


Tüm Basın Açıklamaları

Sayfayı Yazdır



 
Oda aidatlarınızı kredi kartınızla güvenli bir ortamda ödeyebilirsiniz.
ÜYE HAKLARI VE GÜVENLİ AİDAT ÖDEME
 

COPYRIGHT © 2005-2024 TMMOB ELEKTRİK MÜHENDİSLERİ ODASI GENEL MERKEZİ
IHLAMUR SOKAK NO:10 KIZILAY/ANKARA
TEL: +90 (312) 425 32 72 (PBX) - FAKS: +90 (312) 417 38 18

KEP ADRESİ : emo.merkez@hs01.kep.tr

 
 
Key Yazılım Çözümleri A.Ş.